29 Şubat 2012 Çarşamba

Katlı Oranlar Kanunu

              Katlı Oranlar Kanunu
Yalnız iki element arasında birden fazla bileşik oluşmuş ise;
Bu bileşiklerde elementlerden birinin sabit miktarıyla birleşen ikinci elementin birleşen kütleleri arasında tam sayılarla ifade edilen katlı oranlar vardır.
ÖRNEK:
Fe ile O elementleri arasında;

FeO Fe2O3 ve Fe3O4

Gibi bileşikler oluşmaktadır. Bunlar arasındaki katlı oranlara bakacak olursak:
Fe2O3 ve Fe3O4
bileşiklerinde mesela Fe yi sabit tutarsak Fe2O3 yi 3 ile ve Fe3O4 ü de 2 ile çarpmamız gerekir. O zaman çarpalım bakalım Mevla’m neyler neylerse güzel eyler.

3(Fe2 O3) Fe6 O9
----------- = ---------
2(Fe3 O4) Fe6 O8

burada Fe’ ler sadeleşirse oksijenler arasındaki katlı oran

9/8

oranı elde edilir.

Bunun anlamı Fe2O3 teki 9 gram oksijene karşılık, ikinci bileşikte 8 gram oksijen vardır.
Katlı oranların uygulana bilemesi için ;
EBileşiklerde yalnız iki element olmalı
EBileşiklerdeki elementler birbirinin aynı olmalı
EBileşiklerin basit formülleri aynı olmamalı
EKatlı oran 1/1 olmamalı
ÖRNEK
NO – N2O3Katlı oranlar kanununa uyarNO2 – N2O4Katlı oranlar kanununa uymaz
NaCl – KClKatlı oranlar kanununa uymaz
H2SO4 – H2SO3 Katlı oranlar kanununa uymaz
FeO – Fe2O3 Katlı oranlar kanununa uyar
ÖRNEK:
X ve Y elementleri arasında oluşan iki farklı bileşikten birincisinde 3 gram X, 4 gram Y ile birleşmiştir. İkincisinde 6 gram X, 6 gram Y ile birleşmiştir. Birinci bileşiğin formülü XY2 ise ikinci bileşiğin formülü nedir.
ÇÖZÜM
Bu tür soruları çözmek için şu şablon tabloyu uygulayalım;
X gram

Y gram

FORMÜL

I. BİLEŞİK

3

4

XY2

II. BİLEŞİK

6

6

?

I. YOL:
Görüldüğü gibi X’ in kütlesi iki katına çıkmış. O halde mol sayısı da iki katına çıkacak. Yani ikinci bileşikteki X2 olacak. Y’ nin kütlesi ise 3/2 katına çıkmış. Onunda mol sayısı 3/2 katına çıkıp Y3 olacak.turkeyarena.com
Bu durumda Formül X2Y3 olur.
II. YOL:
Birinci bileşikte: X = 3 2Y = 4 ise Y = 2 olur.
İkinci bileşikte :

ÖRNEK:
Grafikte X ve Y elementleri arasında oluşan iki ayrı bileşikte X ile Y elementlerin kütlece birleşme oranları verilmiştir. Birinci bileşiğin formülü XY ise ikincininki nedir?

A) X2Y
B) XY2
C) X2Y3
D) X3Y4
E) X3Y2

ÇÖZÜM
Bu tür soruları çözmek için şu şablon tabloyu uygulayalım;

X gram

Y gram

FORMÜL

I. BİLEŞİK

7

2

XY

II. BİLEŞİK

21

8

?


I. YOL:
Görüldüğü gibi X’ in kütlesi üç katına çıkmış. O halde mol sayısı da üç katına çıkacak. Yani ikinci bileşikteki X3 olacak. Y’ nin kütlesi ise 4 katına çıkmış. Onunda mol sayısı 4 katına çıkıp Y4 olacak. Yani bileşik X3Y4 olacak

II. YOL:
Birinci bileşikte: X = 7 Y = 2 olur.
İkinci bileşikte :

Bu durumda formül X3Y4 olur

27 Şubat 2012 Pazartesi

Göçmen kuşlar
                                                              Turna (Grus grus) göçü
                                                  Leylek (Ciconis ciconia) göçü         Göçmen kuşlar farklı mevsimleri farklı coğrafyalarda geçiren kuş türlerinden oluşan bir gruptur. Her sene dünyaca 50 milyar kuşun göç ettiği tahmin edilir. Bunlardan 5 milyarı Avrupa ile Afrika arasında göç eder.
Küçücük kolibri kuşundan koskoca kartallara kadar binlerce kuş türü her sene vakti geldiği zaman üreme ve kışlama bölgeleri arasında uzun yolculuklar yaparlar. Göçmen kuşlar yılda iki defa Kuzey ve Güney yarımküre'leri arasında göç ederler. Kış aylarında havaların soğumasıyla, kuşların besin bulması zorlaşır ve bu konuda aralarında rekabet artar. Bu sebeple Kuzey Yarımküre'de üreyen göçmen kuşlar, her sonbaharda Güney Yarımküre'ye doğru göç hareketine girişir. Güney daha sıcak ve besin bakımından daha zengin olduğundan iyi bir kışlama alanı teşkil eder. İlkbaharın başlamasıyla da güneyden kuzeye dönüş göçüne başlarlar. İlkbaharda kuzey bölgeleri kuş akınlarına uğrar.
İlkbaharda kuzeye gelen kuşlar, ilkbahar, yaz ve sonbahar mevsimleri olmak üzere yılın dörtte üçünü bu geniş alanlarda geçirirler. Yalnız kış mevsiminde tropik bölgelerde barınırlar.
Barn kırlangıçları, her ilkbaharda Brezilya ve Arjantin'den yola çıkarak 4350 kilometrelik tehlikeli bir yolu aştıktan sonra Labrador ve Alaska'ya gelerek yumurtlarlar. Baltimor sarıasması, her Mayıs ayında Güney Amerika'dan kalkarak 1250 kilometrelik bir yolculuktan sonra New York'un Scardale bölümüne gelir.
Kuzey Amerika ormanlarında yumurtlayan siyah çalı bülbülleri, her sonbahar gökyüzünde büyük sürüler halinde bir araya gelerek kışlamak için Atlantik sahillerine ve Güney Amerika'ya göç ederler. Ağırlıkları 9-10 gram gelen bu küçücük kuşlar hiç mola vermeden asgari 86 saat boyunca uçarak 1500 kilometrelik bir mesafe katederler. İlkbaharda göç eden diğer birçok tür gibi geldiği rotayı takip ederek tekrar eski yerlerine geri dönerler. İspinozun dişisi göç ettiği halde erkeği göç etmez. Türkiye'de de leylekler, kırlangıçlar ve daha birçokları sonbahar geldiğinde binlerce kilometreyi aşarak Afrika'ya göç ederler. Bir yıl önce kışladıkları yerlerine giderler. İlkbaharda ise, kuzeye göç ederek kuluçka yuvalarına dönerler. Türkiye, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında göç eden kuşlar için bir köprü oluşturması ve 400'ü aşkın göçmen türü barındırması bakımından özel bir konuma ve milletlerarası önemi haizdir.
Kuşların ayaklarını halkalama metoduyla, radar veya uçaklarla takip ederek, birçok türün göç yollarının haritaları çıkarıldı. Kuş göçleri herkes tarafından görülmeye değer büyük bir şovdur.
Göçmen kuşların çoğu (özellikle küçük ötücü kuşlar) göç için gerekli enerjiyi uzun yolculuğa çıkmadan önce ne bulurlarsa yiyerek vücutlarında depoladıkları yağdan sağlarlar. Yağ onların adeta yakıt tankıdır. Bazıları göçten hemen önce ağırlıklarını iki katına çıkartırlar. Nijerya'da kışlayan ötleğenlerin ağırlığı, Ekim-Şubat ayları arasında 10-13 gr gelir. Avrupa'ya dönüşten önce Mart-Nisan aylarında ve bilhassa Mayıs başında 20 gr'a ulaşır.
Yapılan hesaplamalarda, 8 gr yağa sahip olan bir bülbülün, 3000 km uçabilecek kadar yakıta sahip olduğu anlaşılmıştır. Bu yakıtla Büyük Sahra'yı kolayca aşabilmektedir. Kırlangıçlar ise önceden yağ depolamazlar. Yol boyunca rastladıkları böcekleri avlayarak gerekli enerji ikmalini yaparlar.
Yırtıcı kuşlar, leylekler, turnalar ve pelikanlar gibi iri yapılı kuşlar, bedenlerinin büyüklüğü sebebiyle yağ depolayamazlar. Onlar, göç yolculuklarında, güneşin, toprak ve üstündeki hava katmanlarını ısıtması sonucu yükselen ve termal olarak adlandırılan hava kitlelerini kullanırlar. Geniş kanatlarını kullanarak bir termal yardımıyla yükselir ve termalden termale süzülerek yollarına devam ederler. Bu metodla az enerji harcamış olurlar. Denizler üzerinde termallerin oluşmaması, karalar üzerinden dolaşarak daha uzun göç yollarını takip etmelerine sebep olur. Yolculuk ve mola esnasında da avlanmalarına devam ederler.
Göç sırasında göçmen kuşların bir kısmı gündüz, bir kısmı ise gece uçarlar. Bunun yanı sıra yüzerek göç edenler de vardır. Böceklerle beslenen küçük kuşlar ve ördeklerin çoğu gece yol alır. Arı kuşları, kırlangıç ve kırlangıç benzeri kuşlar da gündüzleri uçarlar. Sığırcıklar 4000-5000 bireylik gruplar halinde göç ederler. Kartal ve atmaca gibi [[yırtıcı kuşlar|yırtıcılar, yalnız ve topluluklar halinde göçe katılırlar.
deniz kıyı kırlangıçlarının göçmen yolları
Gündüzleri birbirini gören hayvanlar, geceleyin de seslerle birbirinden ayrılmazlar. Kırlangıçlar hayatlarını sıcak bölgelerde geçirirler. Kuzey yarımkürede üredikten sonra kışlamak için Temmuz-Eylül arasında güney yarımküreye göç ederler. Yurdumuzda yaşayan kırlangıçlar Nisan ayında iklimimize geri dönerler. Leylekler, ülkemize Mart ayından itibaren gelmeye başlarlar. Ağustos sonunda büyük topluluklar halinde, Güney Afrika'ya göç ederler. Deniz kırlangıçları, senede iki defa kuzey kutbunda yumurtladıktan sonra kışı geçirmek için güney kutbuna uçarlar. Uzun kanatlı yelkovan kuşları, güney yarımküreye mahsus göçmen kuşlardır. Üreme bölgeleri olan Avustralya'nın güneyinden göç ederek, Kuzey Pasifiğin kutup bölgesine gelirler. Gidiş-dönüşü 30.000 km'yi bulan bu göçe 10 milyon civarında kuş katılır. En uzun göç yolunu, deniz kıyı kırlangıçı (Sterna paradisaea) kateder. Kuluçka bölgesi olan Kuzey Kanada kıyılarından sonbaharda göçe başlar. Atlantik'i geçerek Batı Afrika kıyıları boyunca uçarak kışı geçireceği bölgelerine inerler.
Göçün nedeni
Kuşların bir kısmı, niçin ölüm pahasına uzun göçlere girişirler? Niçin diğer kuşlar gibi, göçmen kuşlar da yurtlarında kalıcı değildir? Bunları göçe zorlayan nedir? Soğuktan kaçmak ve besin bulmak için mi? Bu, ancak birçok sebebin bir kısmı sayılabilir. Çünkü birçoğu, gerekli besin ve elverişli iklim şartlarından çok daha fazla yolculuk yaparlar. Bazı türler de havaların soğuması ve besin azlığının baş göstermesinden önce güneye inerler.
Güneşe göre hareket
Sonbaharda güneye göçeden bir kuş yakalanarak bir kafese konursa, ilginç bir olay gözlenir. Kafes ne tarafa çevrilirse çevrilsin, kuş daima göç istikameti olan güneye döner.
Alman kuş bilgini Gustav Kramer yapmış olduğu gözlem ve deneyleriyle kuşların yönlerini güneşe göre kestirdiklerini ilk bulanlardandır. Ekim aylarında yakaladığı Avrupa sığırcıklarını altı şeffaf olan yuvarlak boş kafeslere koydu. Kafesin şeffaf kısmında davranışlarını gözledi. Bunların kafeslerinde rahat durmadıklarını, durunca bile kafesin bir köşesinde güney istikametine devamlı döndüklerini gördü. Güney bu kuşların normal göç istikametiydi. Kafes döndürülünce kuşlar da buna uyarak tekrar dönüyorlardı. İlkbahar aylarında kuşlarda yine göç huzursuzluğu başlıyordu. Bu sefer de tam aksi istikamete, yani kuzeye dönüyorlardı. Güneş ışığından başka bir şey görmeyen sığırcıklar, hep doğru istikamete dönüyorlardı. Kramer kafese gelen güneş ışığının istikametini değiştirmeye karar verdi. Döner aynalar kullanarak ışığın kafese giriş istikametini 90 derece değiştirdi. Kuşlar da buna bağlı olarak yönlerini 90 derece değiştirdiler. Demek ki, güneşe göre, yönlerini ayarlıyorlardı.
Kuşların çoğu gündüz güneşe göre hareket ederler. Ancak birçok kuş da gece göç eder. Yapılan araştırmalar kuşların gündüz güneşe, geceleyin ise ay ve yıldızlara göre uçuş istikametlerini bulabildiklerini ispat etti.
Ardıç kuşları gökyüzünü göremeyecekleri yuvarlak bir kafese konulduklarında göç huzursuzluğuyla mevsimlik göç istikametlerine döndükleri tesbit edildi. İyi ama bunlar güneşi, ayı ve yıldızları göremedikleri halde yönlerini nasıl buluyorlardı?
Araştırmalar birçok hayvanın vücutlarında biyolojik pusulalara sahip olduklarını ortaya çıkarmaktadır.
Biyolojik pusula
Amerikalı araştırıcılardan Walcott ilk olarak bazı deneyler yaptılar ve güvercinlere küçük mıknatıslar takınca kuşların yönlerini tamamen şaşırdığını gördüler. Araştırmalar neticesinde göçmen kuşların boyun kısımlarında ferromanyetik taneciklerin bulunduğu ve arzın manyetik alanına göre hassasiyet gösterdikleri keşfedildi. Şimdiye kadar tetkik edilebilen göçmen kuşların kafa yapısında bulunan taneciklerin demir açısından zengin bir mineral olan manyetit (Fe3O4) olduğu anlaşıldı.
Bu tabii pusulalarından göç esnasında azami derecede istifade ederler. Dünyanın manyetik alanının kuvvet çizgilerine göre kendi durumlarını tesbit ederek doğru yönü bulurlar. Kafalarının içindeki bu pusulaları sayesinde kapalı havalarda da yollarını bulurlar. Bulutlu bir günde bile yönlerini şaşırmazlar. Fakat başlarına kuvvetli bir mıknatıs bağlanınca bulutlu günde güvercinler yollarını tamamen kaybederler. Çünkü takılan mıknatısın oluşturduğu suni alan, tabii manyetik alanı değiştirir. Onlara evlerini bulduracak hiçbir ipucu bırakmaz.
Güvercinlerin boyun kısmında pusula vazifesi gören manyetit adlı maden zerreciklerinin keşfinden sonra, kuşların yönlerini koku alarak da bulabildikleri ortaya çıkarılmıştır.
Koku alma koordinat şebekesi
Posta güvercinleri doğru rota bulmaya yarayan bir koku alma organına sahiptirler; koku alma organlarını yuvalarına dönüşte kullanmakta ve atmosferde her tarafa dağılmış zerreler halindeki maddecikler, güvercinlerin koku alma koordinat şebekesinin muhtemelen temelini teşkil etmektedir. Max Planck Enstitüsünün Seewiesen'deki davranış psikolojisi bilginleri bunu böyle tahmin etmektedir.
Koku alma duyusu asgari 700 km'ye kadar olan mesafelerde yön bulma için vazgeçilmez bir vasıtadır. Kuşlar herhalde havadaki zerrecikleri algılamakta, bunlar yardımıyla yabancı bölgelerde mevki tayini yapmaktadırlar. Bunun için hangi maddelerin sözkonusu olduğu şu ana kadar tesbit edilememiştir.
Daha 30 sene önce, posta güvercinlerinin de diğer göçmen kuşlar gibi güneşi pusula olarak kullanabildikleri ispatlanmıştı. Daha sonra yerin manyetik alanının da aynı şekilde kendilerine yön belirleyici olarak hizmet ettiği tesbit edilmişti. Bununla beraber koku alma koordinat şebekesinin varlığı anlaşılmadan önce, posta güvercinlerinin yüzlerce kilometre uzaklıktaki yuvalarını nasıl bulabildikleri ikna edici bir şekilde izah edilememekteydi.
Pusula kullanmak isteyenin haritaya da ihtiyaç duyacağı ilim adamlarının tebliğinde yer almaktadır. Bu haritanın güvercinlerin koku alma organı ile bağlantılı olması gerektiğine Pizalı araştırıcılar dikkat çekmişlerdi. Çünkü, koku alma duyuları ortadan kaldırılmış güvercinler yuvalarını artık bulamamaktaydı. Kuşlar çok iyi hava tahmincileridir. Havadaki çok hafif barometrik basınç değişimini fark edebilirler. Fırtına çıkacağını önceden keşfederler. Keskin bir görme gücüne sahiptirler. Deneyler güvercinlerin polarize ve ultraviole ışınları da gördüklerini ortaya çıkardı. Bu ışıklardan denizlerden uçarken faydalanırlar. Ayrıca, frekansı çok düşük uzun dalga alt sesleri de duyarlar. İnsan kulağı saniyede 10-20 titreşimin altındaki sesleri duyamaz. Kuşlar ise çok daha düşük sesleri işitebilirler. Bunun sayesinde göç eden bir kuş kendisinden çok uzakta patlayan bir fırtınayı veya 1000 km uzaktaki gök gürültüsünü işitebilmektedir. Binlerce kilometre ötedeki atmosfer basıncı değişikliklerinin meydana getirdiği çok düşük frekanslı elektromanyetik dalgaları fark edebilmektedir. Kuşlar insanlardan çok daha geniş bir dünyayı görür, duyar ve hissederler.
Milyonlarca göçmen kuşun uzun mesafeler katederek yaptığı yolculuk insanlar için hayati değer taşır. Kuşlar zararlı böceklerin baş düşmanıdır. Karaların çoğunun bulunduğu kuzey bölgelerine göç etmeselerdi ve yılın dörtte üçünü burada geçirmeselerdi, haşereler buralarda muazzam bir bitki katliamı yapardı. Baharda milyonlarca böcek, bitkiler üzerine yumurta bırakır. Bunlardan çıkan tırtıllar, kuşlar tarafından yenilerek kontrol altında tutulur. Çeşitli kurt, böcek ve çekirge yumurtalarını yiyerek mutlak bir kıtlığın önüne geçerler.

26 Şubat 2012 Pazar

ATMOSFER KATMANLARI

ATMOSFER KATMANLARI
Atmosfer, Dünya'nın oluşumundan bu yana, çeşitli gazların karışımından oluşan ve gezegenimizi saran, binlerce kilometre kalınlıkta bir gaz kütlesidir. Atmosfer, yerçekimi etkisi ile Dünya'ya bağlı kalır. Yerçekimi dolayısıyla, havanın yeryüzüne yaptığı ağırlık "hava basıncı" olarak tanımlanır. Dünya'yı, Güneş'in zararlı ışınlarından koruduğu gibi, canlılar için yaşamsal önem taşıyan gazları da içermektedir. Atmosfer, Güneş'ten gelen ısıyı tutarak, havanın yeryüzüne yakın kesiminin ısınmasına; dolayısıyla hava koşullarının oluşmasına neden olur. Atmosfer'i oluşturan başlıca gazlar: nitrojen(azot) (% 78), oksijen (% 21), argon (% 0,934), karbondioksit(% 0,033) ve geri kalan (% 0,0033) miktarı ise, neon, helyum, kripton, ksenon, hidrojen, metan gibi gazlardır. Ayrıca, toz tanecikleri ve su buharı da bulunur.

Atmosfer'i oluşturan gazların; (su buharı ve ozon hariç) yerden 80 km ye kadar, temel özellikleri değişmez. Bu bölge, homosfer olarak adlandırılır. 80 km' nin üzerinde ise, atmosferik gazlar, molekül ağırlıklarına göre ayrışır. Bu tabakaya da, heterosfer denir. Atmosfer'in yoğunluğu, deniz seviyesinde en fazla olup, yükseklere çıkıldıkça azalır. Giderek, gezegenler arası uzayın, boşluk denecek kadar seyrek moleküllü hüviyetini kazanır. Bu nedenle, atmosfer'in üst sınırını, dolayısıyla kalınlığını kesin olarak tespit etmek mümkün değildir. Atmosfer'in, kütlesinin % 97'si, yeryüzünden 29-30 kilometrelik bir yükseklik içinde bulunur. Daha yukarılarda, gaz moleküllerinin yoğunluğu elbette çok azalır.  

TROPOSFER 
  
Troposfer, atmosfer'in en alt tabakasıdır. Kalınlığı, kutuplarda 7 km, ekvatorda 17 km civarındadır. Bu farklılık, havanın kutuplarda, soğuyarak alçalması, ekvatorda ise ısınarak yükselmesinden kaynaklanır. İklim olayları, troposferin genellikle 3-4 km' lik alt katında, meydana gelir. Bunun başlıca sebebi, su buharının, troposferin alt katlarında olmasıdır. Bu tabaka, ısı değişkenliğinin en çok görüldüğü tabakadır. Troposfer, daha çok yerden yansıyan ışınlarla ısındığından, yerden yükseldikçe her 100 metrede sıcaklık 0,5 °C azalır. Atmosfer'i oluşturan gazların, % 75'i, su buharının % 99'u, bu katmanda bulunur. Su buharı yoğunlaşması, enlemlere göre değişiklik gösterir ve büyük bölümü tropik enlemlerde yer alır. Su buharı, Güneş enerjisini ve yerden gelen ısı radyasyonunu emerek, sıcaklığın ayarlanmasında önemli rol oynar. Şayet, atmosferdeki bütün su miktarı, yağış olarak yere bir kerede düşseydi, Dünya'nın zemini, 2,5 cm derinliğinde suyla kaplanırdı.

Atmosfer
ve yerküre arasındaki enerji alışverişinin, neredeyse tamamı bu katmanda meydana gelir. Ayrıca genel bir ısınma olarak adlandırılabilecek olan, sera etkisi de, atmosferdeki önemli gazlardan biri olan, karbondioksite bağlıdır. Doğal karbondioksit(CO2) döngüsü, yılda 70 milyar tondur. Ayrıca, insanların ürettiği milyarlarca ton CO2 de, buna eklenmektedir. Troposferden sonraki katman, 50 km yüksekliğe kadar yükselen stratosferdir.

STRATOSFER-OZON TABAKASI
Buradaki hava, kuru ve daha az yoğundur. Yeryüzünden gelen ısı etkisi, yükseldikçe azalır. Sonuç olarak, yükseldikçe havanın daha da soğuması gerekirken, stratosfer daha sıcaktır. Troposferin sınırında(ortalama 11km yükseklikte) hava sıcaklığı, yaklaşık -56 °C iken, stratosferin sınırında (ortalama 50 km) 0 °C civarındadır. Demek ki bu katmanda bir enerji kaynağı var. O da, Güneş'ten gelen, morötesi (ültraviyole-UV) ışınlarının, yüksek frekanslı kısmını soğuran ozon tabakası.
Yeryüzündeki hayatı, bu ışınların zararlı etkilerinden koruyan, stratosferde oluşan ve yaklaşık 12 km kalınlığında olan ozon tabakasıdır. Ancak bu tabakada, ortalama 2-3 mm kalınlığında, çok yoğun bir halka vardır ki; adeta Dünya için bir zırh görevi yapmaktadır. Ozon tabakasının, iki önemli işlevi vardır: Birincisi yeryüzündeki temel ısı dengesine yardımcı olmak, ikincisi zararlı UV radyasyonunun yeryüzüne ulaşmasına engel olmak. Ozon, atmosfer içinde, Dünya yüzeyinden 50 km yüksekliğe kadar olan kısımda yayılmış olsa da, stratosferdeki yoğunluğu çok fazladır.

MEZOSFER

Mezosferde, 50 km' den daha yukarıda, ozon yoğunluğu, birden bire azalır ve üst sınırda (yaklaşık 80 km de) sıcaklık, -93°C'a kadar düşer. Mezosferde rastlanan incecik zar gibi buz tabakaları, bu yükseklikte bile su buharı bulunduğunu gösterir. Daha da yükseğe çıkıldığında, atmosferin yapısının, büsbütün değiştiği gözlenir. Alt katmanlar için fiziksel, orta katmanlar için kimyasal süreçler, tipik özellik arz ederken, üst katmanlarda, tamamen farklı olaylar gelişir.
Mezosferde, hava basıncı ve yoğunluğu, en düşük seviyededir. Mezosfer tabakası, yeryüzünü, uzaydan gelen meteorlardan korur. Meteorlar, bu tabakaya girdiklerinde, yanarlar. Bu yükseklikte, nefes alacak oksijen yoktur.

İYONOSFER VE TERMOSFER

Güneş'ten kaynaklanan güçlü enerji yayılımı, molekülleri ayırır. Böylece elektronlar ve iyonlar oluşur. Bu nedenle, 80 km'nin üstündeki bu tabaka; iyonosfer, ya da termosfer, olarak adlandırılır. Termosferde, Güneş'ten gelen elektromanyetik dalgalar, yansıtılır. Bu katmandaki tüm hareketler, Güneş'ten gelen elektrik yüklü parçacıklardan kaynaklanır. Atmosferde, saatteki hızı 1000 km'ye kadar çıkan bu parçacıklar, ışık yayan cisimlere dönüşürler. "Kutup ışığı", bu şekilde meydana gelir. Ne kadar yükseğe çıkılırsa, Güneş ışınlarının etkisi de, o kadar artar. 600 km yükseklikte, sıcaklık da, yaklaşık 1000°C'dir. Termosferin ötesinde, seyrelme devam eder ve gezegenler arası gazlarla karışır.

HİDROSFER(Su Küresi)
  
Hayatın kaynağı sudur. İnsan vücudunun % 55-60 sudan oluşmaktadır. Su, bütün yaşam sürecinde, en temel maddedir. Su çevriminin başlama noktası yoktur. Su çevrimini, harekete geçiren Güneş, okyanuslardaki suyu ısıtır, ısınan su, buharlaşır. Yükselen hava akımları, su buharını, atmosfer içinde yukarıya kadar taşır. Orada bulunan daha soğuk hava bulutlar içinde yoğunlaşır. Hava akımları, bulutları dünya çevresinde hareket ettirir. Bulutların içinde, damlaları taşıyan toz zerreleri, bir araya gelerek, büyürler ve yağış olarak gökyüzünden düşerler. Bazı yağışlar, kar olarak Dünya'ya geri döner ve donmuş su kütleleri halinde, binlerce yıl kalabilecek olan buz dağları ve buzullar şeklinde birikebilir.

Ilıman iklimlerde, ilkbahar geldiğinde, çoğu zaman kar örtüleri erir ve eriyen su, erimiş kar olarak, toprak yüzeyinde akışa geçer ve bazen de sellere sebep olur. Yağışın çoğu, okyanuslara, ya da toprağa düşerek, yerçekiminin etkisiyle yüzey akışı olarak akar. Akışın bir kısmı, vadilerdeki nehirlere karışır ve buradan da nehirler vasıtasıyla okyanuslara doğru hareket eder. Yüzey akışları ve yeraltı menşeli kaynaklar, tatlı su olarak, göllerde ve nehirlerde toplanır. Bütün yüzey akışları nehirlere ulaşmaz. Akışın çoğu, sızarak yeraltına geçer. Bu suyun bir kısmı, yüzeye yakın kalır. Yeraltı suyu boşaltımı olarak, tekrar yüzeydeki su kütlelerine ve okyanusa katılır. Bazı yeraltı suları, yer yüzeyinde buldukları açıklıklardan, tatlı su kaynakları olarak tekrar ortaya çıkarlar. Sığ yeraltı suyu, bitki kökleri tarafından alınır ve yaprak yüzeyinden terlemeyle atmosfere geri döner.

Floresan  mı ampülmü ekonomiktir? floresan nasıl ışık verir?
Aslında ampullerin çok basit bir ışık sistemi yapısı vardır. Hepimiz biliriz ki üzerinden elektrik akımı geçen bir metal direnç gösterir. Bu direnç karşısında ısınır. Bunu en yakın elektrik sobalarında ve elektrik ocaklarında görebilirsiniz. İşte ampulde bu prensibe göre çalışır. Ampulün içinde bulunan çok ince filaman dediğimiz (çoğunlukla tungsten metalinden yapılmış) bir tel bulunur. Bu telden geçen elektrik akımı sonucunda tel aşırı derecede ısınarak (yaklaşık 3000 C) ışık yaymaya başlar.
Ampulün yapısına bakacak olursak, içi argon gazıyla dolu armut şeklinde bir camdan yapıldığını görürüz. İçinde elektrik akımının geçtiği kalın iki tane tel vardır. Bu tellerin ucunda iki tel arasında ise filaman bulunur. Filamanı tutan ayrıca iki veya daha fazla destek telleri vardır. Akım ve destek telleri cam bir kaideye tutturulmuştur.
Akım tellerinin birisi ampulün altındaki noktaya, diğeri ise vidalı kısmın yan tarafına bağlıdır. Elektrik bu noktalardan temin edilir.
Filamanlar tungsten metalinden yapılırlar. 60 Watt 'lık bir ampulde bulunan filamanın boyu yaklaşık iki metredir. Çift sarmallı olarak yapıldıkları için boyu size kısa gelebilir. Bunu aşağıdaki filamanın büyültülmüş resminden daha iyi anlayabilirsiniz.
Floresan lambalar ilk olarak 1939 yılında, NevvYork Dünya Fuarı'nda 'General Electric' tarafından sergilendi. Amerikan evlerinin elektrikle aydınlatılmasından yaklaşık 60 sene sonra ortaya çıkan floresan lambanın bilinen ampul ile savaşı günümüze kadar sürdü.
Aynı evin içinde banyoda yumuşak ışığı ile floresan galip gelebilirken, yatak odasında mücadeleyi romantik ışığı ile ampul kazandı. Uzun mücadele sonunda zafer floresanın oldu. Bunun esas sebebi ise evlerdeki tercihin değişmesi değil, elektrik giderlerinin azaltılması gereken yoğun yaşamın olduğu işyerleri ve okullardı.
18 Watt'lık bir floresan lamba, 75 Watt'lık bir ampul kadar ışık verebilir. Yani floresanlar daha az enerji harcayıp, daha çok ışık verirler, yaklaşık yüzde 75 enerji tasarrufu sağlarlar. Piyasa satış fiyatları daha yüksektir ama en az on misli daha uzun ömre sahiptirler. Işık tek bir noktadan değil de tüpün her tarafından geldiği için daha fazla dağılır. Mavimsi ışıkları daha yumuşaktır ve gözleri yormaz.
Floresan lambalarda, elektrik düğmesine basıldığında, trans-formerden geçen elektrik, tüpün bir ucundaki elektrottan diğerine bir ark oluşturur. Bu arkın enerjisi tüpün içindeki cıvayı bu-harlaştırır. Bu buhar elektrik yüklenerek gözle görülmeyen ült-raviyole ışınları saçmaya başlar. Bu ışınlar da tüpün iç yüzeyine kaplanmış olan fosfor tozlarına çarparak görülen parlak ışığı oluşturur.
Floresan lambalar ilk açılışları sırasında çok elektrik çekerler. Halbuki bu miktarda enerjiyi bir saatlik açık durumda ancak harcarlar. Ayrıca çok sık açıp kapama ile ömürleri de kısalır. Örneğin tipik bir floresan lamba devamlı açık bırakıldığında 50.000 saat çalışabilir. Üç saatlik aralarla kapanıp açıldığında ömrü 20.000 saate düşer. Sonuç olarak floresan lambaları bir saat sonra açacaksanız hiç kapatmamanız daha ekonomik olabilir. Normal ampullerde açıp kapamanın ciddi bir etkisi yoktur.
Bazı insanların floresan tipi ışıklara duyarlıkları vardır. Aslında ayırt edemeyiz ama floresanın ültraviyole içeren arkı saniyede 120 kez çakar. Işığın bu frekansı bazı insanlarda migren denilen baş ağrıları yaratabilir. Bu titreşimleri lambaya doğrudan baktığınızda göremezsiniz ama gözünüzün köşesinden baktığınızda görebilirsiniz.
Evlerdeki çiçekler genellikle yeşil yapraklı olup, ışığın kırmızı ve mavi kısmını absorbe ederler. Mavi onlar için özellikle önemlidir. Ampul ışığında mavi renk çok azdır. Bu nedenle evdeki çiçekler için floresan lambalar daha faydalıdır.
17. YÜZYIL (DURAKLAMA DÖNEMİ) ISLAHATLARI
 Bu dönemde yapılan ıslahatların amacı yükseliş dönemindeki parlak günlere geri dönmektir .
            Islahatçılar sorunların nedenlerinden çok sonuçları üzerinde durmuşlardır. Islahatlar, sonuçları ortadan kaldırmaya yöneliktir. Islahatçılar kurumlardaki bozulmayı kanunlara uymamakta gördüklerinden dolayı toplumda otoriteyi sağlamak için şiddet kullanarak kanunları uygulatma yoluna gitmişlerdir. Islahatlar, ıslahat yapanlardan sonra devam ettirilemediği için sürekli olmamışlardır. Bu dönemin ıslahatçıları :
a) Kuyucu Murat Paşa :
  • Ahmet zamanında yaygınlaşan Celali İsyanlarını şiddetle bastırdı
b) II. (Genç ) Osman :
  • Yeniçeri Ocağını kaldırıp yerine düzenli bir ordu kurmak istedi.
  • Saray dışından evlenme geleneğini yeniden canlandırdı.
  • İlmiye sınıfının nüfuzunu (etkisini) kırıp devlet yönetiminden uzaklaştırdı.
  • Saray masraflarını azalttı.
c) IV. Murat:
            Devlet otoritesini sağladı. İçki, tütün ve sokağa çıkma yasağı gibi önlemlerle devlete eski gücünü kazandırmaya çalıştı.
 d) Tarhuncu Ahmet Paşa :
            Ekonomi alanında ıslahata girişen ilk ıslahatçıdır. Bütçeyi denkleştirmek için saray harcamalarını kıstı. Osmanlılarda bilinen ilk devlet bütçesini hazırladı.
e ) Köprülüler dönemi :
            Köprülüler dönemi Köprülü Mehmet Paşa ' nın sadrazamlığa getirilmesi ile başlar. Köprülü Mehmet Paşa, sadrazam olmak için Türk tarihinde ilk ve son kez padişaha koşullar ileri sürdü. Bunlar;
  1. Saray, devlet işlerine karışmayacak.
  2. Padişah’a sunacağı teklifler kabul edilecek.
  3. Her türlü göreve getirme ve görevden alma işini kendisi yapacak.
  4. Hakkında şikayet olursa yargılanmadan cezalandırılmayacak.
            Çanakkale Boğazı’nı Venediklilerden kurtaran Köprülü Mehmet Paşa isyanları bastırdı. Devlet otoritesini yeniden sağladı. Köprülü Fazıl Ahmet Paşa döneminde de otorite devam ettirildi.
18. YÜZYIL ISLAHATLARI VE ÖZELLİKLERİ
Lale Devri
  • İlk kez Avrupa’nın önemli merkezlerinde geçici elçilikler açıldı (Paris, Viyana, Moskova ve Lehistan). Osmanlı Devleti, elçilikleri kurmakla; Avrupa’daki teknik, bilimsel ve sosyal gelişmeleri takip etmeyi ve Avrupa devletlerinin politikalarını öğrenmeyi amaçlamıştır.
  • Said Efendi ve İbrahim Müteferrika tarafından ilk Türk matbaası kuruldu (1727). İbrahim Müteferrika’nın evinde kurulan bu ilk Osmanlı matbaasında dini kitaplar hariç tarih, coğrafya ve edebiyata ait bazı kitaplar basılmıştır. Matbaada basılan ilk eser Vankulu Lügati adlı sözlüktür.
            Osmanlı Devleti’nde binlerce insan hattatlık yaparak geçimlerini sağlıyordu. Bu insanları mağdur etmemek amacıyla devlet önceleri matbaada dini kitapların basımını yasaklamıştır.
  • Yeniçerilerden oluşturulan bir itfaiye örgütü kurulmuştur (Tulumbacılar).
  • Yalova’da bir kağıt imalathanesi kurulmuştur.
  • İstanbul’da bir kumaş ve çini imalathanesi açılmıştır.
  • İlk defa çiçek hastalığı için aşı bulunmuştur.
  • Kütüphaneler açılmıştır (En önemlileri Enderun ve Yeni Cami kütüphaneleridir).
  • Askeri alanda esaslı bir ıslahat görülmemiş, sınırlarda bazı kaleler ve istihkamlar yaptırılmıştır. Ayrıca İstanbul surları onarılmıştır.
  • Doğu klâsiklerinden bazı eserler Türkçeye tercüme edilmiştir.
  • Resim, minyatür, edebiyat ve az da olsa bilim alanında gelişmeler gözlenmiştir.
  • Avrupa’dan Rokoko ve Barok tarzı mimari örnek alınarak çeşitli eserler yapılmıştır.
  • Osmanlı mimarisinin Avrupa mimarisinin etkisinde kalması sonucunda sivil mimari ön plana çıkmıştır.
  • Osmanlı Devleti bu dönemde sadece Doğu’da İran’la savaşmıştır.
  • Lâle Devri Patrona Halil İsyanı ile sona ermiştir.
I. Mahmut
            l. Mahmut orduya düzen vermenin ve Avrupa orduları gibi savaşa hazırlanmanın lüzumunu anlamış ve bu işi Fransız asıllı Humbaracı Ahmet Paşa’ya (Kont dö Boneval) vermiştir.
Ahmet Paşa;
  • Osmanlı ordusundaki Humbaracı ve Topçu sınıfını ıslah etmiştir.
  • Ordunun ıslahı için raporlar hazırlamıştır.
  • Subay yetiştirmek amacıyla Kara Mühendishanesi’ni kurmuştur (1734). Böylece Avrupa tarzında ilk teknik okul açılmıştır.
  • Emrindeki kıtaları Avrupa ordularının düzenine göre örgütlemiş, bölük, tabur ve alay örgütlerini oluşturmuştur.
III. Mustafa
            Bu dönemin ıslahatlarını Sadrazam Koca Ragıp Paşa ve Baron dö Tot yapmıştır:
  • III. Mustafa lüzumsuz masrafları keserek maliyede ıslahat yaptı. İlk defa bu dönemde iç borçlanma sistemi (esham) uygulanmıştır.
  • Fransızca’dan matematik ve astronomiyle ilgili kitaplar tercüme edilmiştir.
  • Fransa’dan getirilen Baron dö Tot topçu ve istihkam askerlerini ıslah etmiştir.
  • Sürat Topçu Ocağı kuruldu. Bu ocak Avrupa tarzında yetiştirilmiştir.
  • Tophane ıslah edilmiştir.
  • Deniz subayı yetiştirmek amacıyla Deniz Mühendishanesi kurulmuştur.
  • Çeşme faciasından sonra tersane ıslah edilerek yeni bir donanma kurulmuştur.
I. Abdülhamit
Devrin ileri gelen ıslahatçı devlet adamları Halil Hamit Paşa ve Cezayirli Hasan Paşa’dır.
  • Halil Hamit Paşa, Sürat Topçu Ocağı’nı genişleterek mevcudunu artırmıştır.
  • İstihkam Okulu açıldı. Lağımcı ve Humbaracı ocaklarının gelişmesi sağlandı. Kara ve deniz kuvvetlerini ıslah etmek için Avrupa’dan çok sayıda mühendis ve uzman getirilmiştir.
  • Yeniçerilerin sayımı yapıldı. Tımar sisteminde düzenlemeye gidildi. Ulufe alım satımı yasaklandı. Halil Hamit Paşa maliyeyi düzeltmek için çalışmalar yaptı. Ancak başarılı olamadı.
III. Selim
            III. Selim döneminde yapılan ıslahatlara Nizam-ı Cedit adı verilmiştir. Bu dönem ıslahatlarının ağırlık merkezini askeri ıslahatlar oluşturmuştur.
  • Nizam-ı Cedit Ordusu kuruldu. Bu ordu yeniçerilerden seçilen ve Anadolu’dan getirilen askerlerden kurulmuştur. Avrupa tarzında eğitilen bu ordu ilk askeri başarısını Akka’da Fransızlara karşı kazanmıştır. Ordunun giderleri yeni kurulan İrad-ı Cedit hazinesi tarafından karşılanmıştır.
  • III. Selim donanmaya önem vermiş ve tersaneyi ıslah etmiştir.
  • Mühendishane-i Berr-i Hümayun (Kara Mühendishanesi) ve Mühendishane-i Bahr-i Hümayun (Deniz Mühendishanesi) adıyla okullar genişletilmiştir.
  • Avrupa’daki gelişmeleri takip etmek ve Osmanlı Devleti hakkındaki düşüncelerini öğrenmek amacıyla Avrupa’nın önemli merkezlerinde sürekli elçilikler kurulmuş, Paris, Londra, Viyana ve Berlin’e elçiler gönderilmiştir.
  • Ülke parasının değerini korumak için yerli malı özendirilmiştir.
  • Resmi devlet matbaası kurulmuştur.
  • İlmiye sınıfının ıslahı için çalışıldı. Yeni kitaplar tercüme edilmiş ve Fransızca devletin ilk resmi yabancı dili haline getirilmiştir.
  • III. Selim tarafından yapılmak istenen ıslahatlar; yeniçerilerin tepkisi, devlet adamlarının lüks ve israfa dalmaları, İrad-ı Cedit hazinesi için konulan vergilerin toplumda meydana getirdiği huzursuzluk ve yabancı elçilerin aleyhte propaganda yapmaları gibi nedenlerden dolayı başarılı olamamıştır.
    Kabakçı Mustafa İsyanı’yla III. Selim öldürülmüş (1807) ve Nizam-ı Cedit ıslahatları ortada kalmıştır.
18. Yüzyıl Islahatlarının Genel Özellikleri
  • Osmanlı Devleti, Avrupa’nın gerisinde kaldığını anlamış ve Avrupa’yı örnek alarak yenilikler yapmıştır.
  • Islahatlar padişah ve devlet adamları tarafından yapılmış, halkın ıslahatlar konusunda bir isteği ve desteği olmamıştır.
  • Savaşların yenilgiyle sonuçlanması ve toprak kayıplarının devam etmesi, ıslahatların askeri alanda yapılmasına neden olmuştur.
  • Islahatlar, gösterilen tepkiler yüzünden (özellikle yeniçerilerin) devamlı olmamıştır.
XVII. yüzyıl ıslahatlarına göre daha esaslı ıslahatlar yapılmıştır. Ancak, ıslahatlarla amaçlanan hedefler gerçekleştirilememiş ve devlet çöküntüden kurtarılamamıştır.