13 Mart 2012 Salı

HAVA KİRLİLİĞİ

HAVA KİRLİLİĞİ
Günümüzde, her geçen gün artan çevre sorunlarının başında gelen hava kirliliği, geleceğin dünyasını ciddi bir şekilde tehdit etmekte, ekolojik tehlikelerle karşı karşıya bırakmaktadır. Dünya nüfusunun hızla artmasına paralel olarak, artan enerji kullanımı, endüstrinin gelişimi ve şehirleşmeyle ortaya çıkan hava kirliliği insan sağlığı ve diğer canlılar üzerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır.
Hava kirlenmesi, insan ve diğer canlılara zarar verecek miktar ve süredeki kirleticilerin, atmosfere karışması olarak tanımlanabilir. Kirleticiler doğal veya insan aktiviteleri sonucu atmosfere karışabilirler.

HAVA VE KİRLETİCİLER
Saf hava, başta azot ve oksijen olmak üzere argon, karbondioksit, su buharı, neon, helyum, metan, kripton, hidrojen, azot monoksit, karbon monoksit, ksenon, ozon, amonyak ve azot dioksit gazlarının karışımından meydana gelmiştir.
Atmosferin %78'ini oluşturan azot orman yangınları, şimşek gibi doğal atmosfer olayları ve yanma sonucunda meydana gelir. Atmosferin hacim olarak %21'ini ve ağırlık olarak %23'ünü oluşturan oksijen ise oldukça reaktif  bir gazdır. Diğer gazlar ise atmosfer hacminin   %1'ini oluştururlar.
Atmosferi oluşturan bu gazların, en kararsız olanları su buharı ve karbondioksittir. Atmosferdeki su buharı miktarı, denizler, göller, nehirler ve bitkilerden buharlaşma ile artar ve bulutlardan sis, çiğ, yağmur oluşumu ile de azalır. Su buharının bu değişkenliği, uzun sürede, bu olaylarla birbirini öyle dengeler ki, su buharının atmosferdeki miktarı değişmez. Karbondioksit ise normalde çok küçük yer teşkil eden bir bileşendir. İnsan ve hayvanların teneffüsü ve bitkilerin fotosentez olayı ile atmosferdeki miktarı dengede tutulur.
Doğal olarak saf atmosfer az veya çok miktarda, büyük bölümü suni olan yabancı maddelerin üretimi ile kirletilir. Bunların başında petrol ürünleri ve endüstriyel kirleticiler gelmektedir. Özellikle son yıllarda, endüstriyel aktivitenin, şehirleşmenin ve nüfusun artması ile kirletici maddelerin kullanımı ve miktarıda hızla artmaktadır.
Atmosfere dağılarak, onu kirleten kirleticiler katı, sıvı ve gaz halindedirler. Çeşitli kaynaklardan meydana gelen kirlilik maddeleri toz, is, sis, buhar, kül, duman vb. olarak havaya geçerler. Atmosferdeki bu  kirleticiler, kirletici kaynaklarından atmosfere doğrudan verilen kirleticiler ve bu kirleticilerle, atmosferik özellikler arasındaki kimyasal olaylar sonucu oluşan kirleticiler olmak üzere iki şekilde bulunurlar. Atmosfere kirletici kaynaklarından yayılan kirleticiler, kükürtdioksit, azot oksitler, karbon monoksit, hidrokarbonlar asılı vaziyette bulunan katı partüküllerdir. Bu kirleticilerle, atmosferik özelliklerin oluşturduğu kimyasal reaksiyonların en önemlileri ise fotokimyasal olaylardır ki, bunlardan özellikle floroklorokarbonlar, güneşten gelen zararlı UV (ultraviole) ışınlarına karşı yeryüzüne koruyan ozon tabakasında büyük tahribata yol açmaktadır.
Doğal veya insan yapısı sonucu atmosfere karışan kirleticiler, her iki halde de atmosfere yayıldıkları anda hızla kimyasal reaksiyonlar oluştururlar ve hava akımları ile karışır, dağılır, yayılır ve taşınırlar. Böylece kirleticiler, kaynaktan çıkıp, alıcılara ulaştığında karakterleri değişebilir.
Genel olarak kirlilik, havadaki katı parçacıklar ve kükürtdioksit miktarına göre belirlenir. Oysa atmosferde oluşan kimyasal olaylarda, organik maddeler büyük rol oynar. Çünkü organik maddeler,  atmosferde  ister reaksiyona girsinler, ister girmesinler kimyasal reaksiyonların çekirdeğini oluştururlar. Hava kirliliği denildiğinde, kirleticiler ve bunların bulunduğu atmosfer ortamı aynı derecede rol oynar. Herhangi bir yerde hava kirliliği çalışması yapıldığında, ilk olarak o bölgenin meteorolojik koşulları ve havanın kimyasal yapısı incelenmelidir.

HAVA KİRLİLİĞİ KAYNAK VE NEDENLERİ
Bugün çok önemli bir çevre problemi olan ve özellikle insan sağlığını etkileyen hava kirliliği ilk olarak, atmosfer bileşiklerinin değişmesiyle başlamaktadır. Atmosfer, genellikle içerisine karışan toksinli maddeleri  eriterek etkisiz hale getirmesine rağmen meteorolojik ve topoğrafik şartlara bağlı olarak devamlı bir şekilde kirlenmektedir. Çeşitli amaçlarla yakılan ateşler, fabrika ve ev bacalarının dumanları, araçların egzost gazları havaya zehirli gazlardan olan karbon monoksit, kükürt dioksit ve nitrik asit gibi gazların bol miktarda karışmasına neden olur.
Hava kirliliğine neden olan kirleticilerin, kaynaklarına göre hava kirliliği,  tabii kaynaklardan meydana gelen kirlilik ve insan faaliyetleri sonucu suni kaynaklardan meydana gelen kirlilik olmak üzere iki sınıfa ayrılır. Tabii kirliliği oluşturan, doğada bulunan kirletici kaynaklarından: tozlar, meteorlardan, yer yüzeyindeki büyük çöl alanlarından ve kumluk alanlardan rüzgarlarla atmosfere taşınırlar; orman yangınlari ile atmosfere önemli miktarlarda duman ve zehirli gazlar karışır; foto kimyasal olaylarla azot dioksit; yanardağlardaki volkanik faaliyetler sonucunda kükürt dioksit, hidrojen klorur, hidrojen flörür; deniz çalkalanmasından sodyum klorür sayılabilir.
Hava kirliliğinde, tabii kirlilik kaynaklarından çok suni kaynaklardan meydan gelen kirlilik önemlidir. Çünkü günümüzde insanları en çok ilgilendiren, özellikle büyük yerleşim merkezleri ve sanayi alanlarındaki hava kirliliğidir. Bu kirlilikte daha çok insan faaliyetleri sonucu meydana gelir.
İnsan yapımı kirlilik kaynaklarını ise kabaca :
1.    Ulaşım
2.    Katı yakıtlar
3.    Elektrik santralleri
4.    Endüstri ve ısınma için kullanılan yakıtlar
5.    Endüstriyel işlemler   olarak sıralanabilir.
İnsan tarafından oluşturulan kaynaklardan oluşan bu kirlilik, bulunan bölgenin endüstriyel gelişimi, nüfusu, şehirleşme durumu gibi faktörlere bağlı olarak değişim gösterir.
HAVA  KİRLİLİĞİNİN   ZARARLI  ETKİLERİ
Hava kirliliğinin, başta insan sağlığı olmak üzere görüş mesafesi, materyaller, bitkiler ve hayvan sağlığı üzerinde olumsuz etkileri vardır.
Katı yakıtlar ve akaryakıt gibi karbonlu maddelerin tam yanmamasından meydana gelen katı ve sıvı parçacıkların bir gaz karışımı olan duman, hava kirliliğinin bir çeşididir ve görüş uzaklığını azaltıcı bir etkiye sahiptir. Hava kirliliğinin, sanatsal ve mimari yapılar üzerinde tahrip edici ve bozucu etkisi vardır. Bitkiler üzerinde ise öldürücü ve büyümelerini engelleyici olabilmektedir. Bu nedenle hava kirliliği hem canlıların sağlığı açısından, hem de ekonomik yönden zarar vericidir.
Hava kirliliğinin insan sağlığı üzerindeki etkileri, atmosferde yüksek miktardaki zararlı maddelerin solunması sonucu ortaya çıkar. İnsanların sağlıklı ve rahat yaşayabilmesi için teneffüs edilen havanın mutlaka temiz olması gerekir. Havanın doğal yapısını bozan ve kirleten maddelerin başka bir deyişle kirli havanın solunması, özellikle akciğer dokularını tahrip edici ve öldürücü olabilmektedir. Solunum yolu ile alınan hava içerisindeki parçacıklar ve duman, teneffüs esnasında yutulur ve akciğerlere kadar ulaşır. Solunum sisteminin derinliklerinde depolanan bu parçacıklar, akciğer kanserlerine kadar varan hasarlar yapabilmektedir. Diğer taraftan kömür ve diğer yakıtların yanmasından oluşan duman ve isin astım, çeşitli burun ve boğaz hastalıkları hatta mide hastalıkları gibi özellikle solunum yolları ile ilgili hastalıklara belirli ölçüde sebep olabileceği öne sürülmektedir. Şiddetli hava kirliliğine maruz kalınması durumunda, bunun insan sağlığına olan etkisi ile hava kirliliğinin düşük miktarlarına, uzun zaman maruz kalmanın etkileri farklı olmaktadır.

ÖNLEMLER 
Özellikle sanayi merkezleri ve büyük yerleşim alanları üzerinde daha çok hissedilen hava kirliliğinin azaltılması amacıyla birtakım önlemlerin alınması gerekir. Bunlardan bazılarını aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:
- Sanayi ve iş merkezlerinin mümkün olduğu kadar yerleşim merkezleri dışına alınması
- Kişisel vasıta kullanımı yerine toplu taşımacılığın yaygınlaştırılması ve elektrikli taşıma araçlarının geliştirilmesi ve kullanımının artırılması
- Konutlarda yakıt yakma tekniklerinin geliştirilmesi ve özellikle sanayi alanlarındaki bacalara, hava filtrelerinin takılması ayrıca yakıt olarak doğal gaz kullanımının yaygınlaştırılması
- Şehir merkezlerindeki yoğun trafiğin çevre yollara aktarılması
- Ağaçlandırma çalışmalarının artırılması, özellikle hava kirliliğinin yoğun olduğu yerlerde  yeşil alanların artırılması
- Şehir yerleşim planlarında meteorolojik faktörlerin özellikle rüzgar durumunun göz önünde bulundurulması
- Halkın, hava kirliliği konusunda bilinçlendirilmesi için ilköğretimden başlamak üzere tüm okullarda ve sivil toplum örgütlerince bu amaca yönelik eğitim programlarının hazırlanması.

Ebru Sanatı

Türk el sanatının önemli bir dalı olan ebruculuğun hangi tarihte başladığı kesin olarak bilinmemektedir. Ebruya çok eski tarihli el yazması kitapların yan kağıtlarında (kapak ile kitabı birbirine bağlayan kağıt) rastlıyoruz. Fakat bu kitaplar yüzyıllardan beri okuna okuna yıpranıp tekrar cilt tamiri yapılmış olacağından o kitap içinde görülen bu ebrular, o kitabın yazılış tarihinde yapılan ebru olduğunu göstermez. Şu halde üzerinde tarih kayıtlı olmak şartıyla bir hat örneği ihtiva eden ebru kağıtları zamanı göstermek bakımından bir vesika sayılabilir. Hafif ebru denilen ve bilhassa üstüne yazı yazılmak gayesiyle açık ve soluk renklerle yapılan ebru kağıtlarında rastlanacak tarihler önem taşır. İşte o tarih ebru'nun da yapılış tarihi olabilir. Bilinen en eski ebru kağıdı 1554 yılına aittir. Ebrunun tarihi Malik-i Deylemi tarafından Gürcistan'da yazılmış italik kıt'ada geçen Arapça tarihten anlaşılıyor. Ebru kelimesi Çağatayca "Ebre", Farsça "Ebrî"  bulutumsu, bulut gibi anlamına gelip, daha sonraları dildeki vokal değişmesiyle Ebru haline gelmiştir. Bütün klasik sanatlarımız gibi ebru sanatının tarihi hakkında tam bir bilgimiz yoktur. Ebru kağıdı çok eski devirlerde hat sanatının bir yardımcısı ve ciltçiliğin bir kolu olarak yaşamış bir sanattır. Kitap kaplarının içlerini yaprakları veya yazı levhalarının kenarlarını bordür olarak süslemek için kullanılmıştır. Bugün tekrar gündeme gelmiş, kendini yenilemiş olarak görülüyor. Son yıllarda resim gibi paspartolanmış ve çerçevelenmiş ebru çeşitleri ile sergiler açılıyor, çerçeveli veya çerçevesiz dükkanlarda satılıyor. Evlerimizi, bürolarımızı süslediği gibi gömleklerimizden sarkan kravat olarak  ipekli kumaşlara basılmış görüyoruz. Dahası çinilere renk vererek hatip ve çiçekli battal veya çark-ı felek olarak girmiş, kırlentlerde aynı renk cümbüşüne karışan ebrularla göz zevkimize katılmış olduğunu görüyoruz. Büyük Türk yazarı Şemseddin Sami Bey Kâmûs-ı Türkî adlı lügâtında ebru için şöyle demektedir:  "Ebru; aslı, Farsça Ebrî = bulut renginde ve daha doğrusu, Çağatayca   Ebre = roba (elbise yüzü, kürk kabı) hare gibi dalgalı ve damarlı (kumaş, kağıt) =  (isim) cüz ve defter kabı yapmak için kullanılan renkli kağıt."
Görülüyor ki gerek Kâmûs-ı Türkî yazarı Şemseddin Sami Bey'in verdiği bilgiler gerekse bu sanatı Buhara'da öğrenmiş olan Sadık Efendi'nin verdiği bilgilere göre kelime, zaman süreci bazı değişikliklere uğramıştır. Aslı Çağatayca olan bu kelime Anadolu'ya göç sırasında İran'dan geçerken kelime benzerliği nedeniyle "ebri"ye yurdumuzda ise "ebru"ya dönüşmüştür.
Ebrunun kağıt üzerindeki bulutumsu görünüşü mermerdeki damarlara benzediği için Avrupalılar "papier marble", "marbled paper", Arap aleminde ise "Varak'l-i mucazza" yani damarlı kağıt olarak adlandırmışlardır.
Son zamanlarda ele geçen bir yazma risale ebru hakkındaki bilgi eksikliğini nispeten gidermiştir. 1608 yılında yazılmış olan bu Tertib-i Risale-i Ebrî  o tarihte ebruya dair  bilinenlerin bir araya getirildiği bir bilgi hazinesidir.
Kitap sanatları hakkında en eski kaynak eserlerimizden olan Menâkib-i Hunerveran 1586 da Gelibolu'lu Mustafa Ali Bey tarafından yazılmıştır.
Bu kitapta; hat, tezhip, minyatür, cilt, oyma sanatlarından ve onlarla meşgul olan kimselerden Herat'ta yetişenlere kadar söz edildiği halde ebruculuktan ve ebruculardan bahsedilmediği görülmektedir. Kitap sanatkârları hakkında bir diğer eser ise, merhum Kilis'li Rifat'ın çevirisi Nefeszade İbrahim Efendi'nin, hattatlar, aharcılık, kağıt boyamacılığı, mürekkepçilik gibi sanatlardan söz edilen "Gülizar-ı Savap" isimli eserlerinde de ebrudan ve ebrucudan hiçbir bahis olmadığı görülüyor.
Ebruda kullanılacak olan boyalarda; toprak boya olması, suda erimemesi ve yağ ihtiva etmemesi özellikleri aranır. Toprak boyalar tabiattaki renkli taşlardan, renkli kaya ve madeni boyalarla nebati asıllı suda erimeyen boyalardan elde edilir. Suda eriyen ve yağ ihtiva eden boyalar kullanıldığı takdirde boyaların bir kısmı kitreyi kirlettiği gibi kitre üzerinde durmaz ve dibe çöker.
Boyayı hazırlarken bir mermer veya kalın bir cam üzerine bir yemek kaşığı kadar konur, su ile macunu haline gelinceye kadar kürekle (spatül) karıştırılır. El taşı ile sabırla yavaş yavaş ezilmeye başlanır. Cam üzerinde değil de mermer veya benzeri taş üzerinde ezilecek olursa el taşı üzerinde boya ezilen taştan ayrı bir özellikte olması gerekir. Aynı taş unlanmaya sebep olmaktadır. Dağılan boya spatülle toplanır ve tekrar ezilir. Ezilme işi bitince spatülle toplanan  boya ana kap tabir edilen bir büyük cam kavanoza alınır. Bol su ile karıştırılıp adeta yıkanan boya bir tülbent veya naylon çorap ile süzülür. Bu işlem birkaç defa tekrarlanır. Süzülen boya dinlenmeye alınır. Dinlenen boya durulur, dibe çöker, su üstte bembeyaz berrak kalır. Üstteki su dökülür ve boya istenen kaba alınır.

Yaldız boya su içerisinde iyice ezilmeye çalışılır. Çünkü ezildiği dahi belli olmaz. Bir çay kaşığı boya sanki kabarır, köpürür ve büyür. Bu ezme işi bitince dinlenmeye alınır. Dinlenen yaldızlı boya dibe çökmez üste çıkar, kullanılacağı zaman yine karıştırılır.  Sarı yaldızlı boyaya sarı renk karıştırılarak, beyaz yaldızlı boyaya diğer renkler karıştırılmak suretiyle kullanılabilir. Yaldız kuruyan kağıt üzerinden elle dokununca çıkabilir. Kitre üzerinde yaldızları kalarak kitreyi kirletir.  Tabii çivit (Lahor cividi) lok veya leş (vişne çürüğü) gibi boyaları piyasada bulmak pek zor. Ancak bunların yerine renkleri birbirine katarak yeni yeni renkler elde edilebilir.
Ebru boyaları bilhassa zırnık, zehirli olduğu için dikkat etmek lazımdır. Ebru üzerinde boya aralarını açmak ve derinlik görüntüsü vermek için neft, terebentin yağına çok az batırılan fırça ile boya serpilirse derinlik görüntüsü ve benekler elde edilir. Neftin işini limon kabuğuyla da görebiliriz. Battal ebru yapıldıktan sonra bir parça limon kabuğu ele alınıp yakın mesafeden tekne üzerine sıkılırsa kabuktan çıkan esans ebru üzerinde beyaz benekler ve boşluklar yapar.
Bugün pek çok  ebrucu toprak boya bulamadıkları için bir kısım sentetik ve bitkisel boyalarla ebru yapıyorlar. Ebru bir renk sanatıdır. Renkler tabii ve pastel renklerin bir araya gelmesiyle güzelleşir.
Ebru yapımında kullanılan suyun özel içme suyu olması, kireç derecesi düşük ve bekletilip süzülmüş olması şarttır. Kaynatılan ve bekletilmiş suda olur. Eskiden  yağmur suyu kullanılırmış. Suya kireç düşüren calgon katılmak suretiyle kireci düşük su da elde edilir ve kullanılır.
Boyanın yüzeyde durmasını ve kağıda kolayca geçmesini sağlayan kitre ebru sanatında en az boya kadar önemli bir maddedir.Her bölgenin kendine has kitresi vardır. Halk arasında kesire olarak da bilinen kitre geven adı verilen bir bitkinin (astragalus) gövdesinden sızan mayinin koyulaşmış şeklidir. Piyasada  şerit veya plâka şeklinde olan kitrenin taze ve beyaz olanı ebru için uygundur. Kitre eczacılıkta, kozmetik ve dokuma sanayiinde, pasta yapımında ve pek çok yerde kullanılan yapışma kabiliyeti düşük bir zamk cinsidir. 35 x 50 x 5 cm'lik bir tekne için 30 - 35 gram kitre kafidir. Kitre bir kap içinde ıslatılıp bir gece bekletilir. Sonra iyice ovalanır, tekrar su katılarak karıştırılır. Bu işlem salep kıvamına gelinceye kadar tekrarlanır. Bir bez torbaya aktarılır ve süzülür. Süzme işi iki üç defa tekrarlanır ve tekneye alınır. Tekneye alınan kitrenin hava kabarcıkları tekneye sekiz on kere kağıt atılarak hava kabarcığı ve köpük kalmayıncaya kadar alınır. Üstü kaymak tutmaması için kağıtla kapatılır. Kitre boya artıklarından, oda sıcaklığından, nemden etkilenir ve bozulur. Bozulan kitre su kıvamına döner ve hareket kabiliyeti azalır.
Kitre tekneye boşaltılır, bir gün bekletildikten sonra bütün boyalar aralıklarla bir aletle birer damla damlatılır. Boyalar sekiz santim açılıncaya kadar öd ayarı yapılır ve bir gün sonra aynı muamele tekrarlanır. Eğer sekiz santim açılıyorsa kitre istenilen kıvamda, on santimse kitrenin kıvamı sulu, altı santim açılıyorsa kitrenin kıvamı koyudur. Ona göre su katılır ve istenen kıvama getirilir. Kitre süzüldükten sonra yarım kahve fincanı formol katılır ve karıştırılır. Formol, tıp alanında kullanılan zehirli bir ilaçtır. Kitrenin bozulmasını geciktirir. Koyu renk ebru yapmak istenirse koyu kitre; açık renk ebru istenirse sulu kitre kullanılır. Kitre yerine keten tohumu, salep, ayva çekirdeği, deniz kadayıfı, hilbe (bey tohumu) kullanılır.
Öd, kitre üzerinde  boyaların yayılmasını sağlar. Ebru yapımında ekseriyetle sığır ödü kullanılır. Sığır ödü 'Ben mari' sisteminde kaynatılır, soğumaya bırakılır. Dinlenen öd süzülür ve soğuk bir yerde saklanır. Boyaların kitre üzerinde dağılması, öd ayarına bağlıdır. Boyanın çok açılmasını ve yayılmasını istediğimiz zaman öd oranı yükseltilmelidir. Sanatkar yapacağı ebru çeşidine göre çok veya az öd ilâve eder. Öd aynı zamanda boyaların dibe çökmesini, renklerin birbirine karışmasını önler. Öd boyaya renk ve yapışkanlık verir. İyi ayarlanmamış ödlü boya, ya dibe çöker ya çok açılır. Çok ödlü boya üstünde barınacak boya daha çok ödlü boyadır. Sığır ödünün haricinde koyun ve kalkan balığı ödü de kullanılır.   Eskiden tütün yaprağı ve haraza'nın suyu da kullanılırmış.
Ebru yapılacak tekne büyüklüğünde kesilen her türlü kağıtla ebru yapılabilir. Birinci hamur, ikinci hamur, üçüncü hamur kağıt kullanıldığı gibi pelur kağıt dahi olur. Kitre üzerinde biriken kirli renkleri ve köpükleri pelur ve üçüncü hamur kağıtla almak daha iyi ve kolaydır. Ebru yapılacak kağıtlarda gramaj oranı da pek önemli değildir. Kağıt yerine çeşitli kumaşlar, cam, tahta ve çinicilikte kullanılan bisküvilerde kullanılabilir. Yalnız bisküvi üstüne alınan boyalar toprak boya olduğu için sırlanıp çini fabrikalarında fırınlanınca renkler ya değişir, yahut da kaybolur.
Onun için toprak boya yerine çini boyasıyla ebru gibi çalışılıp yapılır ve sırlanıp fırınlanırsa o zaman renklerde hiç değişme olmaz. Ebru kağıtları teknenin içine serbestçe girip çıkacak şekilde kesilmelidir. Bir tarafı açıkta bırakacak şekilde olmaması gerekir. Çünkü atılan boya kitrede kalır.
Tekne, İçinde ebru yapımı gerçekleştirilen kaptır. Genellikle galvanizli paslanmaz sacdan yapıldığı gibi çinko, cam ve ağaçtan dahi yapılabilir. En çok 50x35x5 cm. boyutlarında yapıldığı gibi isteğe bağlı olarak çeşitli ebatlarda tekne yaptırılabilinir.
"Tekne açmak" demek, ebrucunun ebru yapmaya başlaması anlamına  gelen bir sözdür.
"Tekne kapamak" çalışmanın bitmesi anlamına gelen bir sözdür.
"Tekne var" demek teknenin açık olduğunu belirtir.
"Tekne kapağı" demek ebrucu son yaptığı ebruyu tekneden dışarı almaz ise o ebruya kapak ebrusu denir.
Teknenin üstü açık kalınca kitre kaymak bağlar ve tekneye toz vb. düşer, onun için ya son ebru tekneden alınmaz yahut da başka bir boş kağıtla tekne kapatılır.
Kıl; hatip, çiçekli, gelgit, taraklı ebru yapılırken onlara şekil vermeye yarayan at yelesi veya at kuyruğundan alınıp kurşun kalem kalınlığında bir tahtanın uç kısmına yerleştirilmiş bir alettir.
Çeşitli kalınlıklarda paslanmaz çelik veya bakır tellerden ir tahta veya ağaçların dallarına yerleştirilerek bız (tel) yapılır. Hatip, çiçekli, gelgit ebrusu yapımında kullanılır.
Fırça, boyaları tekne üzerine serpmeye yarar. Ebrucu fırçasını kendi yapar. Piyasada yağlı boya veya suluboya fırçalarıyla ebru yapılmaz 25-30 cm. parmak kalınlığında sopanın ucuna yaşlı at kuyruğundan alınan kıllarla naylon veya sağlam bir iple güzelce bağlanarak fırçalar yapılır. Her boyanın kendi fırçası vardır.

EBRU YAPIMI
Ebru yapılacak yerin temiz, havalandırılabilir ve  ısı derecesi 20 0C 'ı geçmeyecek şekilde olması lazımdır.
Isı derecesi yüksek olan yerde ebru yapılmaz. Çünkü sıcakta kitrenin biyolojik muvazenesi bozulur. Bozuk kitre ile de ebru yapılamaz. Eğer ebru yapılacak oda kaloriferli ise kalorifer vanası kapatılır.
Yaz mevsiminde ebru iyi netice vermez. Ebru yapılacak oda da duvarların ve çevrenin sıçrayan boyalardan korunması için kağıt veya bir naylonla kaplanması lazımdır. Boyalar bir sehpa üzerine yan yana tekne yakınına  yerleştirilir. Fırçalar boya içine konur, boya karıştırılır. Boyalara öd ayarı yapılır. Kitre üzerinde boyalar tek tek denenir.
Bir yanda boyalar, onun yanında kitre teknesi bulunur. Ebrucu ise boya ve kitre sehpasının karşısında biraz daha yüksekçe bir sandalyede oturur.
Daha önce hazırlanmış olan kitre yavaşça tekneye boşaltılır. Kitrenin koyuluğu salep kıvamına gelinceye kadar su ilave edilerek istenilen kıvama getirilir.  Kitrede gerek boşaltılırken gerekse su ilavesi yapılırken köpükler ve hava kabarcıkları meydana gelir. Bu köpükler tekne büyüklüğünde kesilmiş kağıtlar 5-10 kere kitre üzerine bırakılır alınır. Kenarda toplanan köpük ve hava kabarcıkları elle köşeye sıkıştırılıp dışarı atılır.
Kitrenin elektriklenmesini önlemek için 10-15 kağıt kitre üzerine tekrar tekrar atılır ve alınır.
Tekne içindeki kitre tekrar bir kağıtla kapatılır. Bir iki gün dinlenmeye bırakılan kitre oda sıcaklığına uyum sağlar. Ertesi güne kadar tekne etrafında boyalar hazırlanır. Öd ayarları yapılır ilk ebru denemelerine hafif ebruyla başlanır. Boyalar fırça yardımıyla tekne içindeki kitre üzerine serpilir. Fırça sağ ele alınır, sol el işaret parmağına vurularak sağdan sola doğru gidilir, teknede boş yer bırakmadan muvazeneli şekilde boyalar serpilir.
İstenilen ebru türüne göre şekiller verilir ve kağıt teknenin üzerine bırakılır.
  1. Birkaç saniye sonra kağıt tekne kenarına (mil varsa mile) sürtülerek kendine doğru çekilir ve tekneden çıkan kağıt daha önce hazırlanmış olan kurutma yerlerine getirilerek kurumaya bırakılır.
  2. Ebru tekne kenarına sürülmeden dışarı çıkarılır. İkinci bir teknenin kenarına sürtülerek ebrulu kağıdın üzerindeki kalan kitre ve boyalardan temizlenip kurutma yerine alınır.
Kurutma yerleri, kağıt büyüklüğünde hazırlanmış çıtalar, tahtalar veya çıtalar üzerine çakılmış tülbentlerle hazırlanır. Ebrular birbirine değmeyecek şekilde serilir.
Ebru kağıdı tekneye atıldığı zaman kağıtla kitre arasında hava kabarcığı kalabilir. O zaman iğne veya sivri bir telle kağıt delinerek havası alınır. Havası alınmayan kağıt tekneden çıktığı zaman hava olan yer boyasız beyaz leke gibi kalır. Ebru kağıtları kuruduktan sonra mührelenirse parlar ve mühreli ebruların renkleri çıkmaz. Ebruya sabunlu bir bez sürülür, sonra mühre, sert düz bir tahta üzerinde yumurta şeklinde cam porselen ve mermerle yapılır. Kağıt düz bir yerde tutularak elimizdeki mühre taşı veya benzeri bir aletle kuvvetlice olarak bir baştan bir başa bastırılarak gidilir, bütün here tarafına aynı muamele yapılarak devam edilir. Mühre ebruyu bir zırh gibi sarar ve parlatır. Mühreyi ve ebruyu arada bir saçımıza sürterek kaymasını ve yağlanmasını sağlarız. Mührelenen kağıt elle tutulmaz, serbest bırakılır. Tutulan ebruda çizgiler kalır ve yırtılır. Mührelenecek kağıda sabunlu kuru bez sürülürse daha iyi mührelenir. Ebru yapılacak yer ve duvarlar bir koruyucu tedbir olarak kağıtlarla veya bezle kaplanır. Sıçrayan boyalar zamanla bir tablo gibi etrafı sarar. Tekne 50-60 cm. yükseklikte bir tezgah üzerine konur. Ebrucu oturacağı kürsüyü biraz daha yüksek seçerse iyi olur. Ebru yapımına başlamadan önce bütün boyalar ayrı ayrı karıştırılır. İlk atılan boyaya az,  ikinci ve üçüncü atılan boyalara daha çok öd katmak gereklidir. Bu üstteki boyanın alt zeminini çatlatıp yayılmasını sağlar. Ebru yapmak ve ebru üzerinde çalışmak isteyen yalnız kitap okuyarak bu sanatı çok zor öğrenir. Muhakkak bir bilenden nazarı ve tatbiki ders görmesi lazımdır.
Ebru Çeşitleri :
q  Battal Ebru : Ebruların en güzeli, battal ebrudur. Battal ebruyu yapan kimse bütün ebruları yapabilir. Battal ebru tekneye serpilen çeşitli renk boyalara hiçbir müdahalede bulunmadan elde edilen bir türdür. İlk ebru çeşidi olan eski tarza (tarz-ı Kadim) Battal ebru denir.
q  Bülbül Yuvası.
q  Çift Ebru.
q  Gelgit Ebrusu.
q  Hafif Ebru.
q  Kılçıklı Ebru.
q  Kumlu Ebru.
q  Neftli Ebru.
q  Şal Ebru.
q  Serpmeli Ebru.
q  Taraklı Ebru.
q  Taraklı Yürek Ebrusu.
q  Taramalı Çiçek Ebrusu.
q  Necmeddin Ebrusu.
q  Hatip Ebrusu.
q  İspanyol Ebrusu.
q  Yazılı Ebru.

EBRU SANATININ TARİHÇESİ
Türk el sanatının önemli bir dalı olan ebruculuğun hangi tarihte başladığı kesin olarak bilinmemektedir. Ebruya çok eski tarihli el yazması kitapların yan kağıtlarında (kapak ile kitabı birbirine bağlayan kağıt) rastlıyoruz. Fakat bu kitaplar yüzyıllardan beri okuna okuna yıpranıp tekrar cilt tamiri yapılmış olacağından o kitap içinde görülen bu ebrular, o kitabın yazılış tarihinde yapılan ebru olduğunu göstermez. Şu halde üzerinde tarih kayıtlı olmak şartıyla bir hat örneği ihtiva eden ebru kağıtları zamanı göstermek bakımından bir vesika sayılabilir. Hafif ebru denilen ve bilhassa üstüne yazı yazılmak gayesiyle açık ve soluk renklerle yapılan ebru kağıtlarında rastlanacak tarihler önem taşır. İşte o tarih ebru'nun da yapılış tarihi olabilir. Bilinen en eski ebru kağıdı 1554 yılına aittir. Ebrunun tarihi Malik-i Deylemi tarafından Gürcistan'da yazılmış italik kıt'ada geçen Arapça tarihten anlaşılıyor. Ebru kelimesi Çağatayca "Ebre", Farsça "Ebrî"  bulutumsu, bulut gibi anlamına gelip, daha sonraları dildeki vokal değişmesiyle Ebru haline gelmiştir. Bütün klasik sanatlarımız gibi ebru sanatının tarihi hakkında tam bir bilgimiz yoktur. Ebru kağıdı çok eski devirlerde hat sanatının bir yardımcısı ve ciltçiliğin bir kolu olarak yaşamış bir sanattır. Kitap kaplarının içlerini yaprakları veya yazı levhalarının kenarlarını bordür olarak süslemek için kullanılmıştır. Bugün tekrar gündeme gelmiş, kendini yenilemiş olarak görülüyor. Son yıllarda resim gibi paspartolanmış ve çerçevelenmiş ebru çeşitleri ile sergiler açılıyor, çerçeveli veya çerçevesiz dükkanlarda satılıyor. Evlerimizi, bürolarımızı süslediği gibi gömleklerimizden sarkan kravat olarak  ipekli kumaşlara basılmış görüyoruz. Dahası çinilere renk vererek hatip ve çiçekli battal veya çark-ı felek olarak girmiş, kırlentlerde aynı renk cümbüşüne karışan ebrularla göz zevkimize katılmış olduğunu görüyoruz. Büyük Türk yazarı Şemseddin Sami Bey Kâmûs-ı Türkî adlı lügâtında ebru için şöyle demektedir:  "Ebru; aslı, Farsça Ebrî = bulut renginde ve daha doğrusu, Çağatayca   Ebre = roba (elbise yüzü, kürk kabı) hare gibi dalgalı ve damarlı (kumaş, kağıt) =  (isim) cüz ve defter kabı yapmak için kullanılan renkli kağıt."
Görülüyor ki gerek Kâmûs-ı Türkî yazarı Şemseddin Sami Bey'in verdiği bilgiler gerekse bu sanatı Buhara'da öğrenmiş olan Sadık Efendi'nin verdiği bilgilere göre kelime, zaman süreci bazı değişikliklere uğramıştır. Aslı Çağatayca olan bu kelime Anadolu'ya göç sırasında İran'dan geçerken kelime benzerliği nedeniyle "ebri"ye yurdumuzda ise "ebru"ya dönüşmüştür.

Divan edebiyatı

Divan edebiyatı,
Türklerin Müslümanlığı kabul etmelerinden sonra İslam uygarlığının bilim,inanç ve kuralları çerçevesinde Arap ve Fars edebiyatlarını örnek tutarak meydana getirdikleri yazılı edebiyat.
“Divan edebiyatı” denmesi şiirlerin toplandığı kitaplara “divan” adının verilmesindendir.
  Elimize geçen en eski örneği ilk Müslüman Türk devleti olan Karahanlılar’ın egemen oldukları bölgede, XI. yüzyılın ikinci yarısında,hakaniye lehçesiyle yazılmış olan bu edebiyat daha sonra Azeri ve Türkiye lehçelerinin yaşadığı bölgelere de yayılarak,XIX.yüzyılın ortalarına kadar sekiz yüzyıl sürmüştür.
  Divan edebiyatını şiir ve düzyazı alanında besleyen kaynaklar şunlardır: Kuran ve hadisler,dinsel bilimler(tefsir,kelam,fıkıh),İslam tarihi,tasavvuf,İran mitolojisi (Firdevsi’nin Şehname’si),peygamber ve evliya hikayeleri,çağın bilimleri
(kimya,simya,hikmet,mantık,tıp,astronomi,musiki v.b.),Türk ulusal kültürü ve yerli malzeme (günlük olaylar,gelenek ve görenekler v.b.)
  divan edebiyatının dil,vezin,nazım biçimleri v.b. bakımından taşıdığı başlıca özellikler şu temellere dayanır:
  Türkler İslam uygarlığı çevresine girdikten sonra,Türk dili,İslam âleminde bilim dili olarak kabul edilen Arapça’nın,sanat dili olarak kabul edilen Farsça’nın sözcük ve kurallarıyla yüklü hale gelmiştir.
  Arap nazmının ölçüsü olan aruz vezni kabul edilmiştir. Dilin yabancı sözcüklerle yüklü hale gelmesinde aruz veznin inde payı vardır. Yapısında uzun ünlü bulunmayan Türkçe ,uzun ve kısa hecelerin türlü biçimlerde yan yana gelmesinden oluşan aruz veznine uydurulmak için yabancı sözcükler aracı olarak dile girmiş;bunların sayısı,ilk zamanlara oranla,gittikçe çoğalmıştır.
  Çoğu Arap ve Fars edebiyatlarından alınan birtakım nazım biçimleri kullanılmıştır. Divan edebiyatının nazım birimi “beyit” tir. Beyit,başlı başına bir bütün sayılır. Düşünceleri anlatan cümleler bir beyit içinde tamamlanır;yani,her beyit,kendi sınırları içinde bir anlam bütünlüğü taşır. O bakımdan,divan nazmında beyitler arasında konu birliği aranmaz;yapıtlar beyti beyit yazılır; bu nazımda yapıtların uzunluk ve kısalıkları da beyit sayısıyla ölçülür.

DİVAN EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ
1.                  GAZEL: Özellikle aşk, güzellik ve içki konusunda yazılmış belirli biçimdeki şiirlere denir. Beyit sayısı genellikle 5-9 arasında değişir. Gazelin ilk beyti mutlaka kendi arasında uyaklı olur.Bu ilk beyte “matla”, son beyte ise “makta” adı verilir. Bir gazelin en güzel beytine “beyt-ül gazel”, şairin mahlasının bulunduğu beyte de “mahlas beyti” denir. Beyitleri arasında anlam birliği bulunan gazele “yek-âhenk”, aynı güç ve güzellikte beyitlerden oluşan gazele de “yek-âvâz” gazel adı verilir.
2.                  KASİDE: Din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla belirli kurallar içinde yazılan uzun şiirlerdir. En az 33, en çok 99 beyitten oluşur. Kasidenin en güzel beytine “beyt-ül kaside”, şairin mahlasının bulunduğu beyte de “taç-beyt” adı verilir.
3.                  MESNEVİ: Her beyti kendi içinde uyaklı uzun nazım biçimidir.Bir anlamda Divan edebiyatında manzum hikayelerin yazıldığı bir biçim olarak da tanımlayabiliriz.
Mevlânâ’nın ünlü tasavvufi mesnevisi 25.700 beyitten oluşmuştur.
Mesneviler aşk, dini ve tasavvufi, ahlaki-öğretici, savaş ve kahramanlık, bir şehri ve şehrin güzelliklerini anlatma, mizah gibi türlü konularda yazılmıştır. Divan edebiyatında roman ve hikaye gibi türler olmadığı için mesneviler bir bakıma bu türlerin yerini tutmuşlardır. On bölümden oluşur.Aynı şair tarafından yazılmış beş mesneviye “Hamse” adı verilir. Hamse sahibi olarak tanınmış önemli divan şairleri: Ali Şir Nevâi, Taşlıcalı Yahya, Nev’i-zâde Atâi’dir.
4.                  KITA: Yalnız ikinci ve dördüncü dizeleri birbiriyle uyaklı iki beyitlik nazım biçimidir. Beyitler arasında anlam birliği bulunur. Pek çok konuda yazılabilir.
5.                  MÜSTEZAT: Gazelin özel bir biçimine denir. Uzun dizelere kısa bir dize eklenerek yazılır. Uzun ve kısa dizeler gazel gibi kendi aralarında uyaklanırlar. Kısa dizelere “ziyade” adı verilir.
BENTLERDE KURULAN NAZIM BİÇİMLERİ
1) RUBÂİ: Dört dizelik ve kendine özgü ayrı ölçüsü olan bir nazım biçimidir. Konusu daha çok dünya görüşüne ve şairin felsefi düşüncelerine yöneliktir.
Edebiyatımızda bu türün en başarılı son temsilcisi olarak Yahya Kemal gösterilmektedir.
2) TUYUĞ (TUYUK): Rubâi gibi dört dizelik bir nazım biçimidir. Edebiyatımızda en çok tuyuğ yazmış şair Kadı Burhanettin’dir. Bu biçim yalnızca Türk edebiyatına özgüdür. (Rubai, İran edebiyatından geçmedir).
BİRDEN ÇOK DÖRTLÜKLER
1)      MURABBA: Dört dizelik kıtalardan oluşur. Bent sayısı 3-7 arasında değişir. Her konuda yazılır.
2)      ŞARKI: Genellikle aşk, içki, eğlence konularında yazılan dört dizelik nazım biçimidir. Biçim bakımından “murabba”ya benzer. Çoğunlukla bestelenmek için yazılır. Bu biçim de tuyuğ gibi yalnızca Türk edebiyatına özgüdür. “Şarkı” biçiminin yaratıcısı ve en güçlü şairi Nedim’dir.
NOT: Divan edebiyatında üçlü ya da daha çok mısralı bentlerden meydana gelmiş nazım şekillerinin genel adı MUSAMMAT’tır. Yani dört dizeden oluşan murabba, şarkı gibi biçimlerin; beş dizeden oluşan tahmis, taştir, tardiyye gibi biçimlerin ya da altı veya daha çok dizeden oluşan biçimlerin tümünün üst başlığı MUSAMMAT’tır.
TERKİB-İ BENT: Bentlerle kurulan bir nazım biçimidir. Her bent, sayısı 5-10 arasında değişen beyitlerden oluşur. Bendin son beytine “vasıta beyti” denir. Terkib-i bentte vasıta beyti her beytin sonunda değişir ve vasıta beyti mutlaka kendi içinde uyaklı olur.
Terkib-i bentlerde genellikle talihten ve hayattan şikayetler, dini, tasavvufi, felsefi düşünceler anlatılmış, toplumsal yergi niteliğinde eleştirilere yer verilmiştir.
TERCİ-İ BENT: Biçim bakımından terkib-i bente benzer ; ancak vasıta beyti her bendin sonunda değişmez ve aynen tekrarlanır. Konularında daha çok Tanrının gücü, evrenin sonsuzluğu, doğanın ve yaşamın karşıtlıkları vardır.
DİVAN EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ
  1. TEVHİT VE MÜNACÂT: Tanrının birliğini ve yüceliğini anlatan şiirlere tevhit, Tanrıya yapılan yalvarış ve yakarışları anlatan şiirlere de münacât denir. Daha çok kaside biçimiyle yazılmıştır.
  1. NAAT: Hz. Muhammed’i övmek için yazılan şiirlere denir. Bunlar da daha çok kaside biçimiyle yazılmıştır.
  1. MERSİYE: Bir kimsenin ölümü üzerine duyulan üzüntü ve acıyı anlatmak için yazılan şiirlerdir. Genellikle terkib-i bent biçimiyle yazılmıştır. (Bu türün, Eski Türk Edebiyatı’ndaki adı sagu, Halk Edebiyatı’ndaki adı ise ağıttır).
  1. METHİYE: Bir kimseyi övmek için yazılan şiirlerdir. Bunlar da genellikle kaside biçiminde yazılmıştır.
  1. HİCVİYE: Bir kimseyi yermek için yazılan şiirlerdir.
  1. FAHRİYE: Şairlerin kendilerini övmek amacıyla yazdıkları şiirlerdir.
NOT: Divan edebiyatında bir şairin şiirine, başka bir şair tarafından aynı ölçü, uyak ve redifle yazılan benzerine “Nazire” denir. Bu, nazire yazan şairin diğer şaire karşı duyduğu saygı ve beğeniden ileri gelmektedir. Edebiyatımızda bu türde de pek çok ürün verilmiştir.
DİVAN EDEBİYATININ GENEL ÖZELLİKLERİ
  1. Nazım birimi genellikle beyittir ve cümle beyitte tamamlanır. Beyit, cümleye egemendir.
  2. Nazım ölçüsü “aruz”dur.
  3. Dili Arapça, Farsça, Türkçe karışımı olan Osmanlıca’dır.
  4. Şiirlerde tam ve zengin uyak kullanılmıştır.
  5. Şiirlerin konuyu içeren başlıkları olmadığı için nazım biçimlerine göre adlandırılmışlardır.
  6. Klişe bir edebiyattır. Duygu ve düşünceler değişmez sözlerle (Mazmun) anlatılır.
  7. Anlatılan şey değil, anlatış biçimi ön plandadır.
  8. Soyut bir edebiyattır. İnsan ve doğa gerçekte olduğundan farklı ele alınmıştır.
  9. Aydın zümrenin edebiyatıdır. Medrese kültürü hakimdir. Genellikle saraya ve çevresine seslenir.
  10. Sanatlara bolca yer verilmiş, sanat yapmak amaç durumuna gelmiştir.
  11. Ulusal bir edebiyat olmayıp dinin etkisiyle şekillenmiştir. Arap ve İran edebiyatının etkisi çok fazladır.
  12. Şiirde daha çok aşk, sevgili, içki, din ve kadercilik gibi konular işlenmiştir.
  13. Nazım ön planda tutulmuş, nesre pek az yer verilmiştir.
  14. Nesir alanında tezkireler (edebiyat tarihi görevini gören biyografik eser), münşeatlar (mektuplar), tarihler, dini metinler ve nasihatnamelere de rastlanmaktadır. Bunlarda da sanat yapma amacı ön plandadır.
  15. 13.yüzyılda gelişmeye başlamış 16. ve 17. yüzyıllarda en olgun dönemini yaşamış, 19.yüzyılın sonlarına kadar sürmüştür.

DİVAN EDEBİYATININ ÖNEMLİ ŞAİR VE YAZARLARI
HOCA DEHHANİ: 13. yüzyılda yaşamıştır. Din dışı konularda şiir yazan ilk divan şairidir. Divanı vardır.
MEVLANA : XIII.yüzyılda yaşamıştır. Birkaç Türkçe beyit dışında, tüm şiirlerini Farsça ile yazan ünlü tasavvuf şairidir. Oğlu Sultan Veled de tasavvufi konuları işleyen bir şair olarak bilinir. Mesnevi, Divan-ı Kebir, Mektubat, tanınmış eserleridir.
ALİ ŞİR NEVÂİ: Çağatay lehçesinin en güzel örneklerini veren şair 15. yüzyılda yaşamıştır. Muhakemetü’l-Lugateyn adlı eserinde Türkçe’nin Farsça’dan daha üstün bir dil olduğunu savunmuştur. Hamsesi vardır. Anadolu dışında Türkçe şiir yazan ilk şairdir.
ŞEYHİ:15. yüzyılda yaşamıştır. “Harnâme” adlı eseri edebiyatımızda ilk fabl türü eser olarak bilinmektedir. Mesnevi alanında başarılı olmuştur.
SÜLEYMAN ÇELEBİ: 15. yüzyılda yaşamıştır. Hz. Muhammed için yazdığı Vesilet-ün-Necat (mevlit) adlı mesnevisiyle tanınmış bir şairdir. (İslam edebiyatında Hz. Muhammed’in hayatını anlatan eserlere SİYER denir).
FUZÛLİ: Fuzuli 16. yüzyılın en güçlü şairlerindendir. Arapça, Farsça, Türkçe divanı olan tek şairdir. Eserlerini Azeri lehçesiyle yazmıştır. Divan edebiyatının en lirik şairi olarak kabul edilmektedir. Ona göre yaşamın anlamı acı çekmekle özdeştir. Platonik bir aşk arayışı vardır. Din dışı konularda yazmakla birlikte tasavvuftan da etkilendiği bilinmektedir. Kendisine bağlanan maaşı almasında güçlük çıkaran memurları şikayet etmek için yazdığı “Şikayetnâme” adlı mektubu edebiyatımızdaki en ünlü yergilerden biridir.
Divanlarından başka bir naat olan “Su” kasidesi, Leyla vü Mecnun mesnevisi, Peygamber ailesini anlattığı Hadikat-üs-Süeda’sı Şah İsmail ile II:Bayezid’i karşılaştırdığı Beng ü Bâde’si ve tıp bilgisini sergilediği Sıhhat ve Maraz’ı en tanınmış eserleridir.
BÂKİ: Baki,16. yüzyıl şairlerindendir. Döneminde “şairler sultanı” olarak tanınmış ve saratın bütün olanaklarından yararlanmıştır. İyi bir medrese eğitimi gördüğü bilinmektedir.
Dünya nimetlerinin hepsinden yararlanma anlayışındadır. Kanuni’nin ölümü üzerine yazdığı mersiyesi çok tanınmıştır. Divanı vardır.
NÂBİ: 17. yüzyıl şairlerindendir. Divan edebiyatında didaktik şiirler yazmasıyla bir yenilik olarak kabul edilmektedir. Din, töreler ve sosyal yaşamla ilgili öğütler verir.
Nâbi’nin Divan’ından başka Hayriye, Hayrâbâd adlı iki didaktik eseri, gezi notlarını içine alan Tuhfet-ül Harameyn’i ve Münşeat adlı eserleri vardır.
NEFİ: Nefi , 17. yüzyıl şairlerindendir. Edebiyatımızdaki en ünlü kaside şairi olarak bilinir. Övgülerindeki ve yergilerindeki aşırılıklarıyla ünlüdür. Yazdığı hicviyelerindeki aşırılık boğdurulmasına neden olmuştur. Hayal gücü çok zengin olan Nefi’nin somut benzetmelerden yararlanması da belirgin bir özelliğidir. Türkçe ve Farsça divanı olan Nefi’nin ayrıca hicviyelerini topladığı Sihamı-ı Kaza adlı bir eseri de vardır.
NEDİM: 18.yüzyıl şairlerinden olan Nedim, Lale Devri’nin şairi olarak bilinir. Eserlerinde aşk, içki, zevk ve sefayı işler. “Mahallileşme akımı”nın önderi olan şairin Halk edebiyatından da etkilendiği bilinmektedir. Şiirlerinde halkın ağzından alınma deyimler olduğu gibi, halkın konuşma diline de oldukça yaklaşmıştır. Samimi ve içten bir söyleyişi olan Nedim, şarkılarıyla tanınmıştır. Divan şiirindeki klişeleri (mazmunları) bir ölçüde yıkmış olan şairin Divan’ı vardır.
ŞEYH GALİP: Divan edebiyatının 18.yüzyılda yaşamış son büyük şairidir. Galatasaray Mevlevihanesinde şeyhlik yapmıştır. Nabi’nin “Hayrâbâd”ına nazire olarak ve Mevlânâ’nın mesnevisinden etkilenerek yazdığı “Hüsn-ü Aşk” adlı meşhur mesnevisinde, tasvvuf konusundaki düşüncelerini ortaya koyar. Bu eserinde allegorik (sembolik) bir anlatım kullanan şair hayal gücünden ve masal ögelerinden de yararlanmıştır.
EVLİYA ÇELEBİ: (17.yy) Edebiyatımızda gezi türünün ilk örneklerini veren yazar, usta bir gözlemcidir. Elli yıllık bir süre içinde gezdiği yerleri konuşma diline yakın bir dille anlatmıştır. Anlatımında abartılı olmakla birlikte, Divan nesrinin kalıplarını da kırmıştır. 10 ciltlik “Seyahatnâme” adlı eseri çok tanınmıştır.
NOT: Divan edebiyatının nesir yazarı olarak tanınan diğer önemli yazarları şunlardır:
SİNAN PAŞA: (15.yy) Tazarrunâme adlı süslü nesri ile tanınır.
MERCİMEK AHMET: (15.yy) Farsça’dan çevirdiği Kabusnâme adlı eseriyle tanınır.
NAİMÂ: (17.yy) Kendi adıyla anılan (“Naima Tarihi”) adlı tarih eserinin yazarıdır.
KATİP ÇELEBİ: (17.yy) Batılıların Hacı Kalfa dedikleri yazar ve düşünürdür. Arapça, Farsça, Fransızca, Latine bilen yazarın tarih, coğrafya, matematik konularında yazılmış eserleri vardır.
TASAVVUF FELSEFESİ
Tanrı nedir? Evrenin oluşu nasıldır? Biz neyiz? Niçin geldik dünyaya? Yaşamımızın anlamı, var olmanın aslı, gerçek, başlangıç ve son nelerdir? Bu ve bunun gibi fizik ötesi sorulara cevap vermeye çalışan düşünüş yoluna “Tasavvuf” düşüncesi denir. [Vahdet-i Vücut (Varlığın Birliği) Teorisi].
Bu düşünüşe göre Tanrı tek varlıktır. (Vücud-i Mutlak). Aynı zamanda tek güzelliktir (Hüsn-i Mutlak).
Tek varlık olan Tanrı kendisini görecek gözler, sevecek gönüller istemiş ve kainat olarak tecelli etmiştir.
Bu tıpkı aynayla kaplı bir odada olmak gibidir. Ayna varlığın çeşitli görüntülerini yansıtır.
O halde, evren ve tüm insanlar Tanrı’nın bir görüntüsüdür. Öyleyse insanlar arasında renk, inanç, dil, ırk...gibi ayrımlar yapmak anlamsızdır.
Bütün görüntülerde “Varlık” ve “Yokluk” ögeleri bir aradadır. İnsan dünyaya bağlı tutku ve zevklerini yok ederek “Varlık” ögesini geliştirir. Bunun yolu da tekkelerden (tarikatlar) geçer. Burada insan sıkı bir eğitimle dünya nimetlerinden vazgeçerse, sonunda özü olan Tanrı’ya kavuşabilir. Bu da gerçek aşktır. İnsanların birbirlerine duyacakları aşk ise mecazdır. Bu, kişiyi Tanrı’dan uzaklaştırır. “Bir hırka, bir lokma” insana yetmelidir. Tekkelerde bu yolla Tanrı’ya ulaşan insan sonunda “Enel Hak” (“Ben Tanrı’yım”) derecesine varır. Bu kişilere “İnsan-ı Kâmil” ya da “Ermiş” denir.
DİVAN EDEBİYATI’NDA DÜZYAZI
Divan, şiire ağırlık veren bir edebiyattır. Düzyazı, ancak bilimsel çalışmalarda, tarihlerde, kimi sanatsal metinlerde ve gezi türü eserlerde kullanılmıştır.
Divan Edebiyatı’nda düzyazılar, yazılış amacı ve dil tutumu dikkate alınarak üçe ayrılır:
1. Sanatlı(süslü) Düzyazı
Söz ustalığı göstermek amacıyla yazılır. Sinan Paşa’nın Tazarru’at adlı eseri, bu türün en tanınmış örneğidir. Sanatlı düzyazıya inşa denir
2. Orta Düzyazı
Yer yer ağır ve süslü, yer yer sade bir dille yazılan düzyazılardır. Genellikle tarih kitaplarında bu düzyazı türü görülür. Osmanlılar zamanında tarihçilik,”vakanüvis” adı altında yürütülen bir tür memurluktu. Sarayda görevlendirilen vakanüvisler, önemli önemsiz her olayı günü gününe notlar halinde yazarlardı. Bu eserler, olay anlatımına dayalı olduğundan, bilimsel tarih anlayışıyla bağdaşmaz. Divan döneminin başlıca tarihçileri arasında Aşıkpaşazade ,Ali, Ebülgazi Bahadır Han,Naima, Peçevi, Mütercim Asım sayılabilir.
3. Sade Düzyazı
Dil ve anlatım ustalığının değil, ele alınan konunun önem taşıdığı düzyazı türüdür. Bu anlayış nedeniyle, sade düzyazılarda ustaca söz söyleme çabası görülmez; dil açık, yalın, doğaldır. Bu düzyazı türünü kullananlardan başlıcaları şunlardır: Mercimek Ahmet , Katip Çelebi, Evliya Çelebi (Eseri:Seyahatname).