25 Mart 2012 Pazar

13-14.YY.DA ANADOLU'DA MEYDANA GELEN SOSYAL VE SIYASI OLAYLAR


13-14.YY.DA ANADOLU'DA MEYDANA GELEN SOSYAL VE SIYASI OLAYLAR

300 YIL BOYUNCA DEVAM EDEN MÜSLÜMAN ARAP AKINLARI VE FETİHLERİ İLE YÖRE SÜREKLİ SAVAŞLARA SAHNE OLUYOR
Bizans Devleti'nin îran'a karşı kazandığı zaferlerin başladığı yıl Araplar'm hicret yılıdır. Herakleios'un îran'ı yere serdiği zaman içinde, Hz.Muhammet îslamiyet'in temellerini atmaktaydı. Daha Peygamber'in vefatı üzerinden birkaç yıl geçmeden büyük Arap muhacereti başladı. Bu muhaceret tabii unsurlara özgür bir kudretle Arapları verimsiz yurtlarından dışarı yöneltti.
îran daha ilk hamlede çöktü. Bizans ise doğu eyaletlerini Hz.Muhammed'in ölümü üzerinden on yıl geçmeden kaybetti. Yüzyıllarca süren Bizans-îran savaşlan her iki devleti de
1071 MALAZGİRT ZATEN İLE DOĞU ANADOLU YOĞUN TÜRK İSKANINA AÇILIYOR
Doğu Anadolu'da ortaya çıkan, bu gelişmeler karşısında kendisini güvende hissetmeyen Bizans yönetimi tüm olanaklarını son bir kez seferber ederek hazırladığı büyük bir orduyla doğuya yönelir. Başlarında asker kökenli împarator Romanos Diogenes vardır. Hedefleri ise Oğuz göçlerini durdurmak ve Türkleri Maveraünnehir ötesine sürmektir. 26 Ağustos 1071'de böyle bir savaşa hazırlıklı olmayan Alparslan yine de savaştan büyük bir zaferle çıkmayı başarır. R. Diogenes'i bağışlar ve bir anlaşma yapar. Ancak Başkentte Mihael Dukas împaratorluğu'nu ilan etmiş ve Türkler ile olan anlaşmayı tanımadığını duyurmuştur. Bu karar ve durum Bizans'ın Anadolu'daki çöküşünü öylesine hızlandırmıştır ki, Türkistan seferine hazırlanmakta olan Alparslan, bu haberi aldığında son derece hiddetlenerek komutanlarını ve Türk oymaklarını büyük gruplar halinde Anadolu'ya gönderir. Bunlardan biri olan Mengücek Ahmet Gazi de, Yukarı Fırat ve Çaltı boylarını almakla görevlendirildi.
ERZİNCAN VE YÖRESİ MENGÜCEK BEYLİĞİ YÖNETİMİNDE EN PARLAK DÖNEMİNİ YAŞIYOR
Mengücek Ahmet Gazi, Erzincan, Kemah, Divriği ve Şebinkarahisar yörelerine egemen olduktan sonra, Merkezi Kemah olan Mengücek Beyliği'ni kurdu. Kemah, önemini Malatya-Divriği-Sivas kervanyolu üzerinde, Harput-Çemişkezek-Dersim yollarının da kavşak noktasında bulunmasından alıyordu. Sağlam bir kalesi vardı. Engebeli bir arazide kurulmuş olması, savunmasını kolaylaştıran önemli bir etkendi.
Mengücek Ahmed Gazi döneminde (1072-1114) beyliğin ana uğraşı, Haçlı seferleri ve kuzeydeki Bizanslılar'la savaşmak oldu. Ahmet Gazi'nin 1114'te ölümünden sonra, yerine oğlu îshak Bey geçti.
Beyliği uzun süre yöneten îshak, 1142'de ölünce yerine kardeşi Melik Mahmut geçti. Ancak, îshak Bey'in oğulları onun hükümdarlığını tanımadılar. Davudşah Erzincan-Kemah'ta, diğer oğlu Süleymanşah da Divriği'ye egemen olarak, Beyliği ikiye ayırdılar. Bu bölünmeden sonra Kemah kolu önemini giderek yitirdi ve Erzincan'a bağlandı (1142). 1151'de Davudşah'ı boğdurarak öldürten eşi, Mengücekler'in Divriği Kolunun Beyi Süleymanşah ile evlendi. Böylece, Erzincan, 1151'den başlayarak 10 yıl kadar Süleymanşah'a bağlı olarak yönetildi. Daha sonra Davudşah'ın oğlu Fahreddin Behramşah, amcası Süleymanşah'a karşı çıkarak Erzincan'ın yönetimini geri aldı (1162).
Kısa sürede iyi bir devlet adamı olduğunu kanıtlayan Behramşah zamanında Erzincan yöresi, 63 yıl dingin bir dönem yaşadı. Behramşah'ın Anadolu Selçuklu Sultanı Kılıç Ars-lan'ın damadı olması, Mengücekler ile Selçuklular arasındaki ilişkileri yumuşattı.
Behramşah'ın 1225'te ölümünden sonra yerine oğlu II.Alaeddin Davudşah geçti. Diger oğlu Muzaffereddin Muhammed, Şebinkarahisar Beyi idi. Kemah Beyi olan büyük oğlu Selçukşah ise daha önce ölmüştü. II.Davudşah da babası gibi güzel sanatlara ve bilime düşkün, iyi bir yöneticiydi. Onun zamanında Erzincan, önemli bir kültür ve sanat merkezi oldu. Özellikle tıp bilimi bu kentte önemli bir gelişim gösterdi. Bunda, dönemin ünlü tıp bilimcilerinden Muvaffakeddin Abdüllatifin, II.Davudşah'ca Erzincan'a getirilmesinin payı büyük olmuştur. Bu sırada Anadolu Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad, doğudan gelecek saldırılara karşı amcasının oğlu Cihanşah'ın, Erzurum'u, II.Davudşah'ın da Erzincan'ı koruyabileceklerinden kuşku duyuyordu. Bu nedenle, doğu sınırlarını güçlendirmek için Erzurum ve Erzincan'daki beylikleri ortadan kaldırarak doğrudan Anadolu Selçuklu Devleti'ne bağlamak istiyordu. Alaeddin Keykubad'ın bu amacını öğrenen II.Davudşah ile Cihanşah, gizlice karşı girişimlerde bulunmaya başladılar. Bu olaylar, Mengücek Beyliği'nin yıkıhşını kolaylaştırmaktan başka bir işe yaramadı. Alaeddin Keykubad, 1228'de Mengücek Beyliği'ni ortadan kaldırarak, II.Davudşah'ı Ilgın'a, kardeşi Şebinkarahisar Beyi Muzaffereddin Muhammed'i de üç oğlu ile birlikte Kırşehir'e yerleştirdi. Erzurum Beyi Cihanşah'ın Eyyübiler ile birleşmesi üzerine Erzurum seferi ertelendi.
MENGÜCEKOĞULLARI YÖNETİMİNDE ERZİNCAN KENTİ
Baybars Mansuri, Mengücek hanedanının büyük koluna ait şehirleri Erzincan ve ona bağlı Akşehir, Tercan, Kemah, Karahisar kalesi ve diğerleri olarak gösterir. Erzincan, ekonomik ve siyasi merkez olarak başlıca şehri oluşturur. Devletin başkenti 1142 tarihine kadar Kemah olduğu için, bu yılda Davud Şah'ın Erzincan'ı merkez yapması ile burası siyasi bakımdan da önem kazanmıştır. Şehir topraklannın zengin ve sulak olması, meyve ve bağlarının bol, ticaret ve sanayiinin gelişmiş bulunması ile ilerlemeye çok elverişli idi. Anadolu'yu doğuda, îran'a bağlayan büyük kervan yolu da ekonomiyi canlı tutuyordu.
Karahisar'da şap madenlerinin işletilmesi ve Avrupa'ya ihracı da ülkeye zenginlik getiriyordu. Dolayısıyla, Erzincan'da sanayi ilerlemiş, şehirde üretilen Buharin kumaşları dünyaca tanmmıştır. Marco Polo ve B.Pegolotti gibi gezginler, 13. ve 14. yüzyıllarda diğer sanatların da parlak olduğunu belirtmişlerdir. Tancalı Gezgin İbn Batuta, Erzincan'ın büyük bir şehir olduğunu, burada çeşitli kumaşlar dokunduğunu sanatkarane bakır eşya yapıldığını, civardaki bakır madenlerinin işletildiğini ve çarşılannın güzel olduğunu, Anadolu şehirlerinde ekonomi ve sosyal düzenin temelini oluşturan Ahiler'in, Erzincan'da da çok güçlü olduklarını, gezgin burada Ahi Nizamettin'in zaviyesinde kaldığını yazar. 13. yüzyıl başlarında Yakut da; Erzincan'ın güzel, hayratının çok ve halkın eğlenceye düşkünlüğünden bahseder.
Hamdullah Kazvini'ye göre, Erzincan'da hububat, meyve, üzüm boldur. Şehrin surları yontma taştan olup, Alaeddin Keykubad tarafından inşa ettirilmiştir. Erzincan vergileri 33 tümen, yani 330000 dinar tutuyordu. Tarihci Reşideddin'e göre, güzelliği ile cennetten bir parça olan Erzincan'da; dokumacıhğın ileri, meyveleri bol olup, başkente gönderdiği vergilerin dışında, her yıl 200 ton temha, 10000 arşın kadife ve 10000 arşın riskarlat gibi ağır kumaşlar yanında, 800 men elma, 200 men kayısı ve 60000 men armut gönderiyordu. Karahisar civarında işletilen şap madenleri, kumaşların boyanmasında çok önemli bir hammadde idi ve Trabzon limanından Avrupa'ya gönderiliyordu. Bu nedenle 13. yüzyılda, Avrupalılar bu şehri "Harsar" adı ile tanıyorlardır ki, bu şehir Karahisar'dan başka bir şey değildir. Kemah'ın ince ve zarif çadır bezleri de ünlüydü. İbn Said, Erzincan-Erzurum yolunun sulak ve ekili topraklardan geçtiğini kaydetmekte, bölgede tarımın ileri olduğunu belirtmektedir
Timur'a gelen îspanyol Elçisi Klaviyo, Trabzon'dan Erzincan'a uğrar ve bu şehir hakkında bilgiler verir. Trabzon'dan hareket eden elçi yolda Rumlar'ın tecavüzlerinden ve onlar ile Çepniler (Oğuz boylarından) arasında savaşların devamından sözettikten sonra, Erzincan beyliği sınırları içindeki ilk Türk köyü Alanza'ya geldiğinde güven ve huzura kavuştuğunu söyler. Buradan Erzincan'a kadar çok misafirperverlik gördüğünü, Türkler'in kendisinden hiç para almadıklarını, yol boyunca bazen Ermenilere de rastladığını anlatan elçi, Erzincan'a yaklaşınca ileri gelenler tarafından karşılandığını, Erzincan Valisi Pitalibet'in (1404-?) konuğu olduğu için onun hesabına günlük harçlık aldığını, görkemli bir törenle kabul edildiğini ve kendisine ziyafet verildiğini yazar. Ona göre valinin sırtında ipek üzerinde işlemeli bir elbise, başında mücevherli uzun bir külah, külahın tepesinde bir sorgüç bulunmakta ve arkaya sarkmakta idi. Vali kırk yaşlarmda güzel yüzlü, esmer ve sakallı idi. Vali kendisine gümüş kadeh içinde şarap veriyordu. Ziyafette kadehi alanlar diz çöküp onu iki elinde tutuyor, bir el ile tutmak saygısızlık sayılıyordu. Kadehi alan herkes ayağa kalkıp bir iki adım geri gidiyor, fakat arkasını çevirmemeye dikkat ediyordu. Sonra kadehi içmek için ayağa kalkıp sağ dizini üç defa yere dokundurmak suretiyle kadehi iade ediyordu. Vali başka bir ziyafette Klaviyo'yu ortasında fıskiye bulunan güzel bir köşkte kabul etmiştir. Yüksek birzevkle döşenmiş bu köşkte şehrin önde gelenleri bulunuyordu. Musiki heyetinin eşhğinde şarap içmeye ve yemek yemeye başlandı. Herkesin elinde et kesmek için bir bıçak ve bir tahta kaşık bulunuyordu. Ziyafet akşama kadar devam etti.
îspanyol elçisine göre; Erzincan şehri çok kalabahk, cadde ve meydanlan çok, tüccar ve memurları zengindi. Şehir kuleleri olan surlar ile çevriliydi. Suriye'den gelen ticaret kervanları Erzincan'a gelir ve oradan batıya ve kuzeye giderlerdi. Erzincan'dan hareket eden elçi, her tarafı bağ ve bahçeler ile çevrili köylerden geçtiğini, bütün ovanın üzüm bağları ve buğday tarlaları ile kaplı olduğunu yazar. Erzincan hükümdarı Mutahharten Hıristiyanlara çok itibar gösterirdi. Müslümanların büyük kilise inşasından şikayetçi olduklan halde, ticaret yapan Hıristiyanlar'ın çok para ve servet getirdiklerini düşünerek onları himaye ederdi. Nitekim Timur Hıristiyanlar'ın kılıçtan geçirilmesini emredince hükümdar ona çok ricada bulunmuş, 9000 parça altın ve 9000 parça gümüş vermek üzere onları kurtarmıştır. Bununla beraber Timur, yine de kiliselerin yıkılması emrini vermiş, onun kıyımından Erzincanlılaı^da şehri terketmiştir.
Erzincan, Moğol istilasından yıkıma uğrayan Türk kentleri arasında idi. Baycu Noyan 1243 yılında Anadolu seferinde Erzincan'dan geçerken kentten altın istedi, alamayınca surları mancınıklarla yıktırdı. Halkın bir kısmını da katletti. Bununla beraber Erzincan, îlhanlı Moğolları döneminde, doğal servet kaynakları ve uluslararası büyük kervan yolları üzerinde olması nedeniyle yeniden kalkındı. Son îlhanh Hükümdarı Ebu Said Bahadır Han'ın Venedikliler ile 1320 yılında yaptığı bir ticaret anlaşmasına göre, Erzincan'da Avrupalı tacirlere ait bir kilise ile Fransiskenlere ait bir manastır inşa edilmesi, ticaretin ve şehrin önemini ortaya koyar. Selçuklular döneminde olduğu gibi bu anlaşmada da Latinlere ticaret ve din serbestisi verilmişti.
ERZİNCAN ORTA ÇAĞDA ULUSLARARASI ÜNE SAHİP OLUYOR FELSEFEDEN MUSİKİYE, MİMARLIKTAN TlBBA KADAR YÜKSEK DÜZEYDEKİ YAŞAM ÖRNEKLERİ
Mengücekler'in başkenti olan Erzincan, şehrin büyüklüğü, ticari ve ekonomik zenginliği, hükümdarların ilim ve kültürel faaliyetleri ile gelişmişlik düzeyi yüksek bir merkez idi. Nitekim Selçuklular'ın hizmetinde Erzincanlı; ilim, edebiyat ve devlet adamlarının bulunması da bu kültürel yükselişin göstergesidir. Tarihi kaynaklar, Erzincan hekimlerin Konya'ya davet edildiğini ve sultanları tedavi ettiklerini gösteriyor. Erzincanlı Hekim Alaeddin, Sultan IV. Kılıç Arslan'ın hastalığı nedeniyle Konya'ya gitmişti. Mengücek Hükümdarı Alaed-din Davud Şah da babası gibi ilim, edebiyat ve sanata düşkündü. Şiirler yazan, felsefe ve tıb ile uğraşan, bu alanlarda ünlü kişileri sarayına davet ederdi. Bu yüksek vasıfları dolayısiy-le îslam dünyasının ünlü Tabibi Muvaffakuddin Abdullatifi Erzincan'a davet etmiştir. Halep'ten gelen bu alim tabib, 1228'de Erzurum, Erzincan, Kemah, Divriği ve Malatya'ya uğrayarak tekrar Halep'e dönmüştür. Mengücek Hükümdan'nın hizmetinde önemli bir mev-kiye sahip olmuş, kendisine çok yüksek maaş verilmiştir. 0 da hükümdar adına birkaç önemli eser yazarak, bunları Davud Şah'a sunmuştur.
Fahreddin Behram Şah (1168-1225) ve zevcesi îsmetiye Hatun, alimlere ve din adamla-rına çok hürmet ederlerdi. Ünlü büyük ozan Genceli Nizami, "Mahzen-ül Esrar" adlı mesnevisini Behram Şah'a adamıştır.
Onlar ve Erzincan şehri Mevlevi hatıralarında önemli bir yeri vardır. Rivayete göre Ba-haeddin Veled, henüz çocuk yaşta oğlu Celaleddin ile Anadolu'ya gelirken Malatya'dan Er-zincan'a gelmiş, îsmetiye zaviyesinde misafîr kalmış, Behram Şah ve eşi onu hürmetle ağır-lamıştır. Bununla beraber onların ısranna rağmen Bahaeddin Veled, yine de Erzincan'dan hareket edip Akşehir'e gitmiştir. Hükümdar, arkasından haberciler göndererek dönmelerini rica eder. Bahaeddin Veled, Erzincan Akşehir'inde kendisine bir medrese yapmasım istemiş ve hükümdar bu isteği derhal yerine getirmiştir.
Behram Şah, hükümdarlık yıllarının sonlarına doğru ünlü Iraklı Filozof Abdullatif el Bağdadi'yi, sarayında 12 yıl boyunca ağırlamıştır.
Kültür ve refahın çok ileri düzeyde bulunduğu, halkın eğlenceye düşkün olduğu Erzincan'da güzel sanatların ve musikinin de gelişmesi doğaldı. Bu nedenle de Erzincanh müzisyenler başka ülkelere de davet edilmekteydi. Nitekim Siraceddin Ahmed, edebiyat ve tasavvufda önemli bir şahsiyet olmasına rağmen, ünü musiki alanında yayılmıştır. Horasan tarzında gazelleri ve peşrevleri vardı. Bu ünü dolayısıyla, Suriye Eyyubi Hükümdarı Melik Eşref (1228-1237) Siraceddin'in musiki üstadhğını duymuş, onu Şam'a davet edip, sarayında kendi eserlerini çaldırmıştır. Hükümdar ile birlikte sarayın musiki heyeti de kendisine hayran olmuştur.
Selçuklu Türkiyesi'nde bütün Türk devletlerinde olduğu gibi, yabancı ırk ve din mensuplarına daima din hürriyeti ve adaletle muamele yapılmıştır. Bu durum çağdaş bütün kaynaklarda ve özellikle Anadolu'da yaşayan Süryani, Ermeni, Rum müelliflerinin eserlerinde hayranlık verici ifadelerle belirtilmiş ve Bizans idaresinden şikayetçi bulunan Hıristiyanlar, Türk yönetimlerini tercih etmişlerdi. Fakat Moğol döneminde Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasındaki iyi komşuluk ve uyum bozulmuştur. Zira, Mısır-Suriye Türk Memlukları tarafından sürekli bozguna uğratılan Moğollar, Müslüman Türklere güvenmiyor ve Hıristiyanları tutuyorlardı. Anadolu Türkleri de putperest ve zalim Moğollara karşı zaferler kazanan Mısır Sultanı Baybarsı çok seviyor ve bütün umutlarını ona bağlıyorlardı. Bu sırada MoğolWın korumasında bulunan bazı Hıristiyanlar'ın Müslümanlara karşı başlattıkları taşkınlıklar, Erzincan'da yaşayan bir kısım Ermeniler'e de de yansıdı. Bu durumu fırsat sayan Ermeni kilisesi mensupları ve Erzincan metropoliti Marhasya, Moğolları Selçuklular karşı kışkırtıyor, Selçuklular'dan bağımsız davramyorlardı. 1261'de Selçuklu Emiri Yavtaş papazın bu tavırlarına engel olmak istemiş, ancak Moğol elçileri girişimi önlemişlerdi. Marhasya daha sonra Abaga Han'ın himayesini kazanarak Erzincan'ın kendisine verilmesini ve 500 süvari beslemesine müsade edilmesini istemişti. Selçuklular da O'nu, çiftçileri papaz gösterip haraç ve cizyeden bağımsız tuttuğunu Han'a şikayet ettiler. Sonuçta Marhasya, Selçuklu Veziri Muineddin Pervane'nin gizli emri ile 1277 yılında Harput Beyi tarafından öldürüldü.
Erzincan, Selçuklulara bağlı olmakla beraber Abaga Han, 1277 yılında Anadolu seferinden dönerken, bu şehre uğramış, vezir Şemseddin Cuveyni'nin tavsiyesi ile Selçuklular'ın borçlarına karşılık beldeyi "Has-İncü" olarak Moğol hanedanının mülkiyetine almış, şehir ve bölgeye ait kumaşlar ve mallar hayvanlara yükletilerek Han ile birlikte Bayburt yolu ile Tebriz'e gönderilmişti. Selçuklu Türkiyesi gibi Mengücek ilinde de toprak mülkiyeti şahıslara değil, devlete aitti, yani miriydi. VI.KıhçArslan Moğollara dayanarak kardeşi II.Îzzeddin Keykavus'a karşı mücadele ederken Erzincan köylerini yanındaki beylere ikta olarak vermiş ve bütün Selçuklu ülkesine egemen olduğunda, bu köyleri kendilerine temlik edeceğini söylemişti. îlhanlı divanı 1335 tarihinde Erzincan'a bağlı bir köyün (Karayazı) hazineye ait vergilerini idrar (maişet) olarak Mahmud'a tahsis ederken bu vergilerin öşür, kopçur (sayım) cizye ve saireden oluştuğunu, köyün kethudalarına ve halka çiftçilerin toprakları boş bırakmalarını ve imarına çalışmalannı emreder. Reşiddeni Şiraz'da devlet sürülerinin yününden imal edilmiş battaniyelerden Erzincan medresesine gönderildiği kaydeder.
Selçuklu Sultanı III.Gıyaseddin Keyhusrev'in Şubat 1274'te, o zaman (Şebin) Karahisar'a bağlı Suşehri'nden bir zaviyeye yaptığı vakfîye önemli bir tarihi belgedir. Sultan vakfiyede şehirde Dar uz-zakirin adını alan zaviyeye ve onun şeyhi Behlul bin Hüseyin el-Hora-sami'ye ırmak suyu, Soğukpınar, Yüce-kaya, Bölürce-pınar, Küçük-höyük, Aluçlugediği, Yü-ce, Höyük kuşağaç kızıl höyük ve kara taşlar sınırları içinde Gökçey ile Basar-pınar ve yol arasındaki Baru köyünü bütün huku-i divaniyesi (vergileri) ile vakfettiğini, tevliyeti şeyhe ve evladlanna şart kıldığını belirtir. Bu belge, yörede dini kuruluşlardan biri olan bu zavi-yenin varlığını arazinin bütün Selçuklu Türkiye'sinde olduğu gibi Mengücek ilinde de miri toprak rejiminin yani devlet varlığını ve bu nedenle sadece vergilerin vakfedildiğini gösterir. Ayrıca bu bölgenin yer adları bakımından ne derece Türkleştiğini göstermek bakımından önemlidir. Karahisaı^da "Melik Behramşah Gazi Bey" adına yazılı 748 tarihli bi vakfiye Şeyh Pir Hasan, Şeyh Sinan ve Şeyh Muinedin Süleyman namına yapılmış, 716 ve 748 yılında tanzim edilmiş, diğerleri de günümüze kadar gelmiştir. 14. yüzyılda Amasya civarında yerleşen Şeyh Abdurrahman Erzincani de halkı kerametleri ile kendisine bağlamış, Erzincanlı bir veli olarak anılmaya değerdir.
Orta Çağ Türkiyesi'nde tarım, sınai, ticari ve kültürel bakımlardan önemli bir şehir olan Erzincan ve özellikle Mengücekler hakkında, kaynakların yetersizliği nedeniyle bilgilerimiz azdır. Erzincan tarihinin kaynakları hakkında önemli belgeler oluşturabilecek mimari yapıların çok azı günümüze ulaşmıştır. Yüzyıllar boyunca ardarda gelen yer sarsıntıları eski eserleri toprağa gömmüştür. Bu nedenle kayalık bir zemin üzerinde kurulan Divriği ve Kemah yapıları ayakta kalabilmiştir. Bu yapıların yalnız Mengücekler ve Sultan Aleaddin Keykubad tarafından yapılmış kale ve surların varlığım da ancak tarihi bir iki kayıt nedeniyle biliniyor. Ortaçağ'da Mengücek ve Selçuklu yapılarını yıkan yer sarsıntılarının başlıcaları;
1046 yılında Erzincan tamamiyle harap olmuş, yerler yarılmış ve insanlar açılan yarıklarda günlerce feryad etmiştir. 1138 yılında bütün yakın doğuyu sarsan, pek çok yıkıma ve insan kaybına neden olan büyük bir yersarsıntısı Erzincan'da da etkilerini göstermiştir. 1165 yılında yaşanan bir başka yer sarsıntısında, Erzincan şehri tekrar harap olmuş, ovada arazi çatlaklan meydana gelmiş ve kırmızı sular akmağa başlamıştır. Moğolistan'dan dönerken 1255 yılında Erzincan'dan geçen W.Rubruck, bu sırada yine şehrin tamamiyle yıkıldığını, Erzincan yöresinde sayısı bilinmeyen yoksulların yanısıra sadece adı yazılan ölü sayısının 10000 kişi olduğunu, yerlerin nasıl yarıldığını, dağlardan aşağı akan kaya ve toprakların vadileri nasıl doldurduğunu anlatır. Selçuklu dönemine ait önemli bir yersarsıntısı 1290 yılında olmuştur.
ORTA ÇAĞDA ERZÎNCAN'DA ÜRETİM VE TİCARET
Erzincan'ın siyasi, sosyal ve kültürel yönlerinin yanısıra, Selçuklular ve daha sonra gelen yüzyıllar içerisinde Anadolu'nun önde gelen ticari merkezlerinden biri olduğunu belirleme olanağı vardır. 0 dönemler içerisinde ekonomik yaşamın temelini oluşturan faaliyetler açısından çağdaşı olan kentlerin pek çoğundan geri kalmadığı dönem özellikle Behram-şah zamanına rastlar. Hamdullah Kazvini'nin, Erzincan'ı Anadolu'nun 11 şehrinden 2.'si olduğunu kaydetmesi 14. yüzyılda da kentin önemli olduğunu belgeler.
Ekonomi Lonca-Korparasyon ve bu kurumların başındaki Ahi Babalar tarafından sıkı bir disiplin altında yürütülmekte, halkın ihtiyaçlarını karşılayabilecek her türde üretim ve zanaat faaliyeti sürdürülmektedir.
Endüstriyel bir faaliyet olarak Erzincan ve kasabalarında dokunan kumaşlar, ayrıca o dönem varlıklı ailelerin her türlü beğenisine yanıt verebilecek düzeydeydi. îşletilen veya üretilen malın ülke içindeki pazarlarında, ticaret hanlarında veya dükkanlarında satıldığı cinslerine göre aynı ayrı hanların varlığı bilinmektedir. Diğer kentlerde elde edilen çeşitli ticari mallarla beraber, Erzincan'ın dünyaca ünlü bukranları Avrupa'ya ve doğu ülkelerine ihraç ediliyordu. Öte yandan Erzincan, Irak'tan getirilen cam ve avize parçaları burada işlenerek iç ve dış piyasalara sürülmekteydi. Alaeddin Davud'un, Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad'ı Kayseri-Menşhediye ovasında ziyaret ettiği sırada hediye ettiği yöre koyunu ve çeşitli tarım ürünleri ve altın işlemeli eşyalar dönemin göz kamaştıracak kadar büyük bir değere sahip örnekleriydi.
12. yüzyılda, Gezgin Marco Polo, kentte dokumacılığın gelişmiş olduğunu yazar. 12. yüzyılda îbni Batuta da, kentte dokumacılığın ve bakır eşya yapımmın ileri düzeyde olduğunu kaydeder. Kentte varolan dokumacılık, boya yapımının gelişmesini de sağlamıştı. 1561-1518 yıllarında düzenlenen tahrir defterlerinde, kentin yıllık geliri 224.753 akçe idi. Bu gelir, çeşitli vergi ve resimlerinden oluşmaktaydı.
SELÇUKLULAR DÖNEMİ
1092 yılında Büyük Selçuklu împaratoru Melikşah'ın ölümü üzerine, Selçuklu hanedanı arasında başlayan ve 12 yıl kesintisiz süren saltanat çatışması sonucunda imparatorluğun eski gücüne yeniden kavuşamaması, Anadolu beyliklerinin ortaya çıkmasının başlıca nedeni olmuştur. Bunların içinde en önemlisi Konya başkentli Anadolu Selçuklu Devleti'dir. Anadolu'nun büyük bir bölümüne egemen olan diğer uç beylikleri üzerinde siyasi üstünlüğü olan Selçuklu yönetimi; Bizans'tan devraldığı köhnemiş Anadolu'yu ardarda gelen Haçıl Seferieri'ne rağmen, yeni baştan imar etmiş; medreseleri, camileri, şifahaneleri ve sarayları ile donattığı birçok kentte kültür ve sanat yüksek düzeylere ulaşmıştı. Öte yandan doğu-batı arasında ticareti geliştirmek için, kervansaraylar, menziller, köprüler inşa edilmiş, transit ve gümrük vergilerinde düşük oranlar uygulamıştır. Devletin en güçlü olduğu Sultan Alaeddin Keykubad döneminde, denizciliğe önem verilmiş, Akdeniz'de Antalya ve Alanya'da, Karadeniz'de Sinop ve Suğdak'ta liman ve tersaneler kurulmuş, Anadolu'nun doğu ve batısındaki Türk Beylikleri, Konya'ya bağımlı hale getirilmiş veya fethedilmiştir. Bu süreçte, Mengücek Beyliği de 1228 yılında Konya Başkenti'ne bağlandı.
Alaeddin Keykubad, oğlu Gıyaseddin Keyhusrev'i Erzincan Valiliği'ne atadı. Yaşının küçük olması nedeniyle, Mübarizeddin Ertokuş da Atabek olarak Erzincan'a gönderildi. Celaleddin Harzemşah'ın Doğu Anadolu'da egemenlik kurmasına karşı çıkan Alaeddin Keykubad, Erzincan'ın Yassıçimen yöresinde yaptığı savaşta Celaleddin Harzemşah yenildi ve doğu sınırlarını güçlendirmek amacı ile Harzemliler'i sınır boylanna yerieştirdi. Tarihçiler, Alaeddin Keykubad'ı, Harzemşah Devleti'nin yıkılması ile Moğollar arasında yer alan güçlü bir tampon devleti ortadan kaldırmasını hata olarak kabul ederler.
Anadolu Türk tarihinde; biri parlak "1071 Malazgirt zaferi" ile yükselişi, diğeri karanlık "1243 Kösedağ yenilgisi" ile, çöküşü belirleyen iki önemli yıl vardır.
Sultan II.Gıyaseddin'in, Vezir Sadeddin'in etkisi altında kalarak, değerli birçok devlet adamını tasfiye etmesi ile yönetim gücünü yitiren devlet, güneydoğudan batıya doğru gelişen Baba îshak ayaklanması ile denetlenemeyen yoğun göçlerin ortaya çıkardığı siyasi ve sosyal bunalımlann üstesinden gelemedi. Moğollar'ın doğu sınırlarına gelip dayanması ise büyük bir tehdit oluşturdu. Doğu sınırlanna yerleştirilen harzemliler, sınır boylarındaki görevlerinden ayrıldılar. Bu durum, özellikle doğu sınırlarının savunmasını zayıflattı. Selçuklu ordusunun 1243 yılında Kösedağ yakınlarındaki savaşta Moğol ordulanna yenilmesi ardından, Konya yönünde birçok bayındır Anadolu kenti yerle bir edilmiş, Selçuklu yönetimi Moğol bağımlılığı altına girmişti.
İlhanlı Hanı Hulagu, 1257'de Sivas, Kayseri ve Erzincan'ı aldı. Oğlu Yeşmud'u Erzincan Valiliği'ne atadı. Erzincan, Hulagu Han'dan sonra yerine geçen Abaka Han'ın yönetimine girdi. Abaka Han'ın, 1282'de Erzincan'da ölmesinden sonra yerine Teküder Han geçti. Teküder Han'ın Müslümanlığı kabul etmesi üzerine, adı Teküder Ahmed Han oldu. îlhanlı hanlarından Argun Han ve Holaca Han, zamanlarının çoğunu Erzincan'da geçirmişlerdir.
Büyük Vezir Muineddin Pervane'nin, îlhanlı Moğolları'na bağımh olan Konya yönetiminde etkili olması, iki yanlı siyasal girişimlerde bulunması ve ağır vergilere rağmen; 13. yüzyılın ortalarından 14. yüzyılın başlarına kadar olan süreçte, Anadolu Selçuklu Devleti'nin ekonomik ve kültürel varlığı gelişmiş, ancak îlhanlı başkentinde ortaya çıkan yönetimsel sorunlar ve Anadolu'daki Moğol Noyanları'nın güç ve iktidar çatışmalarıyla birlikte, Selçuklu Devleti'nin siyasi varlığı da sona ermiştir.
İlhanlı merkezi yönetiminin çökmesi ile Anadolu'da ortaya çıkan siyasi boşluk ve kargaşa içinde, yerel Türk beylikleri tekrar bağımsızlaşırken, Moğol Noyanları'ndan Uygur ve Türk kökenli beyler, Orta Anadolu'da devlet düzeyinde tanımlanabilecek Eretna Beyliği'ni kurdular.
Selçuklular döneminde Doğu Anadolu'da dört beylik vardı. Bunlar Mengücekler (Erzincan-Şebinkarahisar-Divriği yöreleri), Saltuklular (Erzurum-Bayburt bölgesi), Ahlat Şahlar (Van gölü çevresi) ve Dimlaçlar (Bitlis-Erzen yöresi). Bu beyliklerin yaşadıklan zamanda Güney Doğu Anadolu'da iki beylik görülür: Artuklular (Başlıca Mardin-Hısnkeyfa yöreleri) ve Yınallılar (Diyarbakır ve dolayları). Bu sonunculara, Kızıl Arslanlılar da (Siirt yöresi) ilave edilebilir.
Selçuklular devrindeki Doğu ve Güney Doğu Anadolu'da görülen beyliklerin tarihleri aşağı yukarı bir yüzyıl sürmüş ve 13. yüzyılın ortalarında beyliklerden çoğu ortadan kalkmıştır. Bu beylikleri sona erdiren nedenler, birbirlerinden değil, komşu devletlerden gelmiştir. Konya başkentli Anadolu Selçukluları Mengücek ve Saltuklular'm, Eyyübiler de Yınallılar ile Ahlatşahlar'ın varlıklarına son verdiler. Artuklular ile Dimlaç Oğulları varlıklarını Moğol devrinden sonra da sürdürdülerse de eski güçlerini koruyamadılar.
Bu beylikler tarihleri boyunca Türk geleneklerine bağlı siyaset uygulamışlar, Müslüman ve Gayrimüslüm halklarını adaletle yönetmişler, ülkelerini her alanda kalkındırmışlardır. Yer sarsıntıları, Moğollar'ın istila ve yıkımlan olmasaydı, günümüze onlardan çok daha fazla eser ulaşacaktı. Başlıcaları cami, medrese, hamam, han, zaviye, köprü ve türbelerden oluşan bu eserler, aynı zamanda yüksek sanat değeri taşımaktadır
alıntıdır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder