30 Temmuz 2012 Pazartesi

BİR KADIN DÜŞMANI



1.    KİTABIN KONUSU : İlk evliliğinde yaşadığı kötü olaylar sonucu kadınlarn hepsine önyargılı bakan ve onları değersiz gören İskender ‘in başından geçenler anlatılmaktadır.

2. KİTABIN ÖZETİ      : Kitap, İskender adlı orta yaşlı bir adamın başından geçenleri anlatmaktadır. İskender, ilk öğrenimini Ankara‘da, orta öğrenimini Amasya ve Niğde ‘de yapmıştır. Babasının mesleği nedeniyle birçok yere gitmiş ve çeşitli insanlarla tanışmıştır. Okul yıllarında genellikle sakin bir yapıya sahip olan İskender askere gidip geldikten sonra tanıştığı Zeynep adlı kadın yüzünden sert, sinirli bir kişiliğe bürünür. Bunun böyle olmasının sebebi kadınla yaşadıkları değişik olaylardır.
            Zeynep ile İskender mutlu bir ilişkiye sahiptiler fakat daha sonraları Zeynep, İskender‘i Mesut adlı bir gençle aldatır. Zeynep eve geç gelmeye, İskender‘ e karşı ilgi göstermemeye başlar. Zaman içinde İskender buna katlanamaz ve boşanırlar. Böylece İskender ‘ in kadınlara karşı bir fobisi oluşur. Her kadını Zeynep gibi görür ve hiçbirine güvenemez.. Kendine, bir daha kimseyi sevmeyeceğine dair söz verir. İki sene sonra İskender başka bir yerde çalışmaya başlar. Çalıştığı ofiste yan masada çok güzel, çalışkan ve çekici bir kadın vardır. Gittikçe bu kadına karşı bir şeyler hissetmeye başlar fakat önceki deneyimi yüzünden uzun süre kendini engeller. Kadına karşı soğuk davranır, hatta bazen tersler ama bunları tamamen isteksiz olarak yapmaktadır. Kafasındaki düşünceler onu bir kadın düşmanına çevirir. Kadınları dünya için gereksiz görmeye başlar. Yan masada çalışan Belgin isimli güzel kız İskender’ e aşık olur ve onun garip tutumunu anlayamaz. İskender de zamanla içindeki sevgiye karşı koyamaz ve Belgin’ e hissettiklerini anlatır.

3. KİTABIN ANA FİKRİ   : Hayatta hiçbir zaman ön yargılı olmamalıyız.

4. KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
            İskender : Başarılı, insanlarla olan ilişkileri iyi, duygularıyla hareket eden, değişken fikirlere sahip olan orta ayşlı biri.
            Zeynep  : Çekici, güzel, çalışkan, deli dolu, çapkın ve eğlenmeyi seven bir kişilik.
            Belgin  : Genç, uzun boylu, iyi niytli, utangaç, duygularını tam yansıtamayan biri.
            Mesut    : Yakışıklı, zengin, kibirli, insanları umursamayan bir kişilik.

5. KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
            Kitapta insanlar arasındaki ilişkiler son derece detaylı anlatılmış. Sürekli gelişen olumsuzluklar bazen okuyucuyu sıkabiliyor. Yazar, kişileri iyi tasvir etmiş ve olaylar akıcı bir şeklde ele almış.

6. YAZAR HAKKINDA BİLGİ  : Reşat Nuri, 1912 yılında İstanbul Darulfünunu Edebiyat Şubesini bitirdikten sonra liselerde edebiyat, Fransızca ve felsefe okuttu. 1931 ve 1943 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı müfettişi olarak Anadolu'nun çeşitli yerlerini görme fırsatı buldu.
Bir dönem Zaman gazetesine Temaşa Haftaları başlığı ile tiyatro eleştirileri yazdı çeşitli takma isimlerle (Şair, Nedim, Büyük Mecmua, İnci dergilerinde Hayreddin Rüşdi, Sermed Ferid, Mehmed Ferid) hikayeler yayınladı. Reşet Nuri'nin bazı mizah dergilerinde farklı takma isimler kullandığı da görülmüştür. Ayrıca "Harabelerin Çiçeği" adlı eserini yine zaman gazetesinde Cemil Nimet adıyla yayınladı. Cumhuriyet'in yeni kurulduğu 1923-1924 yıllarında arkadaşlarıyla birlikte Kelebek isimli haftalık bir mizah dergisi çıkardılar. Reşat Nuri Güntekin, Batılı bazı yazarlarından romanlar, hikayeler çevirmiş, oyunlar uyarlamıştır. Akciğer kanresinden tedavi olmak için gittiği Londra'da ölmüş (Aralık, 1956) ve cenazesi İstanbul'a getirilerek, Karacahmet   Mezarlığında         defnedilmiştir.
Romanları: Harabelerin Çiçeği (1918), Gizli El (1920), Çalıkuşu (1922), Dudaktan Kalbe (1923), Damga (1924), Akşam Güneşi (1926), Bir Kadın Düşmanı (1927), Yeşil Gece (1928), Acımak (1928), Yaprak Dökümü (1930), Kızılcık Dalları (1932), Gökyüzü (1935), Eski Hastalık (1938), Ateş Gecesi (1942), Değirmen, Miskinler Tekkesi (1946), Ripka İfşa Ediyor (1949), Kavak Yelleri (1950), Kan Davası (1955), Boyunduruk (1960), Son Sığınak (1961).

16 Temmuz 2012 Pazartesi

FUTBOLUN TARİHÇESİ


FUTBOLUN TARİHÇESİ
İnsanoğlunun "top" ile oynamaya başlamasının tarihi çok eskilere dayanıyor. Mısır'da mezarlardaki duvar resimlerinde ayakla top oynayan insan figürlerine rastlanmıştır. Hatta bu zamandan kalma, 7.5 cm çapında deri veya ketenden yapılmış toplar 2500 yıl önceden günümüze kadar ulaşmıştır ve kimi müzelerde sergilenmektedir. Homeros da "Odiesa"da top oyunlarından bahseder. M.Ö 2500 yıllarında da Çin'de yere dikilmiş iki mızrak arasından bir topu tekmelemek suretiyle geçirmeye çalışarak talim yapıldığı bilinmektedir.
Orta Asya Türklerinin de kız ve erkeklerden kurulu karma takımlarla, topa elle dokunmadan, sadece ayak ve kafa ile vurularak rakip kaleden içeri atmaya çalışarak bir oyun oynadıkları kaynaklarda yer alıyor. İçlerinde Kaşgarlı Mahmut'un da bulunduğu pek çok tarihçinin kitaplarında da Türklerin oynadığı "Tepük" isimli bir oyundan bahsedilir. Bu oyunun söylenen kuralları günümüz futbolununkilere oldukça benzer. Elle oynamak yasaktır, Faullü hareketler tespit edilmiştir, top oyun alanının dışına çıkamaz...
Futbol tarih boyunca hemen hemen bütün medeniyetlerde benzer biçimlerde boy gösterdikten sonra bugünkü haline en yakın seklini 17. yüzyılda İngiltere’de almıştır. Daha sonraki gelişimi ise şöyle gösterilebilir:
1841 - Futbol topunun tam bir küre biçiminde olmasının kabulü.
1848 - "Cambridge kuralları" adi altında futbol kuralları toplanmış ve bu kurallarla ilk futbol maçı Cambridge'de öğrenciler arasında ilk futbol maçının oynanması.
1855 - Bir İngiliz takımının ilk kez yurt dışına çıkarak futbol oynaması ve böylece Almanya'da futbolun temelini atması.
1857 - İngiltere’de ilk futbol kulübü Sheffield Club'in kurulması.
1863 - İngiltere Futbol Federasyonunun ve böylece modern futbolun doğuşu.
1870 - Portekiz'de oturan İngilizlerin burada futbolu yaymaya başlamaları.
1871 - "Kral Kupası" veya "İngiltere Federasyon Kupası" nın başlaması.
1872 - "İngiltere-İskoçya" , ilk milli maç.
1875 - Kalelere üst direk konulması ve topa kafayla vurulmasına izin verilmesi.
1876 - Korner kuralının kabulü.
1879 - Glascow’dan Darwen'e para teklifiyle futbolcu getirilerek profesyonellik yolunun açılması.
1882 - Futbol kurallarında değişiklik yapmaya yetkili "International Board"un kurulması.
1885 - Profesyonelliğin İngiltere’de resmen kabulü.
1886 - Ofsayt kuralının kabulü.
1889 - Danimarka ve Hollanda'da futbol federasyonlarının kurulması.
1890 - Futbol maçlarında tam yetkinin hakemlere verilmesi.
1891 - Penaltının kabulü.
1893 - Amerika'da ilk futbol federasyonunun Arjantin'de kurulması.
1895 - İngiltere’de bayanların ilk futbol maçını oynaması.
1899 - Sürenin 90 dakika, ölçülerin 118.4 x 91.4 olarak belirlenmesi.
1901 - Sheffield United - Tottenham Hotspur federasyon kupası finalini 110.802 kişinin izlemesi.
1902 - İngiltere dışında oynanan ilk milli maçta Avusturya’nın Macaristan’ı 5-0 yenisi.
1903 - Averajın kabulü.
1904 - Belçika, Fransa, Danimarka, Hollanda, İspanya, İsveç, İsviçre’nin FIFA’ yı kurması.
1906 - Kıtalar arası ilk milli maçta Güney Afrika’nın Brezilya’yı Brezilya'da 5-0 yenmesi.
1907 - Kendi sahasında bulunan bir futbolcunun ofsayt sayılmamasının kabulü.
1908 - Londra Olimpiyat Oyunları'nda futbolun ilk kez olimpiyat oyunlarında yer alması.
FUTBOLUN TÜRKİYE'YE GELİŞİ
Modern futbolun İngiltere’den çıkarak yayılması sırasında Osmanlı İmparatorluğu'nun belli başlı ticaret limanlarındaki kentlere yerleşen İngilizler futbolu ülkemize sokan kişiler olmuşlardır. İstanbul, İzmir, Selanik futbolun oynandığı ilk 3 şehir olmuştur. Buralarda İngilizler futbol oynarken Rumlar da onlara katılmışlar ve hem futbol oynayanlar hem de takımlar önemli sayıda artmıştır. Osmanlı topraklarında ilk futbol maçının 1875'te Selanik'te oynandığı bilinmektedir. 1877 yılında ise İzmir’in Bornova çayırlarında futbol maçları yapılmıştır. Ancak, bu sıralarda Müslüman gençlerin futbol oynamaları hoş karşılanmayacağı için Türklerin futbol oynamaları için biraz daha süre geçmesi gerekmiştir. İzmir’de ilk futbol kulübü 1894 yılında İngilizler tarafından kurulmuş ve adı "Football Club Smyrna" olmuştur. İstanbul’da futbol oynanmaya başlanması ise ancak 1895 yılında Kadıköy ve Moda'da olmuştur. İzmir’den İstanbul’a göçen İngilizler burada futbol oynamışlardır. Buradaki Rumlar da futbola merak salmışlardır ve futbol İstanbul’da çok büyük bir hızla yayılmıştır. 1897, 1898, 1899, 1904 yıllarında İzmir karması ve İstanbul karması 4 maç oynamışlar ve bunların tümünü İzmir karması kazanmıştır. 1906 yılında Atina'da düzenlenen "Ara Olimpiyat"ta İzmir karması ve Selanik Karması yer almıştır. İzmir karması bu turnuvada 2., Selanik karması da 3. olmuştur. İzmir karması İngilizlerden, Selanik karması ise Rumlardan oluşuyordu.
   
     TÜRKLERİN FUTBOL OYNAMASI
Futbol oynayan ilk Türk 1898 yılında İzmir’de İngilizlerle beraber futbol oynayan Selim Sırrı Tarcan olmuştur. Ancak kendisine "İlk Türk futbolcusu" diyemeyiz. İlk Türk futbolcusu Fuat Hüsnü Beyedir. İstanbul’da futbolu İngilizlerden görerek merak salan Fuat Hüsnü Bey, daha sonra arkadaşlarını ikna ederek ilk Türk futbol takımını kurmuştur. "Black Stocking" adi alan takım Rumlarla bir maç yapmış ve bu maçı 5-1 kaybetmiştir. Kaçabilenler kaçmış, kaçamayanlar yakalanmıştır ve böylece ilk Türk futbol takımının ömrü uzun olmamıştır. Fuat Hüsnü Bey daha sonra İngilizlerin kurduğu Kadıköy takımında "Bobby" takma adıyla oynamıştır.

9 Temmuz 2012 Pazartesi

SEMERKANT - AMIN MAALOUF



KİTABIN ADI

SEMERKANT

KİTABIN YAZARI

AMIN MAALOUF

YAYIN EVİ VE ADRESİ
YAPI KREDİ KÜLTÜR SANAT YAYINCILIK
1. LEVENT İSTANBUL
BASIM YILI
1998

1.    KİTABIN KONUSU : Ömer Hayyam ‘ ın Semerkant ‘ a gelişi ; burada yaşadıkları ve tarihe damgasını vuran eserinin oluşması.
2. KİTABIN ÖZETİ         :  Roman 11. yy’da yaşamış olan İranlı bilge ozan ömer Hayyam ‘ ın hayatı ve Rubaiyat ‘ ının öyküsünü anlatmaktadır.
            Kitap iki bölümden oluşmaktadır. Ömer Hayyam bilgeiğiyle ve şairliğiyle her tarafta tanınan birisiydi. Onun tüm hayali Semerkant ‘ I görmek , oranın güzelliğini keşfetmekti. Gittiği yerde başından geçen birtakım olaylar sonucunda kadıyla tanışması ve onun tavsiyesi üzerine eserini bir kitapta toplar. Onun bu şairane ve bilge kişiliği kendisinin devletin en üst kademesine kadar yükseltir. Herkesin takdirini toplar ve kitabını her türlü koşullara rağmen tamamlar.
            Kitabın ikinci bölümünde de Benjamin Omer adındaki bir Ömer Hayyam hayranı bu  şaheseri bulmak için birçok zorlu yoldan geçer ve macera kitabın Titanic gemisinde kaybolmasıyla son bulur.
3.    KİTABIN ANA FİKRİ : Tüm zorluklara rağmen insanlar hayallerini gerçekleştirmelilerdir.
4. KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
            Ömer Hayyam : Bilge , filozof  gökbilimci , matematikçi , herkesin güvendiği , olaylara tarafsız bakabilen bir kişilik.
            Hasan Sabbah:Zeki , araştırmacı , azimli fakat bilgisini ve yeteneklerini kötüye kullanan birisi.
            Benjamin Omer: Araştırmacı , maceracı ve kendini Rubaiyat ‘ I bulmaya adayan birisi.
5.    KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER :
  Kitap geçmişteki olatlara bizlere dersler veriyor. Tarihin bizler tarafından fazla bilinnmeyen yönlerine ışık tutuyor.
6.    KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİGİ :
1949 ‘da Lübnan ‘da doğdu. Ekonomi ve toplumbilim okuduktan sonra gazeteciliğe başladı. 1976 ‘dan beri Paris ‘te yaşıyor. Çeşitli yayın organlarında yöneticilik ve köşe yazarlığı yapmış olan Maalouf , bugün vaktinin çoğunu kitaplarını yazmaya ayırmaktadır.
      ESERLERİ : Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri , Afrikalı Leo , Semerkant , Doğunun Limanları , Tanios Kayası , Ölümcül Kimlikler

3 Haziran 2012 Pazar

KAŞAĞI - ÖMER SEYFETTİN


KİTABIN ADI                 : KAŞAĞI

KİTABIN YAZARI          :ÖMER SEYFETTİN
YAYIN EVİ VE ADRESİ: ŞAFAK YAYIN EVİ İSTANBUL
BASIM YILI                    :1997
1. KİTABIN KONUSU: Kardeşine iftira atıp, onun ölümünden sonra vicdan acabıyla yanıp tutuşan bir çocuğun dramı anlatılmaktadır.
2. KİTABIN ÖZETİ: Annesi, İstanbul'a gittiği için kendisinden bir yaş küçük olan kardeşi Hasan'la artık Dadaruh'un yanından hiç ayrılmaz. Bu, babasının seyisi, yaşlı bir adamdır. En sevdikleri şey atlardır. Dadaruh'la birlikte onları suya götürmek, çıplak sırtlarına binmek, onlar için çok zevklidir.Torbalara arpa koymak, yemliklere ot doldurmak, gübreleri kaldırmak eğlenceli bir oyundan daha çok hoşlarına gider. Dadaruh eline kaşağıyı alıp işe başladı mı, tıkı... tık... tıkı... tık... tıpkı bir saat gibi... yerinde duramaz, bunu gören küçük çocuk ben de yapacağım! diye tutturur.
O vakit Dadaruh, onu Tosun'un sırtına koyar, eline kaşağıyı verir,
- Hadi yap! Der.
Bu demir gereci hayvanın üstüne sürter, ama o uyumlu tıkırtıyı çıkaramazdı.
Her sabah ahıra gelir gelmez,
- Dadaruh, tımarı ben yapacağım, der.Ama adam izin vermez ancak boyu at kadar olunca yapabileceğini söyler.Boyu atın karnına bile varmıyordu. Oysa en keyifli, en eğlenceli şey buydu. Sanki kaşağının düzenli tıkırtısı Tosun'un hoşuna gidiyor, kulaklarını kısıyor, kuyruğunu kocaman bir püskül gibi sallıyordu. Tam tımar biteceğine yakın huysuzlanır, o zaman Dadaruh, "Höyt.." diye sağrısına bir tokat indirir, sonra öteki atları tımara başlardı.Bir gün yalnız başına kalır. Hasan'la Dadaruh dere kenarına inmişlerdi. İçimde bir tımar etmek hırsı uyanır. Kaşağıyı arar, bulamaz. Annesinin bir hafta önce İstanbul'dan gönderdiği armağanlar içinden çıkan fakfon kaşağı, pırıl pırıl parlıyordu. Hemen alıp, Tosun'un yanına koşar,  karnına sürtmek ister fakat rahat durmaz.
- Sanırım acıtıyor? Diye düşünür.
Gümüş gibi parlayan bu güzel kaşağının dişlerine bakar. Çok keskin, çok sivridir. Biraz köreltmek için duvarın taşlarına sürtmeye başlar. Dişleri bozulunca yeniden dener. Gene atların hiçbiri durmaz ve kızar. Öfkesini sanki kaşağıdan çıkarmak ister. On adım ilerdeki çeşmeye koşar. Kaşağıyı yalağın taşına koyup yerden kaldırabildiği en ağır bir taş bularak üstüne hızlı hızlı indirmeye başlar. İstanbul'dan gelen, üstelik Dadaruh'un kullanmaya kıyamadığı bu güzel kaşağıyı ezip, parçalar. Sonra yalağın içine atar. Babası çeşmeye bakarken, yalağın içinde kırılmış kaşağıyı görür; Dadaruh'a yanına çağırınca  çok korkar. Dadaruh şaşırır, kırılmış kaşağı ortaya çıkınca, babası bunu kimin yaptığını sorar.Dadaruh,
- Bilmiyorum, der.
Babasının gözleri ona döner, daha bir şey sormadan, çocuk kaşağıyı kardeşi Hasan’ın kırdığını söyler. “Dadaruh uyurken odaya girdi. Sandıktan aldı. Sonra yalağın taşında ezdi” der.
Babası Hasan’I çağırır.
-Bu kaşağıyı niye kırdın?diye sorar.
Hasan, Dadaruh'un elinde duran alete şaşkın şaşkın baktıp, sarı saçlı başını sarsarak,
- Ben kırmadım, der.
- Doğru söyle, darılmayacağım. Yalan çok kötüdür, der babası. Hasan inkârda direnir. Baba öfkelenir. Üzerine yürür "Utanmaz yalancı" diye yüzüne bir tokat indirir.
- Götür bunu eve; sakın bunu bir daha buraya sokma. Hep Pervin'le otursun! diye haykırır.
Artık ahırda hep yalnız oynar. Hasan eve hapsedilir. Annesi geldikten sonra da bağışlanmaz.Annesi onun iftira atabileceğine hiç ihtimal vermez.
Ertesi yıl anne, yazın gene İstanbul'a gider.Hasan'a ahır hâlâ yasaktır. Bir gün birdenbire hastalandı.  Doktor "Kuşpalazı" der. Babası yatağın başucundan hiç ayrılmaz.Hizmetçi kardeşinin öleceğini söyler ve çocuk  ağlamaya başlar.Gece uyuyamaz, uykuya dalar dalmaz Hasan'ın hayali gözünün önüne gelir "İftiracı! İftiracı!" diye karşısında ağlar.Pervin'i uyandırır. Hasan'ın yanına gitmek istediğini ve babasına bir şey söylemek istediğini söyler.Yarın söylersin, der.Sabaha kadar gene gözlerini kapayamaz. Hava henüz ağarırken Pervin'i uyandırır.Ama zavallı suçsuz kardeşi, o gece ölmüştür.
3.KİTABIN ANA FİKRİ: Yalan söylemek kötü bir alışkanlıktır.
4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARI DEĞERLENDİRİLMESİ:
    Büyük çocuk: Hasan’ın abisidir.babasından çok korkar.Atları çok sever.
   Hasan :Küçük kardeştir.O da babasından çok korkar ve atları çok sever.Geçirdiği hastalık ölümüne sebep olur.
   Dadaruh: Evin seyisidir. Bütün zamanını atlarla geçirmekyen çok zevk alır.İki çocuğu da çok sever.
   Pervin: Evin hizmetçisidir. Çok yumuşak kalplidir ve herşeyi açıkça söyler.Bir o kadar da sulugözdür.
   Baba: Çocuklarının üzerinde büyük bir otorite sahibidir.        Çocukları onu çok sever ama ondan çok korkarlar.
5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER: Yazar olayları ve yer betimlemelerini çok güzel ve yerinde yapmıştır.Akıcılığı sağlamış, okuyucuyu sıkmadan akıcı bir şekilde okuyabilmesi için bütün imkan ve kabiliyetlerini sergilemiştir.
6.YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ: Ömer Seyfettin, yazı ve öyküleriyle dilde sadeleşme hareketinin öncülüğünü yaparak yeni bir edebiyat akımının oluşumunu sağlayıp, Türk öykücülüğünde kısa öykü türünün dil, anlatım tekniği ile tematik yönden ilk özgün örneklerini vermiştir. Aynı zamanda ulusal edebiyat akımını başlatan yazarlardan olan Ömer Seyfettin 28 Şubat 1884'te Gönen'de doğdu. Öğrenimine, dört yaşında iken, Gönen Mahalle Mektebi'nde başladı. Ailesiyle birlikte İstanbul'a gelince (1892), ilköğrenimini özel bir okul olan Aksaray'daki Mekteb-i Osmani'da sürdürdü. Babasının isteği üzerine, Eyüp baytar Rüştiyesi'nin subay çocuklarına özgü bölümüne yatılı olarak yazıldı (1893). Buradaki eğitiminden sonra (1896), Edirne Askeri İdadisi'ni (1900) ve İstanbul Mekteb-i Harbiye'yi bitirdi. 22 Ağustos 1903'te piyade teğmeni rütbesiyle mezun oldu. Ziya Gökalp ve arkadaşlarının çıkardıkları "Genç Kalemler" dergisinin kadrosuna katıldı. Balkan Savaşı'nın başlaması üzerine, yeniden orduya çağrıldı (14 Eylül 1914). Kısa bir süre "Türk Sözü" dergisinin başyazarlığını yaptı. lan Calibe Hanım'la evlendi (1915).  Eylül 1918'de eşinden ayrıldı. 6 mart 1920'de kaldırıldığı Haydarpaşa Hastanesi'nde şeker hastalığından öldü. Kadıköy Kuşdili'ndeki Mahmut Baba Türbesi mezarlığına gömüldü. 1939'da, kemikleri Zincirlikuyu Mezarlığı'ndaki Asri Mezarlık'a taşındı.
ESERLERİ:
Romanları:
Yaşadığı yıllarda yayınlanan üç romanı ( Ashab-ı Kehfimiz, Efruz Bey, Yalnız Efe, 1919) onun bu alanda yarım kalmış denemeleri olarak sayılır.
"Fantezi roman" olarak nitelendirilen Efruz Bey; 1908'den Mütareke yıllarına kadarki süreci, aydın kişilerin eleştirisi ekseninde yansıtır. Dönemin aydın hastalıklarını, siyasi akımların yanlış yönsemelerini toplumsal eleştiri bağlamında, yeni bir roman tekniğiyle verir.
Yarın kalan romanı Yalnız Efe, destansı bir nitelik taşır. Konusunu bir halk menkıbesinden almıştır. Dönemin toplumsal ortamında, yapılan haksızlıklara başkaldırarak silahlanıp dağa çıkan -kız kahraman- Yalnız Efe'nin kişiliğinde Türk halkanın direnme gücünü göstermeye çalışmıştır.
YAPITLARI:
Öykü: Harem, (u.ö.), 1918; Yüksek Ökçeler, (ö.s.), 1923; Gizli Mabet, (ö.s.), 1923; bahar ve Kelebekler, (ö.s.), 1927.
Bütün Eserleri, temalarına göre bir araya getirilen basım: Efruz Bey, 1970; kahramanlar, 1970; bomba, 1970; Harem, 1970; Yüksek Ökçeler, 1970; Yüzakı, 1970; Yalnız Efe, 1970; Falaka, 1970; Aşk Dalgası, 1970; Beyaz Lale, 1970; Gizli Mabet, 1970.

EKSİK PARÇALAR-JOY FIELDING


 KİTABIN ADI                    :  EKSİK PARÇALAR
KİTABIN YAZARI             :  JOY FIELDING
YAYIN EVİ VE ADRESİ  :  BİLGE KÜLTÜR SANAT, CAĞLOĞLU / İSTANBUL
BASIM YILI                       :  EYLÜL 2000 

 KİTABIN KONUSU:
           
            Yazar, kahramanı Kate Sinclar’ın sıradan yaşamı ile gerilim dolu vahşi bir dünya arasındaki o ince çizgiyi ustalıkla çizmiştir.

KİTABIN ÖZETİ:

            Romanın baş karekteri Kate bir terapisttir ve işi, diğer insanların yaşamlarındaki aksaklıkları gidermektir. Geçmişte sonsuza dek gömülü tutamayacağı bazı sırlar vardır. Kate’in herkes tarafından özlenen yaşamı, üvey kız kardeşi Jo Lynn’in, on üç kadına tecavüz edip onları vahşice öldürmekten yargılanan Colin Friendly ile evlenmek istemesiyle paramparça olur.

            Kate kendini kısa bir zaman içinde Colin’in, huzurlu aile yaşamını mahvetmesini engelleme çabası içinde bulur. Daha da kötüsü, yetmiş beş yaşındaki annesi giderek bunamakta ve zaten asi olan büyük kızı ise teyzsinin etkisi altına girmektedir. Colin ile Jo Lynn evlenirler. Colin, Jo Lynn yardımıyla hapisaneden kaçar. Colin daha önceki kurbanlarına yaptığı gibi Jo Lynn’de öldürdükten sonra Kate’in evine gelir. Elindeki bıçakla Sara’nın boğazına yapışır, bu arada Kate’in annesi arkadan yaklaşarak elindeki sert bir cisim ile Colin’in kafasına vurarak bayıltır. Böylece Colin yakalanarak ait olduğu yere geri döner. Kate ve ailesini geri kalan hayatı geçmişte olduğu gibi huzurlu bir şekil alır.

KİTABIN ANA FİKRİ:

            Hayat ne kadar zorluklarla dolu olursa olsun, bunlara karşi gögüs germeyi bilmeliyiz. Her çikişin bir inişi oldugunu unutmamaliyiz.

KİTABIN ŞAHISLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ:

            Kate Sinclair: güzel bir fiziğe sahip, kahverengi gözlü. İyi bir psikolog olmasına rağmen bu bilgilerini kendi hayatında kullanamıyor.

            Larry: Kate’in kocası ve inşaatçıdır. Hafif kilolu, golf oynamayı seven sakin bir insan. Bir baba olarak aile hayatında çok pasif.

            Jo Lynn: Kate’in üvey kız kardeşi. Erkekleri baştan çıkaracak bir güzelliğe ve cazibeye sahip. Dar görüşlü, olaylara tek yönlü bakan, şıpsevdi bir kadın.

            Sara: Kate’in kızı. Sara güzelliğiyle teyzesine çekmiş. Dürüst bir kişiliğe sahip değil. Teyzesini kendine örnek alan bir kız.

KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER:

            Psikoloji eğitimi almış olan yazarın bu romanı, kadın ruhunu olağan üstü bir gerçeklikle betimliyor. Ama gereksiz tasfirlere yer vermiş ve olaylar arasında sık da olmasa bazı kopukluklar meydana getirmiştir. Dili sade ve anlaşılırdır.

YAZAR HAKKINDA BİLGİ:
 
            1948’de Florida’da doğmuş, 1946 yılında üniversiteye başlamıştır. Aynı zamanda çok iyi bir psikoloji eğitimi almıştır. Bunu çok iyi bir şekilde eserlerine yansıtmıştır. Önemli eserleri: Artık Ağlama, Eksik Parçalar.