YETİŞKİNLİĞİ TANIMI
Yetişkin
(adult) sözcüğü, Latince’de büyümek anlamına gelen “adolescere” fiilinin geçmiş
zamanından türetilmiştir. Yani yetişkin “büyümüş kişi” anlamına gelmektedir. Yetişkinliğe “olgunluk
dönemi” de denir. Çünkü bu dönemde yetişkin kişinin fiziksel ve psikolojik
açıdan olgunlaştığı kabul edilir. Olgunluk ise; bireylerin yaşamın gereklerine
ve zorunluluklarına başarılı bir şekilde uyum sağlamaları, bunun içinde sürekli
değişim gösterebilme yeteneğidir. Olgunlaşma süreci, de insanoğlu ile dünya
arasındaki uyum arayışıdır.
Genellikle
toplumlar için yetişkinliğin başlangıcı; öğrenim hayatını bitirmiş, iş hayatına
atılmış veya evlenmiş olmakla aynı anlama gelir.
Diğer
taraftan yetişkinliğin yaşlılıkla ya da biolojik ve toplumsal değişimle bir
tutulduğunu görmekteyiz. “Biolojik yaşlanma”, insan organizmasının yapı ve
işleyişinde zamanla ortaya çıkan değişmeleri; “Toplumsal yaşlanma” ise, bireyin
rolleri üstlenmesi ve terk etmesinde zamanla oluşan değişimleri içerir. Oysa
birey doğumundan ölümüne kadar hem toplumsal hemde biolojik bir çok evreden
geçer.
YETİŞKİNLİK KURAMLARI
ERİKSON’UN
KURAMI
Erikson’un
bu kuramı onun klinik gözlemlerine ve kuramsal psikolojisine dayanır. Ancak bu
kuram, yetişkinlik konusunda bugüne kadar ileri sürülmüş en kapsamlı açıklamayı
içerir. Bunun sebebi de insanın yaşamı boyunca gösterdiği her türlü gelişim ile
bağlantı kurmasıdır. Bu kuramın yetişkinlikle ilgili evreleri şöyledir:
v
MAHRAMİYETE
KARŞILIK TECRİT OLMA:
Genç yetişkinlik döneminde görülen bir evredir. Ergenlikte başlayan cinsel
yakınlık bu dönemde gerçekten yakın ve mahrem ilişkiler geliştirme şeklini
alır. Ergenlikte birey romantik ilişkilerle kendini tanıma çabası içindedir.
Böylece birey kendi kimliğinden emin olacak ve kimlik karışıklığı sorununu
çözecektir. Aksi halde kendini soyutlanmış, yanlız ve tecrit edilmiş
hissedecektir.
v
ÜRETKENLİĞE
KARŞILIK DURGUNLUK: Orta
yaşlılık döneminde görülen bir evredir. Genç yetişkinlikten yaşlılığa dek
uzanan bu devre en uzun evre olabilir. Tüm üretkenliği kapsayan bu evrede birey
kendinden genç insanlara yol gösterecek ve yardım edecek şekilde bazı
faaliyetlere girmelidir. Böylece yaşamda doyuma ulaşma duygusunu sağlamış olur.
Aksi halde kişi kendini durgun, sıkılmış, verimsiz ve değersiz hisseder.
v
BÜTÜNLÜĞE
KARŞILIK ÜMİTSİZLİK: Yaşlılık
ya da yetişkinliğin ileri döneminde görülen bir evredir. Bu evrede birey
yaşadığı günlerin sınırlı olduğunu ve ölüme yaklaştığı duygusunu yaşar. Bu da
bireyin yaşamını ve elde ettiklerini zaman içinde değerlendirerek kendisi için
bir anlam ifade edip etmediğine ilişkin bir sonuca varmasına yol açar. Eğer
olumlu bir sonuç alıyorsa o zaman bir bütünlük; eğer olumsuz bir sonuç alıyorsa
da ümitsizlik ve çaresizlik hisseder. Kişinin önceki evrelerdeki başarıları ve
elde ettikleri bu bunalımın daha kolay atlatılmasına yardımcı olur.
(Bu bölümde Weiten, 1989:413; Baron, 1996:309-314;
Cüceloğlu, 1997:337; Onur, 1986:66-69 ve Kulaksızoğlu, 1999:30-32 adlı
kaynaklardan yararlanılmıştır.)
LEVİNSON’UN
KURAMI
Levinson
yaklaşık olarak 1950’lerden beri yetişkin gelişimi ile ilgilenmesine rağmen
henüz yeterince çok yol kat edilememiştir. O’na göre yetişkin gelişimi
psikolojinin tarih, bioloji,sosyoloji gibi çeşitli disiplinlerle bağlantısını
oluşturmaktadır.
v
İLK
YETİŞKİNLİĞE GEÇİŞ (17-22 YAŞ): Bu
evre ile önyetişkinlik sona erer ve ilk yetişkinlik evresinin temelleri atılır.
Yani bu iki evre arasında gelişimsel bir köprü görevi görür.
v
İLK
YETİŞKİNLİK (17-45 YAŞ):
20-30’lu yaşlar biolojik açıdan yaşamın doruk noktasını oluşturur. Toplumsal ve
psikolojik açıdan ise toplumda uygun bir
yer kazanılması, bir aile kurulması, çağın sonunda da yetişkin dünyasında daha
saygın bir konuma ulaşılması gibi faaliyetler görülür. Aşk, cinsellik,
tutkularımız, isteklerimiz, aile yaşamı, mesleki ilerleme, yaratıcılık vb.
hedeflerin gerçekleştirilmesinde yüksek bir doyum sağlayabilindiği gibi ezici
bir stresler de yer alabilir.
Ø
İLK
YETİŞKİNLİK İÇİN YAŞAM YAPISI GİRİŞİ (22-28 YAŞ): Bu dönemde birey aile odaklı
yaşamını terk ederek yetişkin yaşamının ilk biçimini oluşturur ve devamını
sağlamaya çalışır. Yetişkin rollerini ve sorumluluklarını öğrenir ve uygular.
Ø
30
YAŞ GEÇİŞİ (28-38 YAŞ): Bu
dönemde birey yaşamını yeniden değerlendirir. Onu yeniler, değiştirir. Sonraki
yaşam yapısını temellendirme çalışmaları yapar.
Ø
İLK
YETİŞKİNLİĞİN YAŞAM YAPISINI SONUÇLANDIRMA (33-40 YAŞ): Bu dönem ile ilk yetişkinlik çağı
tamamlanmaktadır. Birey artık toplum içinde yerini almıştır. Ancak bu dönem aynı zamanda gençlik
dileklerimizi gerçekleştirmemize de aracı olur.
v
ORTA
YAŞ GEÇİŞİ (40-45 YAŞ): 40-45
yaşları arasındadır. İlk yetişkinlik ile orta yetişkinlik arasındaki büyük bir
geçiş dönemidir. Aynı zamanda da bir dönüm noktasıdır; çünkü, bu dönemden
itibaren değişim süreci başlamakta ve tüm çağ boyunca devam etmektedir Bireyin
bu dönemde; daha sevecen, daha düşünceli, daha tedbirli, iç çatışmalardan ve
dış baskılardan daha az etkilenmiş olması beklenir. Ancak tersine birey için yaşam anlamsız, saçma, sıkıntılı ve
tatsız bir şekilde görülür.
v
ORTA
YETİŞKİNLİK (40-65 YAŞ):.
Biolojk kapasite ilk yetişkinliğe nazaran dah düşük olmasına rağmenkişisel
olarak doyum sağlayıcı bir enerjiklik görülür. Birey artık sadece kendinden
değil, yaşça daha küçük olan bireylerin gelişiminden de sorumludur.
Ø
ORTA
YETİŞKİNLİK İÇİN YAŞAM YAPISINA GİRİŞ (45-50 YAŞ): Yeni çağa uyumun ilk temelleri
sağlanır.
Ø
50
YAŞ GEÇİŞİ (50-55 YAŞ):
Mevcut yaşam yapısını değiştirerek iyileştirmek için bir orta yaş olanağı
sunar.
Ø
ORTA
YETİŞKİNLİK YAŞAM YAPISINI SONUÇLANDIRMA (55-60 YAŞ): Orta yetişkinlik çağı böylece sona eriyor.
v
İLERİ
YAŞ (SON YETİŞKİNLİK) GEÇİŞİ (60-65 YAŞ): Orta ve son yetişkinlik arasında yer alır. Her
iki dönemi birbirine bağlayıp birbirinden ayıran bir sınır dönemini oluşturur.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İleri Yaş Geçişi: 60-65
|
|
|
|
|
Orta yetişkinliğin yaşam
yapısını sonuçlandırma: 55-60
|
GEÇ YETİŞKİNLİK ÇAĞI: 60-?
|
|
|
|
50 yaş geçişi: 50-55
|
|
|
|
|
Orta yetişkinlik için yaşam
yapısına giriş: 45-50
|
|
|
|
Orta Yaş Geçişi: 40-45
|
|
|
|
|
İlk yetişkinliğin yaşam
yapısını sonuçlandırma: 33-40
|
ORTA YETİŞKİNLİK ÇAĞI: 40-65
|
|
|
|
30 yaş geçişi: 28-33
|
|
|
|
|
İlk yetişkinlik için yaşam yapısına giriş: 22-28 |
|
|
|
İlk Yetişkinlik Geçişi: 17-22 |
|
|
|
|
|
İLK
YETİŞKİNLİK ÇAĞI: 17-45
|
|
|
|
ÖNYETİŞKİNLİK ÇAĞI: 0-22
|
|
|
|
|
( Bu bölümde Weiten,1989:413; Onur,1986:57-60 71-81;
Baron,1996:318-320 adlı kaynaklardan yararlanılmıştır.)
GOULD’UN KURAMI
Gould’a
göre yetişkin gelişimi bir dizi dönüşümden geçerek oluşmaktadır. Bireyler her
dönüşümde benliklerini yeniden biçimlendirir ve sorunlarını, çatışmalarını
yeniden çözüme ulaştırırlar. Levinson gibi Gould’da yetişkinliği bir değişim zamanı olarak görür. O’na göre
yetişkinlik dört evreden geçer:
v
BİRİNCİ
EVRE (16-22 YAŞ): Bireyin
anne-babasından ayrıldığı görülür. Ayrıca kişi kimliğini güçlendirir.
v
İKİNCİ
EVRE ( 22-28 YAŞ): Bireye
özerklik yerleşir ve birey amaçlarını gerçekleştirmeye başlar.
v
ÜÇÜNCÜ
EVRE ( 28-34 YAŞ): Bu
evre bir geçiş evresidir. Birey amaçlarını, evliliğini yeniden gözden geçirir;
değerlendirir.
v
DÖRDÜNCÜ
EVRE (35-45 YAŞ): Orta
yaşın yaklaştığının fark edilmesiyle hoşnutsuzluk artar. Bireye yaşam zor, acı
ve belirsiz gelmeye başlar. Zaman ne kadar hızlı geçtiğini görmek daha çok
baskı yaratır. Bu nedenle de yapılacak değişimler bir an önce
yapılmalıdır. Bu evre kararsız, çalkantılı ve sıkıntılı bir evredir.
Dördüncü
evrenin tersine 45-50 yaşları arası son derece kararlı, sakin ve huzurlu bir
dönemdir. Evlilikten alınan doyum artar. Dostlar daha önem kazanır. Para
önemini kaybeder. Bu dönemde yaşama daha pozitif bakılır. (Onur, 1986:81)
JUNG’UN KURAMI
Jung
“Yaşam Evreleri anlayışını” klinik çalışmalarına ve psikolojik kuramına
dayanarak oluşturmuştur. Jung’a göre insan yaşamı dört aşamadan geçer:
v
ÇOCUKLUK:
Bu dönem
doğumdan erinliğe dek sürer. Doğumdan sonraki ilk yıllarda herhangi bir sorun
yoktur; çünkü, çocuktaki bilinç henüz örgütlenmemiştir ve geçici bir nitelik
taşır. Bu sebeple içgüdüleriyle yaşar. Davranışları denetimden yoksundur.
Ebeveyne aşırı bağamlılık görülür. O’na göre çocuk ebeveynine sorun olabilir;
ama, kendi sorunu yoktur. Bu evrenin sonlarına doğru bellek sürelerinin uzaması
ve kimlik duygusunun oluşmaya başlaması ile çocuk kendisiyle ilgili daha söz
sahibi olmaya başlar.
v
GENÇLİK
VE GENÇ YETİŞKİNLİK:
Jung’a göre erinlikle birlikte bedensel ve ruhsal değişiklikler de artış
gözlenir. Ergenlik genç içinde ailesi ve çevresi içinde oldukça zor bir
dönemdir. Bu dönemde genç kendisi ile ilgili çeşitli yargılara varmak ve
toplumsal yaşama uyum göstermek zorundadır. Artık çocukluk düşleri sona
ermiştir. Genç, yetişkin yaşamının beklentilerine cevap vermeye çalışmaktadır.
Eğer genç gerekli hazırlığı yaparak bu döneme geldiyse; bu geçiş dönemini sorun
yaşamadan atlatabilir.
Buna karşılık genç yetişkinlik
döneminde birey bir meslek ve iş seçimi yapmak durumundadır. Yani artık gerçek
yaşama atılmıştır. Bu da bireyi korkutur ve bazı sorunların meydana çıkmasına
neden olur. Birey büyümek istemez; çocu olarak kalmak ister.
v
ORTA
YAŞ: Bu
dönem 35-40 yaşları arasında başlar. Birey
artık çevresine uyum sağlamış, meslek edinmiş, evlenmiş ve hatta
çocukları olmuştur; yani birey artık toplumun bir parçası haline gelmiştir.
Ancak bu dönemde de bazı sorunlar yaşanır. Bu daha çok, yaşamın ikinci yarısına
girilmesiyle birlikte bireyin hazır olmadığı manevi nitelikteki yeni değerleri
kabul etmesindeki güçlüklerden kaynaklanır. Bu değerler aslında her zaman
varolan değerlerdir; ancak, gençliğin hareketliliği nedeniyle ihmale
uğramıştır. Birçok insan bu dönemi sağlıklı bir şekilde atlatmayı başaramaz.
Mesleklerinde başarılı olmuş, toplumda seçkin bir yere sahip olmuş, ortalamanın
üstünde bir zekaya sahip olan birçok orta yaşlı yaşam coşkularını yitirdikleri
için bunalıma girmişlerdir. Yaşamlarını son derece anlamsız ve boş bulurlar.
Jung’a göre: İnsanlar; toplum içinde yer kazanmak için harcadıkları enerjiyi
artık kullanamayacaklarını, amaçlarını gerçekleştirdikleri için artık bu
alandan çekilmeleri gerektiğini fark ettikleri için çöküntüye girerler. Kısaca
orta yaş, insanın kendisini tanıma ve içsel derinliklerine ulaşabilme
zamanıdır.
v
YAŞLILIK: Bu evre birçok yönden çocukluğa
benzer. Birey bilinçdışına gömülür. İleriyi düşünmeksizin sonu bekler.
(Bu bölümde Onur, 1986:64-66 ve Gençtan,1996:
193-195 adlı kaynaklardan yararlanılmıştır.)
GENÇ
YETİŞKİNLİK
BEDENSEL GELİŞİM
Genç
yetişkinler bu dönemde fiziksel gelişimlerinin doruğundadırlar; ancak, zamanla
fiziksel-biolojik gerileme yavaş yavaş ortaya çıkar. Birçok erkek yetişkin
maksimum boy uzunluğuna yaklaşık olarak 21 yaşlarında ulaşırlar. Kas gücünün,
en üst düzeyine de 25-30 yaşlarında ulaşırlar. Bu güclerinin %10’unu 30-60
yaşları arasında yitirirler. 60-70 yaşaları arasındaki en üst güç 20’lerindeki
güçlerinin ancak %80’i kadardır. Fiziksel dayanma ya da uzun süre çalışma gücü
veya egzersiz yapma da yaşla birlikte bir azalma gösterir. Çok zorlu olmayan işlerde,
fiziksel dayanmadaki düşüş kas gücü azalmasından daha yavaş olmaktadır. Ayrıca
hareketli insanlarda fiziksel dayanma gücündeki bu düşüş hareket etmeyen
insanlara göre daha az görülür (Schiamberg, 1985:503-504). Kısaca fiziksel güç
bir tepe noktasına ulaşmıştır. Bu dönemde birey daha uzun süre çalışabilir;
daha fazla ağırlık kaldırabilir… Ancak bu fiziksel güç tepe noktasından derece
derece azalma göserir. Bu azalma kırklı yaşlardan sonra bir önem kazanmaya
başlar.
Tepki
süresi; bireyin duyduğunda, koku aldığında, dokunduğunda ya da tat aldığında
tepkide bulunana kadar geçen oyalanma süresidir. Bu süre; genç yetişkinlik ile
yaşlılık arasında derecili bir artış gösterir. Çocukta bu süre çok kısa olmakla
beraber genç yetişkinlikte bir platoya ulaşılır. Tepki süresi yirmi yaşın hemen
üncesinde en üst düzeyine çıkar. Orta yaşlılık ve yaşlılıkta da gittikçe artar
(Schiamberg, 1985:505).
İnsan
etkileşiminde etkili bir iletişim kurma, çevreye uyum sağlama yetisi büyük
ölçüde duyulara bağlıdır. Bütün duyular bu dönemin başında olduğu gibi sonunda
da iyi bir şekilde işlemeye devam ederler. Genç yetişkin, uyaranların
yoğunluğunun azalması karşısında uyum sağlayabilir. Ancak yaşlı yetişkinler
uyaran yoğunluğunun az olduğu durumlarda (hafif bir ses, hafif bir koku ya da
az bir ışık) güçlük çekerler.
Görme
ve görme uyumu yirmi yaşında en üst düzeye ulaşır. Bu yaş aynı zamanda
hipermetrop, miyop gibi bazı özürlerin ortaya çıktığı yaştır. Görme ile ilgili
olarak şu olaylar gözlenir:
1. Sinir sistemi: sinir sisteminin işleyişinde
ileri yaşlara kadar belirginlik kazanmayan yavaş bir düşüş vardır. Bu düşüş
görme de dahil olmak üzere bütün davranışları etkiler. Hemen hemen bütün
işleyiş ve süreçlerde bir yavaşlamaya neden olur.
2. Gözbebeği büyüklüğü: Gözbebeği çapında, yaşla
birlikte daralma ortaya çıkar. Bu da göze giren ışık miktarını azaltır. Bu
nedenle yaşlılar iyi aydınlatılmamış yerlerde görme güçlüğü çekerler.
3. Uyum süresi: Yaşlı yetişkinin ışığa uyum
sağlaması da genç yetişkine göre daha fazla zaman alır.
4. Işık eşiği: Göz karanlığa uyum sağladığında
(bu yaşlılarda daha fazla zaman alır) görülebilen en az ışık yoğunluğunda yaşla
beraber bir düşüş vardır. En az ışık yoğunluğunun yetişkin tarafından
görülebilmesi için yirmi yaşından sonra her on üç yılda iki kat artması gerekmektedir.
5. Görme keskinliği: Görme keskinliği çocukluk ve
ergenlikte artış gösterir. 20-50 yaşları arasında ise kararlılık gösterir. Elli
yaşından sonrada yavaş fakat artan bir düşüş gösterir.
6. Merceğin uyumu: göz merceğinin kas hareketleri
ve esnekliği imgenin retina üzerine düşmesini sağlar. Ergenlikte mercek
uyumunda çok az bir değişiklk olmasına rağmen, 20-50 yaşları arasında mercek
esnekliğinde azalma görülür. Elli yaşından sonra ise mercek uyumundaki bu
azalma daha kademeli bir düşüş gösterir.
7. Kontrast: yetişkinler yaşları ilerledikçe
nesne ile arka planı arasında daha fazla kontrasta gereksinim duyarlar.
Sonuç
olarak; genç yetişkinlikte görmeyle ilgili çok az değişiklik görülmektedir.
Degişiklilerin çoğu kırk yaş civaraında ortaya çıkmaktadır (Schiamberg,
1985:504-505).
Genç
yetişkinlikte işitmede de çok az değişiklikler olur. Bu değişiklikler daha çok
erkeklerde görülmektedir. Çoğu zaman
şiddetli bir gürültü gibi çevresel faktörler nedeniyle işitmede yitimler
görülebilir.
Bu
dönemde dokunma, tatma, koku alma duyularında belirgin bir değişim söz konusu
değildir.
Bütün
bunlar ışığında genç yetişkinlik dönemi; fiziksel açıdan bireyin yaşamının tepe
noktasını oluşturur. İşte bu nedenle bu döneme “kararlılık dönemi” de
denebilir.
ZİHİNSEL GELİŞİM
Birey
bu dönemde bilişsel gelişminin platosuna ulaşmıştır. Genç yetişkinlikte zekayı
etkileyen tek faktörün yaş olmadığını belirtmek gerekir. Eğitim ve bireyin
geçmişinin sağlıklı, mutlu olması yetişkinlikteki zekayı etkileyen diğer
faktörlerdir. Ayrıca bu dönemde hafıza ve yaratıcılık da tepe noktasına
ulaşmıştır. Çeşitli testlerle genç yetişkinlerin zeka seviyeleri ölçülmeye
çalışılmıştır. Ancak, testlerin çoğunluğu çocuk ve ergen testleriyle
karşılaştırma yoluyla sonuca vardığında çeşitli yanılgılara neden olur. Çok az
sayıda test yetişkinlerin edindiği ve gerçek yaşam koşullarında beceri ve
uzmanlığa uygun düşmektedir. Bu testler bireyin en yüksek zeka seviyesini
ölçer; ama, gerçek hayatta bu seviyenin daha altında da hiçbir sorun olmadan
yaşanabilmektedir. Dolayısıyla testlerde puanlar yaşla birlikte bir düşüş
gösterse de bunun günlük yaşama hiçbir etkisi olmayabilir.
Yapılan
boylamsal araştırmalar, 20-40 yaşları arasındaki bireylerin zihinsel
becerilerinde oldukça yüksek bir kararlılık olduğunu gösterir. Kesitsel
araştırmalar ise yetişkinlikte yeteneklerde bir düşüş olduğunu ortaya koyar.
Yine bazı araştırmalara göre; çocukluk ve ergenlikte zihinsel bakımdan çok
yetenekli olan bireylerin genç yetişkinliğe geldiklerinde bir platoya
ulaştıklarını göstermektedir. Diğer taraftan da daha az yetenekli bireylerin
daha yavaş öğrenirler, platoya dah erken ulaşırlar ve sonrada hızlı bir düşüş
gösterirler (Schiamberg, 1985:509).
Zihin
gelişiminin evreleri ergenlikte tamamlanmıştır; ancak, yetişkin düşüncesi birçok
yönden ergen düşüncesinden farklıdır. Yetişkin düşüncesi daha az kendine dönük,
daha akılcı, daha pratik olduğu kabul edilir. Yetişkinlikteki bu bilişsel
örüntüler, bireyin yetişkin yaşamında üstlendiği sorumlulukların ve kurduğu
bağlantıların sonucunda oluşur.
Sonuç
olarak; bu dönemde bireyin entellektüel kapasitesinde,öğrenmesinde, zihinsel
faaliyetlerinde platoya ulaşılmıştır ve bundan sonra da yüksek bir kararlılık
görülmüştür.
TOPLUMSAL
GELİŞİM
Genç
yetişkin artık çocukluk ve ergenliğin gerektirdiği bağlarında kopmuştur ve
önceki yıllardaki fiziksel, zihinsel ve toplumsal gelişiminin bir birikimi
olarak özerklik kazanmıştır. İşte bütün bunlardan ötürü genç yetişkinlikte
bireyin temel çabaları dış dünyaya yönelmiştir. Birey ailede, iş hayatında ve
arkadaş topluluğunda yeni ilişkiler içine girmiştir. Ancak, yetişkinlerin hemen
hepsi zamanlarının çoğunu aileye ayırırlar.
Bu
dönemde genç anne-babasından aile bir ev hayatına geçer; ama, yine de aile
bağları korunur. Genç evlenir,kendi ailesini oluşturmaya ve kendi evini idare
etmeye başlar. Bu oluşum sırasında
anne-babalar yeni çiftlere yardım ederler. İlerde gerektiği zaman da yeni çiftler
anne-babalarına yardım ederler. Bu oluşan yeni aile yapısı geleneksel aileden de çekirdek aileden
de farklı bir yapı gösterir. Bu yapı daha çok her iki aile yapısının da
ortasında yer alır. Bu nedenle adına “genişletilmiş çekirdek aile” denir. Bu aile
yapısında eski kuşaklarla ve yeni kuşaklarla bağımsız, hareketli ilişkiler
kurulmaktadır (Onur, 1986:124; Morgan-King-Weisz-Schopler, 1983:484 ve Weiten,
1989:418).
Genç
bu dönemde artır anne-babasından ayrılmış olu kendi yaşamını kurmaya
başlamıştır. Doğal olarak da yaşamını sürdürebilmek için çalışması
gerekmektedir. Meslek seçimi ergenliğin sonunda gerçekleşmiştir ve birey genç
yetişkinlikte çalışmaya başlamıştır.
Bu
dönemde önemli olan başka bir konu da toplumsal ilişkilerdir. Bu bireylerin ve
ailelerin koşullarına göre değişiklik gösterir. Kişi ailesinden koparak yeni
insan ilişkilerine girer ve toplumsal katılıma yönelme gösterir. Genç yetişkin
artık bağımsız bir birey olarak kişiler arası ilişkilere girer; toplumsal,
kültürel, siyasal etkinliklere katılım gösterir. Bu katılım ile birey günlük
yaşamın sıradanlığından kurtulur.
Bir
diğer önemli konu da ahlak gelişimidir. Yetişkinlikteki ahlak gelişimi daha
önce kazanılmış ahlak yapılarının bir bütünlük içerisinde kullanımını ve yaşama
uygulanabilmesi olarak nitelenebilir. Şu halde yetişkinlikte oluşan değişimler,
kişinin daha önceleri oluşturdukları kalıpları daha tutarlı bir biçimde
kullanmaları sonucu oluşur. Yani daha önce ulaşılan en yüksek evrenin
tutarlılık kazanmasıdır (Onur, 1986:158-159).
Ayrıca,
hayatın belli dönemlerine özgü birtakım gelişme ödevlerinin olduğu görülür.
Bunlar yaşamın başından sonuna kadar varlıklarını sürdürür. Bu dönemdeki
başlıca gelişme görevleri şöyledir:
v
Bir
eş seçme
v
Eşle
v
Birlikte
yaşamayı öğrenme
v
Çocuk
sahibi olma ve ebeveyn rollerini üstlenme
v
Çocuk
yetiştirme
v
Evi
idare edebilme
v
Geçim
sağlayacak bir işe sahip olma
v
Sosyal
sorumluluklarını karşılayabilme
v
Duruma
uygun bir sosyal gruba katılabilme (Baymur, 1994: 63)
ORTA YAŞ
BEDENSEL DEĞİŞİMLER
Orta yaşta bireyin dış
görünümünde belirgin değişiklikler söz konusudur. Kilo alabilme eğilimi
güçlenmiştir. İnsanlar bu dönemde yemeğe düşkündürler. Giderek
şişmanladıklarını, hatta bu sebeple hastalandıklarını görseler bile yemekten
kendilerini alamazlar. Ergenlikte yağlar bedenin %10’unu kaplarken orta yaşta
bedenin %20’sini kaplar. Bu yağlanma nedeniyle karın ve kalça büyür; göğüs ve
omuzlar da daralır. Ayrıca yağlanma, bedenin duruşunun değişmesine ve
hareketlerinde yavaşlamasına neden olur (Schiamberg,1985:547).
Bu dönemde; en büyük organımız
olan derimiz, esnekliğini ve doğal yağlarını bir miktar kaybettiği için
incelir. Bu nedenlede cildin bazı bölgelerinde sarkmalar görülür. Kasların sert
ve gergin tutulabildiği bölgelerde sarkmalar daha az olmakla beraber, yüz gibi
bazı bölgelerde derinin sarkması kaçınılmazdır. Ayrıca derinin incelmesiyle
damarlar ve lekeler daha belirginleşir. Deri kurumaya başlar ve terleme
miktarında bir azalma görülür. Bu dönemin başlarında kırışıklıklar olmasa da,
sonlara doğru ortaya çıkar. Bu yaşlanmanın doğal bir sonucudur (Mayo Clinic,
cilt 1 sy244)s.
Özellikle erkeklerde orta
yaşta saçlarda değişim gözlenir. Genellikle 50’li yaşlarda insanların çoğunun
saçları büyük oranda kırlaşmış olur. Bu kırlaşma şakaklarda başlayıp yavaş
yavaş yukarıya doğru yayılır. Alın açılmaya başlar; kellik ortaya çıkar (Mayo
Clinic, cilt 1 sy244).
Duyular içinde, yaşlanma
nedeniyle en belirgin değişiklik göstereni görmedir.
40 yaş civarında birey; göz bebeğinin küçülmesi, ışığa uyum, mercek uyumu gibi
ortaya çıkan değişimlerin aniden farkına varır. 65 yaşından önce yetişkinlerin
nerdeyse yarısı gözlük kullanmaktadır. 65 yaşından sonra ise on yetişkinden
dokuzu gözlük kullanmaktadır.
25 yaşın altında işitmede azalma %1 olmak üzere oldukça azdır; ancak, 45 yaşından
sonra bu oranda artış görülür. İşitme yitiminin büyük bir kısmı yüksek ses
frekansında olur. Erkekler kadınlara göre düşük frekansları, kadınlar da
erkeklere göre yüksek frekansları daha iyi duyarlar. 50 yaşından sonrasında da
erkekler kadınlara göre daha çok işitme yitimine uğrarlar. Bunun nedeni
erkeklerin kadınlara oranla daha yüksek mesleki sese maruz kalmaları olabilir.
Tat almadaki azalma 50 yaşından sonra belirginlik gösterir. Bunun
sebebi de önce yanaklardaki daha sonra da dil kökündeki tat duyusu alıcılarının
azalmaya başlamasıdır. Yaşlılıkta tatlılara duyarlılık genç yetişkinliğe
nazaran üç kez daha azdır.
Koku duyarlılığı da 40 yaşından sonra önemli ölçüde azalma
gösterir. 60 yaşındaki birinin kokuları ayırt etme yeteneği 20 yaşındakinin
yarısı kadardır (Schiamberg, 1985:548).
Orta yaş döneminde
hareketlerde önemli bir azalma ve yavaşlama görülür. Welford’un sözünü ettiği
davranışsal işlevdeki yaşlılık belirtileri şunlardır:
1.
Tepki zamanında artış görülür. Tepki zamanı, breyin bir
uyarıcıyı alışı ile ona tepki verişi arasındaki süredir. Birey yaşlandıkça
uyarıcıya tepkide bulunma süresinde artış gözlenir. Ayrıca bireyin bir işi
yapma süresinde de artış görülür.
2.
Bireyin performans değişkenliğinde yaşa bağlı olarak
bir artış görülür.
3.
Daha karmaşık işlerin yapımında önemli ölçüde başarı
düşüşü görülür; çünkü, beynin bilgi biriktirme ve iletme kapasitesinde yaşlanma
nedeniyle bir azalma olmuştur.
Bunun sonucunda; orta yaşa
gelmiş bireyler çabuk yapması gereken işlerde gereken çabukluğu gösteremezler.
Hareketlerinde yavaşlama olur (Schiamberg, 1985:548).
Orta yaşta; insanlarda uzun
süreli ve tedavi edilemez hastalıklar olan kronik hastalıklar, kısa süreli ve
tedavi edilebilir hastalıklar olan akut hastalıklara göre daha çok görülür. 40
yaşlarından sonra mafsal iltihabı, 50-60 yaşlarında özellikle erkeklerde şeker
hastalığı sıkça görülen kronik hastalıklardır. Ayrıca bu dönemde dolaşım
sistemiyle ilgili sorunlar da ortaya çıkabilir. Yaşlandıkça kalpte ve
damarlarda çeşitli değişiklikler olur.
Kalp kasının ve kan damarlarının esnekliği azalır. Metabolizma da kalp
için gerekli enerjiyi üretemez. Kalbin pompalama yeteneği giderek azalır ve
kalp aynı işi yapmak için daha çok çalışmak durumunda kalır. Kalp küçülür,
ağırlığı azalır. Kalbin işlevini kontrol eden, kasılmasını sağlayan hücrelerde
azalma görülür. Kalbi besleyen damarlarda daralabilir. Bunun sonucu angina
(göğüs ağrısı) veya kalp krizi oluşabilir. Kan basıncının uzun süreli olarak
yükelmesi hipertansiyona (yüksek tansiyona) neden olur. Yaşlanmayla birlikte
dolaşım sisteminde yavaş yavaş meydana gelen bu değişikliklere rağmen, kalbimiz
vücudumuzun ihtiyacını karşılayacak güce sahiptir (Mayo Clinic cilt 1
sy242-243).
Sindirim sistemindeki
değişiklikler çok belirgin değildir ve orta yaşın sonuna kadar fark
edilemiyebilir. Yemek borusunda yutma hareketleri giderek yavaşlar; fakat, bu
olay fark edilemeyecek kadar hafiftir. Sindirilmiş yiyeceklerin bağısaklarda
ilerleyişini sağlayan hareketlerde de yavaşlama görülür. Bağırsakların iç yüzündeki
çıkıntıların şekillerinin değişmesi sonucu emilimde azlma olur. Mide,
karaciğer, pankreas ve ince bağırsaktan salgılanan sindirime yardım eden
salgılarda azalma görülür. Bu değişiklikler önemsiz olmakla beraber sindirim
sürecinde herhangi bir soruna neden olmaz. Ayrıca alınan suyun yetersizliğinden
kaynaklanan kabızlık da oldukça sık görülür (Mayo Clinic, cilt 1 sy243).
CİNSEL
DEĞİŞİMLER
Orta yaşta erkeklerde ve
kadınlarda ortaya çıkan cinsel değişikliklere verilen isim “yaşam değişimi”
şeklindedir. Yaşamın bir döneminin terk edilip bir diğeri başlaması anlamına
gelir. Climacteric (yaş dönümü) ise; orta yaşta hem kadında hem deerkekteortaya
çıkan hormonal değişimlere eşlik edenfiziksel ve duygusal değişmelerin geniş
bir bileşimidir. Kritik bir evrenin başlıca dönüm noktasını oluşturur. En çok
görülen değişiklik ise erkek ve kadınlarda üretim yeteneğinin giderek
azalmasıdır. Yaş dönümünün sonu kadınlarda daha etkilidir; çünkü, ay halinin
durması gibi çok açık bir işaretle belirginleşir. “menopoz” kadın yaş dönümünün
son noktasıdır. Erkek yaş dönümü ise erkek üretkenliğinin derece derece
azalmasıdır (Schianberg, 1985:548-549).
v
Menopoz: Kelime Yunanca aylık
anlamına gelen “men” ve kesilme anlamına gelen “pausis”den türetilmiştir. 40-55
yaşları arasında gerçekleşir. Kadında yaş dönümünün son noktasıdır. Östrojen
hormonunun durması yumurtalama sürecini sona erdirir. Dolayısıyla aylık
kanamalar da durur. Artık gebe kalma yani çocuk doğurabilme yeteneği kalkar.
Ancak cinsel hormon salgısı birden bire kesilmez; yavaş yavaş olmak üzere 1-2
yılda tamamlanır. En belirgin belirtileri; sıcaklık basması, aşırı terleme, baş
dönmesi, baş ağrıması, hafif tansiyon
yükselmesi, kalp çarpıntısı, yorgunluk,
uykusuzluk, sinirlilik, ağlama, histerik bayılmalar, depresyon vb.dir. bu can
sıkıcı belirtiler menopozun sonuna kadar sürer (Okyayuz, 1999:189-197).
Bu dönem
kadınlarında bazı ruhsal değişiklikler görülür.
Bu değişiklikler; kadının özel kişiliğine, çocukluk ve kızlık zamanında
huzurlu ve dengeli ruhsal bir hayat geçirmiş olup olmamasına, kendi isteği ile
evlenip evlenmemesine, hormonal işlemlerinin düzenli veya düzensiz olmasına
bağlıdır. Menopoza kadar az çok mutlu bir hayat geçiren kadınlarda bu dönem
daha az sorunlu geçer. Heyecanlarla geçen, kompleksli bir çocukluğa sahip
olanlarda ise bu dönemde melankolik depresyona varmak üzere psikoz derecesinde
bozukluklar ya da çeşitli nevrozlar görülür. Yani bu gibi bozukluklar daha çok
öncesel uygun bir yapıları olanlarda
olur. Ancak, bu tür duygularla depresyona giren kadınlar yalnızca küçük bir
gruptur (Adasal, 1977:145-146).
Ay halinin
kesilmesi cinsel faaliyetin kalkması anlanına gelmez; ancak, vajen duvarının
incelmesi, üretim organlarının zayıflaması, uyarılma sırasında vajen ıslaklığın
azalması kimi kadınlarda cinsel ilişkiyi zorlaştırmaktadır.
1960’larda
menopoz belirtilerini denetleyebilmek için kadınlara östrojen hormonunun
verilmesi son derece yaygın bir yöntemdi. Fakat bugün bu yöntemin rahim kanseri olasılığını dört ila yedi kat
arttırdığı bilinmektedir. Olumsuz yanlarına rağmen bu tedavinin olumlu yönleri
de vardır (Onur, 1986:212).
v
Erkeklerde yaş dönümü (Andropoz): 45-55
yaşları arasında gerçekleşir. Yaşlanan bedende hem sperm üretimi hem de
testosteron üretimi azalmaktadır. Fakat bu azalma, erkek üretkenliğini hiçbir
zaman bitirmeyecek şekilde derece derece olur; testosteron ve sperm azalmasına
karşın ileri yaşlara dek sürer. Bu yönüyle kadının menopozundan farklılık
gösterir (Schiamberg, 1985:549).
Sertleşme’un (erection) eskisi
kadar çabuk olmaması, boşalma (ejaculation) süresinin ve gücünün azalması gibi
cinsel güce ait bazı sıkıntılar ve cinsel arzunun azalması belli başlı
şikayetlerdir. Bununla ilgili olarak geçici bir nevrastenik hal söz konusu
olabilir. Buna “yalancı nevrasteni” denir. Ayrıca, bu duruma meslek ve çalışma
koşulları da etki eder. Bu durumdaki erkeklerde çalışma isteksizliği, irade
gevşemesi, baş ağrıları, uykusuzluk, çabuk sinirlenme, bir şeyin etkisinde
kalma gibi belirtiler görülür. Kadınlardakinden daha az olmakla beraber melankolik
çöküntü ve özellikle fazla içki içenlerde paranoid derecede kıskançlık
reaksiyonları görülebilir. Bu dönemde cinsel yorgunluk ve başarısızlık
olabildiği gibi; yıllarca sevilen ve sayılan eşe karşı soğukluk, çevrenin
hayretle karşıladığı bir Don-juan’lık veya çok genç bir kızla evlenme davranışı
görülebilir. Fakat bu durum erkeğin eşinin psikolojik anlayışı ile bir süre
sonra geçebilir.
Görülüyor ki; genel olarak sinir sistemleri kuvvetli ve dengeli
olan, psikoz önceleri bir yapıları olmayan, anlayışlı bir aile ve meslek
çevresine sahip olan erkeklerin çoğu bu dönemi daha iyi atlatabilmektedir.
Ancak; kötü bir ergenlik dönemi geçiren, daima istekli ve karamsarlı bir
gelecek kaygısıyla yaşayan erkekler bu dönemde biolojik ve psikolojik
etkenlerin katılımıyla affektif krizler geçirebilirler (Adasal, 1977:148-149).
ZİHİNSEL
DEĞİŞİMLER
Orta
yaşlıların zihinsel yeteneklerinde genç yetişkinlik dönemine kıyasla problem
çözmede,entellektüel açıdan bir şey üretmede durağanlık olduğu görülüyor.
Ancak; daha önceki yaşantıların birikimesiyle oluşan tecrübelerin bireye
sağladığı avantaj, zihinsel kapasitenin
anlamlı bir kayba uğramamasını sağlamaktadır (Cüceloğlu,1997:365 ve
Weiten,1989:419).
Yaratıcılık
da orta yaşlarda belirgin bir azalma göstermemektedir. Hatta bazı yaratıcı
kişilerin, çeşitli etkinliklerini yaşlılık yıllarına kadar sürdürebildikleri
gözlenmiştir. Bu da tepe noktasına ulaşmanın bundan sonra bütün yeteneklein
hızlı bir düşüş göstereceği anlamına gelmemektedir.
Bu
dönemde uzun süreli bellek yavaş bir düşüş gösterir; ama, bu durum 55 yaşına
kadar belirgin değildir. Bu nedenle orta yaştaki bir bireyin bir konuyu
öğrenebilmesi için ona yeterli zaman verilmelidir. Bireyin bilgiyi uzun süreli
belleğine kaydetmesi daha fazla zamanını alır. Bir şeyi öğrenebilmesi konusunda
bireyin kendine güvenmesi de çok önemlidir. Knox’a göre; yetişkinlikdeki
öğrenmeyi etkileyen etkenler şunlardır:
v
Koşullar:
Fiziksel
olarak sağlıklı olma yada olmama; görmenin, işitmenin azalması gibi duyusal
kısıtlanmalar öğrenmeyi etkileyebilir.
v
Uyum:
Kişisel veya
toplumsal bir uyumsuzluk söz konusu olduğunda bireyin öğrenmeyi
kolaylaştırmasında zorluklar yaşanır.
v
Uygunluk: Öğrenilecek şey anlamlı ve yarar
sağlayacak bir şey ise bireyin motivasyonu ve işbirliği artış gösterir.
v
Hız: Zaman kısıtlamaları ve baskı
öğrenme başarısını azaltır. Birey kendi hızına bırakılırsa öğrenme daha yüksek
olur.
v
Statü: Kişinin sosyo-ekonomik durumu,
istemler, baskılar, öğrenmeyi etkileyebilecek değerler ile yakından
ilişkilidir.
v
Görünüş: Kişisel görünüş, bireyin özel
öğrenim türleri ile ilgilenmesini sağlayabilir. (Schiamberg, 1985:555-559)
TOPLUMSAL
GELİŞİM
Orta yaş
ailede değişikliklerin olduğu bir dönemdir. Çocuklar yüksekokula ya da yeni bir
hayata başlamak için evden ayrılabilir. Bu, orta yaştaki bireylerin
yaşamlarında maddi ve duygusal deişikliklere neden olabilir. Ayrıca; yaşlanan ebeveynlerle ilgilenmek ve
yarattıkları sorunların üstesinden gelmek de orta yaştaki bireylerin önemli
sorumluluklarındandır.
Emeklilik yaklaşmaktadır ve birey de kendini bu
duruma hazırlamaya çalışır. Ekonomik açıdan zorluk çekmeyecek şekilde kendini
ayarlamaya çalışır. Orta yaşta ve öncesinde bireyin ne kadar çok ilgi alanı
varsa, emeklilik de o kadar rahat geçer. Çünkü bireyin kendini oyalayacak
oldukça çok sayıda uğraşı olacaktır. Bu da depresyona girme olasılığını azaltır
(Mayo Clinic cilt 1 sy 238-240).
Orta yaşta insanların toplumsal ilişkileri, onların
toplumsallaşma yeteneklerinin de anlatımıdır. Toplumla ilgili etkinlikler
sosyo-ekenımik düzeyle ilişiklidir. Gelir düzeyi yüksek olanların toplum içinde
daha etkin oldukları görülmektedir. Bu döenmde arkadaşlık ilişkileri de önem
kazanmaktadır.
Orta yaşlılıktaki başlıca gelişim görevleri
şunlardır:
v
Yetişkinlere
özgü sosyal ve ulusal sorumlulukları yükümlenebilme
v
Ekonomik
yaşam koşullarınıkurup sürdürebilme
v
Çocuklarına
gereken rehberliği yapma
v
Uygun
boş zaman uğraşları geliştirebilme
v
Kendine
özgü bir kişi olarak eşi ile ilişki kurabilme
v
Orta
yaşlarda görülen fizyolojik değişikliklere uyum gösterme
v
Yaşlanan
anne-babalarına uyum gösterebilme (Baymur, 1994:63)
ORTA YAŞ KRİZİ
Gençlik
yıllarında, her bireyin kendine ait belli hedefleri vardır ve yaşamları boyunca
bu hedefleri doğrultusunda yol almaya çalışırlar. Orta yaş geldiklerinde de
yaşamlarının sonuna yaklaştıklarını fark ederler. Geriye dönüp de neler
yaptıkalrına bakarlar. Eğer gördüklerinden memnunlarsa o zaman ortayaş krizi
diye bir şey söz konusu olmaz. Ama eğer hiç memnun değillerse işte; o zaman
sorun var demektir. Hedeflerine ulaşamamış ya da ulaşmış ama mutlu olmamış
olabilirler. Bazıları da artık eskisi gibi genç olmadıklarını anladıkları için
krize girerler. Orta yaş krizinin daha birçok sebebi bulunmaktadır. Buradan da
anlaşıldığı gibi herkes orta yaş krizine girecektir diye bir zorunluluk yoktur.
Kendine güveni olmayan, çocukluğunda ya da gençliğinde sorunları olan bireyler
krize girmeye daha yatkındır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder