28 Mart 2012 Çarşamba

Atom Modelleri


Atom Modelleri


Thomson Atom Modeli :

(1902) üzümlü kek şeklindeki atom modeli;
Thomson atom altı parçacıklar üzerinde çalışmalar yaparken icat ettiği katot tüpü yardımıyla 1887 yılında elektronu keşfinden sonra kendi atom modelini ortaya attı. Thomson'a göre Atom dışı tamamen pozitif yüklü bir küre olup ve negatif yüklü olan elektronlar ise kek içerisindeki gömülü üzümler gibi bu küre içerisine gömülmüş hâldedir.

Rutherford Atom Modeli:
(1911) güneş sistemine benzeyen atom modeli;
Thomson'un modeline pek inanmayan Rutherford ünlü alfa saçılması deneyi ile kimya tarihine nükleer atom kavramım sokarak yeni çığır açmıştır. İnce altın levhayı radyoaktif atomların yayınladıkları alfa ışınlarıyla bombardımana tabii tutan Lord Ernest Rutherford gözlemlerine ve deneylerinin sonuçlarına dayanarak, atomun Thomson tarafından hayâl edilmiş fon statik topluluk olamayacağına hükmetti. Ve atomun yapısını, topta gezegenlerin Güneş'in etrafında gravitasyon kuvvetinin etkisiyle dolandıkları gibi gibi elektronlum da pozitif yüklü bir çekirdeğin etrafında elektriksel çekim kuvvetinin etkisi alanda dolanmakta olduğu dinamik bir model olarak açıkladı.

Bohr Atom Modeli :

(1913) kuvantum teorisinin sahneye çıkışı;
Rutherford atom modeli üzerinde kafa yoran Danishy;markalı fizikçi Niels Bohr, klasik fizik gereği çekirdeğin etrafında dolanan elektronların ivmeli hareketlerinden dolayı, enerji kaybederek çekirdeğe düşmeleri gerektiğini düşündü. Ama hiç de böyle olmamakta ve atom kararlılığını muhafaza etmektedir. Bohr atomun bu karalılığını;
1. Elektron hareketlerinin ancak belirli yörüngeler (enerji seviyeleri) üzerinde mümkün olmasıyla,
2. Elektronun, bir yörüngeden bir başkasına geçişini ise belirli bir miktarda (bir kuvantum miktarında) bir enerji kazanmasına (ya da kaybetmesine) bağlı olduğuna, ve
3. Bir atomda, elektronların daha da alana düşmeyecekleri bir en alt enerji düzeyinin var olmasıy*la açıklamaktadır.

De Broglie'un Atom Modeli:
(1923) Broglie'un dalga modeli;
Bohr’un atom modeli elektonların yörüngeler arası geçişlerin mümkün kılan “enerji (kuvantum) sıçramaları” açıklamakta yetersiz kalmaktaydı. Bunun çözümü Fransız fizikçisi Prens Victor De Broglie tarafından teklif edildi. De Broglie bilinen bazı tanecik*lerin uygun koşullar altında tıpkı elektromanyetik radyasyonlar gibi, bazen de elektromanyetik radyasyonların uygun şartlarda tıpkı birer tanecik gi*bi davranabileceklerini düşünerek elektronlara bir "sanal dalga”nın eşlik ettiği öne sürerek bir model teklif etti. Bu modele göre farklı elektron yörüngelerini çekirdeğin etrafında kapalı dalga halkaları oluşturmaktaydılar.

Born'un Atom Modeli :


(1927) olasılık kavramına dayanan atom modeli;
Almanya'lı kuramsal bir fizikçi olan Born Heisenberg'in belirsizlik ilke katlamakla beraber bir takım olasılık ve istatistiki hesapar neticesinde bir elektronun uzaydaki yerini yaklaşık olarak hesap etmenin mümkün olabileceğini öne sürdü. Born Schrödinger'in dalga denklemini olasılık açısından yorumlayarak dalga mekaniği ile kuvantum teorisi arasında bir bağıntı kurdu. Böylece elektronun uzayın bir noktasında bulunması ihtimalinin hesaplanabileceğini göstermiş oldu


ATOM MODELLERİ

Bugün bildiğimiz atom bilgisi, teorik ve deneysel konularda yıllardır sürekli yapılan çalışmaların bütünüdür. Çalışmalar sonucunda atomun varlıgıı kesin bilgi hâlini aldıktan sonra, onları daha yakından tanımak, özellikleri ile ilgili araştırma ve incelemeler yapmak için modeller tasarlanmaya başlanmıştır. Model, bir konu ya da olayın anlaşılmasını kolaylaştırmak amacıyla tasarlanır, ancak olayın gerçek niteliğini belirtmez.

Atom modelleri; ilim adamları tarafından hayal edilmiş tablolardan ibarettir. Bunlar atomu doğrudan doğruya gözlemleyerek yapılan taslaklar değildir. En sade atom modelinde atomlar, içi dolu esnek küre
olarak kabull edilir. Şimdi atom modellerini inceleyelim.

1.1.1. DALTON ATOM MODELİ

Sabit oranlar kanunu ve katlı oranlar kanunu olarak gördüğümüz bileşiklerdeki kütlesel ilişkilere bakarak 1803 yılında John Dalton, maddelerin çok çok küçük yapı taşlarının topluluğu halinde bulunduğu, fikrini ileri sürdü.

Dalton atom teorisi olarak ortaya konulan temel özellikler şunlardır;

1. Maddelerin özelliklerini gösteren birim parçacıklar atomlar veya atom gruplarıdır.
2. Aynı cins elementlerin atomları birbirleriyle tamamen aynıdır.
3. Atomlar içi dolu kürelerdir.
4. Farklı cins atomlar farklı kütlelidir.
5. Maddenin en küçük yapıtaşı atomdur. Atomlar parçalanamaz.
6. Atomlar belli sayılarda birleşerek molekülleri oluştururlar.

Örneğin, 1 atom X ile l atom Y’den XY, l atom X ile 2 atom Y den XY2 bileşiği oluşur. Oluşan bileşikler ise standart özellikteki moleküller topluluğudur.
Atomla ilgili günümüzdeki bilgiler dikkate alındığında Dalton atom modelindeki eksikliklere ek olarak üç önemli yanlış hemen fark edilir.

1. Atomlar, içi dolu küreler değildir. Boşluklu yapıdadırlar.
2. Aynı cins elementlerin atomları tam olarak aynı değildir. Kütleleri farklı (İzotop) olanları vardır.
3. Maddelerin en küçük parçasının atom olduğu ve atomların parçalanamaz olduğu doğru değildir. Radyoaktif olaylarda atomlar parçalanarak daha farklı kimyasal özellikte başka atomlara ayrışabilir; proton, nötron, elektron gibi parçacıklar saçabilirler.

1.2. THOMSON ATOM MODELİ:Üzümlü Kek Modeli

Dalton atom modelinde (-) yüklü elektronlardan ve (+) yüklü protonlardan söz edilmemişti. Yapılan deneyler yardımıyla, katot ışınlarından elektronun, kanal ışınlarından protonun varlığı ortaya konulmuştu. Bu bilgiler ışığında Thomson'un atomla İlgili fikirlerini aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz.

1. Protonlar ve nötronlar yüklü parçacıklardır. Bunlar yük bakımın*dan eşit, işaretçe zıttırlar. Proton + 1 birim yüke; elektron ise -1 birim yüke eşittir.
2. Nötr bir atomda proton sayısı elektron sayısına eşit olduğundan yük*ler toplamı sıfırdır.
3. Atom yarıçapı 10-8 cm olan bir küre şeklindedir. Söz konusu küre içerisinde proton ve elektronlar atomda rast gele yerlerde bulunurlar. Elektronun küre içindeki dağılımı üzümün kek içindeki dağılımına benzer.
4. Elektronların kütlesi ihmal edilebilecek kadar küçüktür. Bu nedenle atomun ağırlığını büyük ölçüde protonlar teşkil eder.

Nötron denilen parçacıklardan bahsedilmemesi Thomson Atom teorisinin eksiklerinden biridir. Proton ve elektronların atomda rastgele yerlere bulunduğu İddiası ise teorinin hatalı yönüdür.

1.1.3. RUTHERFORD ATOM:Çekirdekli Atom Modeli.

Atomun yapısının açıklanması hakkında,önemli katkıda bulunanlardan birisi de Ernest Rutherford (Örnıst Radırford) olarak bilinir. Rutherford'dan önce Thom*son atom modeli geçerliydi. Bu modele göre, atom küre şeklindedir. Ve küre içerisinde proton ve elektronlar bulunmaktadır.
Acaba bu proton ve elektronlar atom içerisinde belirli bir düzene mi, yoksa rastgele bir dağılım içerisinde mi bulunuyorlar? Bu sorunun cevabı daha bulunamamıştı. Rutherford bu sorunun cevabı ve Thomson atom modelinin doğruluk derecesini anlamak için yaptığı alfa (a) parçacıkları deneyi sonucunda bir model geliştirmiştir.
Polonyum ve radyum bir a-ışını kaynağıdır. Rutherford, bir radyoaktif kaynaktan çıkan a-taneciklerini bir demet hâlinde iğne ucu büyüklüğündeki yarıktan geçirdikten sonra, kalınlığı 10-4 cm kadar olan ve arkasında çinko sülfür (ZnS) sürülmüş bir ekran bulunan altın levha üzerine gönderdi.
Altın levhayı geçip ekran üzerine düşen a - parçacıkları ekrana sürülen ZnS üzerinde ışıldama yaparlar. Böylece metal levhayı geçen a - parçacıklarını sayma imkanı elde edilir.
Rutherford, yaptığı deneylerde metal levha üzerine gönderilen a- parçacıklarının % 99,99 kadarının ya hiç yollarında sapmadan ya da yollarından çok az saparak metal levhadan geçtiklerini, fakat çok az bir kısmının ise metale çarptıktan sonra büyük bîr açı yaparak geri döndüklerini gördü.
Rutherford daha sonra deneyi altın levha yerine, kurşun, bakır ve platin metallerle tekrarladığında aynı sonucu gördü. Kinetik enerjisi çok yüksek olan ve çok hızlı olarak bir kaynaktan çıkan a - parçacıklarının geriye dönmesi için;


1.Metal levhada pozitif kısmın olması,
2.Bu pozitif yüklü kısmın kütlesinin (daha doğrusu yoğun*luğunun) çok büyük olması gerekir.
Bu düşünceden hareketle Rutherford, yaptığı bu deneyden şu sonuçlan çıkardı.
Eğer, a tanecikleri atom içerisindeki bir elektrona çarpsaydı, kinetik enerjileri büyük olduğu için elektronu yerinden sö*kerek yoluna devam edebilirlerdi. Ayrıca, a - taneciği pozitif, elektron negatif olduğundan geriye dönüş söz konusu ol*maması gerekirdi.
Bu düşünceyle hareket eden Rutherford,metale çarparak geriye dönen alfa parçacıklarının sayısı metal levhadan geçenlere oranla çok küçük olduğundan; atom İçerisinde pozitif yüklü ve kütlesi büyük olan bu kısmın hacmi, toplam atom hacmine oranla çok çok küçük olması gerektiğini düşünerek, bu pozitif yüklü kısma çekirdek dedi.
Rutherford, atomun kütlesinin yaklaşık olarak çekirdeğin kütlesine eşit olduğunu ve elektronlarında çekirdek etrafındaki yörüngelerde döndüğü*nü ileri sürmüştür. Buna göre, Rutherford atomu güneş sistemine benzetmiş oluyordu. Rutherford atom modelini ortaya koyduğunda nötron*ların varlığı daha bilinmiyordu.
Günümüzde ise çekirdeğin proton ve nötronlar içerdiği ve bunların çekirdeğin kütlesini oluşturduklarına inanılmaktadır. Rutherford'un ortaya koyduğu atom modelinin boyutlarını da anlamak önemlidir. Bunu şu şekilde ifade edebiliriz. Eğer, bir atomun çekirdeği bir tenis topu büyüklüğünde olsaydı, bu atom büyük bir stadyum büyüklüğünde olurdu.
He atomu 2 proton, 2 nötron ve 2 elektron*dan oluşur.
Bir He atomunun 2 elektronu tamamen uzaklaştırılırsa geriye +2 yüklü helyum iyonu (He+2) kalır. Bu iyona alfa (a) parçacığı (alfa ışını) denir.
Bir atomu a - taneciği ile incelemek, bir şeftaliyi uzun bir iğne ile incelemeye benzer, iğnenin şeftalinin ortasında sert bir şeye çarptığını tespit ederek şeftali çekirdeğinin varlığını ve büyüklüğünü onu hiç görmeden anlamak mümkündür. Bu arada şeftali ile çekirdeğinin büyüklüğü ve atom ile çekirdeğinin büyüklüğünün aynı oranda olamayacağı unutulmamalıdır.
1.1.4. Bohr Atom Teorisi

Buraya kadar anlatılan atom modellerinde, atomun çekirdeğinde, (+) yüklü proton ve yüksüz nötronların bulunduğu, çekirdeğin etrafında dairesel yörüngelerde elektronların dolaştığı ifade edildi. Bu elektronların çekirdek etrafında nasıl bir yörüngede dolaştığı, hız ve momentumlarının ne olduğu ile ilgili bir netice ortaya konmadı. Bohr ise atom teorisinde elektronların hareketini bu noktadan inceledi.
1913 yılında Neils Bohr, hidrojen atomunun spektrum çizgilerini ve Planck'ın kuvantum kuramını kullanarak Bohr kuramını ileri sürdü. Bu bilgiler ışığında Bohr postulatları şöyle özetlenebilir.
1. Bir atomdaki elektronlar çekirdekten belli uzaklıkta ve kararlı hâllerde hareket ederler. Her kararlı hâlin sabit bir enerjisi vardır.
2. Her hangi bir kararlı enerji seviyesinde elektron dairesel bir yörünge*de (orbitalde) hareket eder. Bu yörüngelere enerji düzeyleri veya ka*bukları denir.
3. Elektron kararlı hâllerden birinde bulunurken atom ışık (radyasyon) yayınlamaz. Ancak, yüksek enerji düzeyinden daha düşük enerji düzeyine geçtiğinde, seviyeler arasındaki enerji farkına eşit bir ışık kuantı yayınlar. Burada E = h-i) bağıntısı geçerlidir.
4. Elektron hareketinin mümkün olduğu kararlı seviyeler, K, L, M, N, O gibi harflerle veya en düşük enerji düzeyi l olmak üzere, her enerji düzeyi pozitif bir tam sayı ile belirlenir ve genel olarak "n" İle gösterilir, (n: 1,2,3 .....¥)
Bugünkü bilgilerimize göre; Bohr kuramının, elektronların dairesel yörüngelerde hareket ettikleri, ifadesi yanlıştır.

Bohr atom modeli, hidrojen atomunun davranışını çok iyi açıkladığından ve basit olduğundan önce büyük ilgi gördü. Ancak, bu model çok elektronlu atomların davranışlarını (atomların spektrumlarını, atom çekirdeğinin bir elektronunu yakalayarak başka atom çekirdeğine dönüşünü) açıklayamadığından yaklaşık 12 yıl kadar geçerli kaldı. Daha sonra yerini modern atom teorisine bıraktı.
Bohr'a göre, elektronlar çekirdekten belirli uzaklıklarda dairesel yörüngeler izlerler. Çekirdeğe en yakın yörüngede bulunan (n = 1) K tabakası en düşük enerjilidir. Çekirdekten uzaklaştıkça tabakanın yarıçapı ve o kabukta bulunan elektronun enerjisi artar. Elektron çekirdekten sonsuz uzaklıkta iken (n @¥) elektronla çekirdek arasında, çekim kuvveti bulunmaz. Bu durumda elektronun potansiyel enerjisi sıfırdır. Elektron atomdan uzaklaşmış olur. Bu olaya iyonlaşma denir.
Elektron çekirdeğe yaklaştıkça çekme kuvveti oluşacağından, elektro*nun bir potansiyel enerjisi olur. Elektron çekirdeğe yaklaştıkça atom kararlı hâle doğru gelir, potansiyel enerjisi azalır. Buna göre, elektronun her enerji düzeyindeki potansiyel enerjisi sıfırdan küçük olur.
Yani negatif olur. Bohr hidrojen atomunda çekirdeğe en yakın enerji düzeyinde (K yörüngesi) bulunan elektronun enerjisini -313,6 kkaldir.

PERİYODİK CETVEL ve özellikleri

PERİYODİK CETVEL
VE
PERİYODİK ÖZELLİKLER
Eskiden beri bilim adamları bazı elementlerin benzer özellikler gös-
termeleri nedeniyle,bunları gruplandırmanın uygun olacağı düşüncesiyle bir
çok çalışmalar yapmışlardır.1896 yılında Dimitri Mendeleev(Mendelyef)adlı Rus bilgin o gün bilinen 60 elementi atom kütlelerinin(kütle numaralarının)
artışına göre sıraladı.Mendeleev'in periyodik sınıflandırması,o zaman için
gerçeğe daha uygun olduğundan uzun süre değerini kaybetmeden kullanıldı.
Ancak bugün elementlerin kimyasal özelliklerinin kütle numaralarının değil,atom numaralarının periyodik bir fonksiyonu olduğu anlaşılmıştır.Böylece elementleri özellikleri benzer(değerlik elektron sayıları aynı )olanlar alt alt gelecek şekilde atom numaralarının artışına göre dizilerek modern periyodik cetvel elde edilmiştir.
Periyodik cetveldeki yatay sıralara periyot veya sıra,düşey sütunlara ise grup adı verilir.Periyodik cetvelde 7 periyot 16 grup vardır.Bu gruplar
dan 8 tanesi A 8 tanesi Bgrubudur.
1A grubuna alkali metaller grubu denir.Çok aktiftirler.Tabiatta ancak bileşikleri halinde bulunabilirler.Son yörüngelerinde 1 tane elektron bulunur.Her periyodun başlangıcını yaparlar.Periyodun birisi tamamlandığında diğer metal gelir.Son yörüngelerindeki bu elektronu vere
rek bileşiklerinde daima +1 değerlik alırlar.Fakat hidrojenin bazı durumla
rı istisnadır.Her periyodun başlangıcında atomun çapı en büyüktür.Fr ve Sc elementleri yapaydır.Bütün alkali metaller iletkendir ve alaşım yaparlar.
2A grubuna toprak alkali metaller grubu denir.Aktiftirler ve tabiatta bileşikleri halinde bulunurlar.Son yörüngelerinde ikişer tane elektron bulunur.Bu elektronları vererek kararlı bileşiklerinde +2 değerlik gösterir
ler.
7A grubu elementlerine halojenler denir.Halojenler tamamen ametalik özel
lik gösterirler.Son yörüngelerinde 7 tane elektron vardır.Bunlar son yörüngesini
8'e tamamlamak istediklerinden bir tane elektron alırlar ve kararlı bileşiklerinde
-1 değerlikli olurlar.Bazen +1,+3,+5,+7 değerlikte olabilirler
8A grubu elementlerine soygazlar(inert,asal gazlar) denir.Bu grupta her peri
yodun sonuna gelinmiş olur.8A grubundan sonra yeni bir periyot başlar.Atomları
nın son yörüngesinde 8 tane elektron vardır.Kararlı yapıya sahiptirler,bileşik yap
mazlar.
1A,2A,3A (bor hariç)grubu elementleri metalik özellik gösterirler.Ayrıca B
grubu elementleri de metalik özellik gösterirler.Bunlara ağır metaller de denir.
Bu elementler bütün bileşiklerinde pozitif değerlik alırlar
Geçiş elementleri periyodik cetvelde skandiyum (Sc) ile başlayan ve çinko
(Zn) ile biten elementler ve bunların altındakiler geçiş elementleridir.Bu element
ler 4,5,6 ve 7. periyotlarda 2A ve 3A grubu elementleri arasında yer alır.
Periyodik cetvelde 6. periyotta lantan (La) ile başlayan lantanitler ve 7.
periyotta aktinyum (Ac) ile başlayan aktinitler de geçiş elementleri sınıfından
olup,bunlara iç geçiş metalleri denir.Geçiş elementlerinin hepsi metaldir.Alkali
ve toprak alkali metallere göre erime ve kaynama noktaları daha yüksek ve serttirler.Kimyasal tepkimelere girme eğilimleri bakımından aralarında büyük farklar vardır.
PERİYODİK CETVELDE DEĞİŞEN ÖZELLİKLER
1-)AKTİFLİK:Ametallerde aktiflik sağa ve yukarı doğru artar,metallerde sola ve aşağıya doğru artar.(F)en aktif metaldir.
2-)ATOM ÇAPI:Periyotlarda soldan sağa doğru gidildikçe atom çapı küçülür.Pro
ton sayısı arttığından kütle çekimi artar ve çap küçülür.Periyotta 1Agrubunun atom çapı en büyüktür.Gruplarda ise aşağıya doğru inildikçe atom çapı büyür.
3-)İNDİRGENLİK:sağa doğru gidildikçe azalır .Çünkü halojenler (+) değerlik
almak istemezler.Bunun aksine indirgenmeyi tercih ederler.Kendileri indirgenir karşısındaki metali yükseltgerler.
4-)ELEKTRON İLGİSİ:ametallerde yani periyodik cetvelin sağ tarafında elektron severlik artar.Elektronegatiflik denilen (-) değerlik alma isteği artar.
Metallerde ise (+) değerlik alma yani elektropozitiflik artar.Soygazların elektron ilgisi yoktur.Aynı grupta aşağı doğru inildikçe elektron ilgisi azalır.
5-)İYONLAŞMA ENERJİSİ:Periyodik cetvelde soldan sağa doğru gidildikçe iyonlaşma enerjisi genellikle büyür.Gruplarda ise yukarı çıkıldıkça iyonlaşma enerjisi artar.Gruplarda iyonlaşma enerjisi
1A<3A<2A<4A<6A<5A<7A<8A şeklinde sıralanır.
Aynı periyotta soldan sağa doğru gidilirken iyonlaşma enerjisi artar.Ancak 2A ve 5A gruplarındaki atomlar tam ve dolu duruma geçtiklerinden iyonlaşma enerjileri bir basamak öne geçer.Bunun sonucunda ;
1A<3A<2A<4A<6A<5A<7A<8A sıralaması olur.Bunun için "genellikle"
tabiri kullanılır.Bu olayın grafiği şekildeki gibidir.



Periyodik cetvelde aynı periyotta soldan sağa doğru gidildikçe elementlerin genellikle;
1)Atomun numarası artar
2)Kütle numarası ve atom kütlesi artar
3)Değerlik elektron sayısı artar
4)Ametal özelliği artar
5)Elektron çekme yeteneği (elektronegatifliği) artar
6)Elektron ilgisi artar
7)İyonlaşma enerjisi artar
8)Metallerin erime,kaynama noktaları ve sertlikleri artar
9)Oksitlerinin asitlik özelliği artar
10)Oksitlerin bazik özelliği azalır
11)Metalik özelliği azalır
12)Isı ve elektrik akımı iletkenliği azalır
13)Elektron verme yeteneği (elektropozitifliği) azalır
14)Atom yarıçapı,çapı ve hacmi küçülür
15)Temel enerji seviyelerinin (enerji katmanı sayısı) değişmez

Periyodik cetvelde aynı grupta yukarıdan aşağıya doğru inildikçe elementlerin genellikle;
1)Atom numarası artar
2)Kütle numarası ve atom kütlesi artar
3)Metalik özelliği artar
4)Elektropozitifliği artar
5)Temel enerji seviyesi sayısı artar
6)Atom yarıçapı,çapı ve hacmi büyür
7)Ametallerin erime ve kaynama noktaları artar
8)Oksitlerinin bazik özelliği artar
9)Oksitlerinin asitlik özelliği azalır
10)Elektronegatifliği azalır
11)Elektron ilgisi azalır
12)İyonlaşma enerjileri azalır
13)Metallerin erime ve kaynama noktaları düşer
14)Değerlik elektron sayıları aynıdır

LEHÇE,ŞİVE,AĞIZ

LEHÇE

Bir dilin, tarihî gelişim sürecinde, bilinen dönemlerden önce o dilden ayrılmış ve farklı biçimde gelişmiş kolları. Genellikle lehçe, şive, ağız terimleri birbirine karıştırılmaktadır. Lehçelerdeki değişik özellikler, ayrılış dönemleri bilinemediği için açıklanamamaktadır. Örneğin, Türk dilinden bilinmeyen bir dönemde ayrılan Yakutça ve Çuvaşça iki ayrı lehçedir. Üçüncü lehçeyse Çağatayca, Kıpçakça, Azerice, Türkiye Türkçesi gibi bilinen şiveleri kapsamaktadır.
ŞİVE

Bir dilin kültür düzeylerine göre gösterdiği değişiklik. Genellikle lehçe, şive, ağız terimleri birbirine karıştırılmaktadır. Şiveler arasındaki değişiklikler temelde ses özellikleridir. Buna göre bilinen şiveler, belirli koşullarda ve dilin herhangi bir döneminde ana dilden ayrılarak, dilin geneldeki gelişimiyle birlikte bir de kendi içlerinde özel bir gelişim çizgisi izlemişlerdir. Bunların başlıca ayrımlarını oluşturan ses, ek ve sözcük özellikleri o dönemin dil malzemeleri ile açıklanabilir.

AĞIZ

Bir ülkede geçerli olan genel bir şive içinde, o ülkenin çeşitli bölge ve kentlerindeki konuşma dilinde görülen söyleyiş farkları. Günlük kullanımda şive ile ağız birbirine karıştırılmaktadır. Oysa ağız, tanımda da görüldüğü gibi, şive içinde ele alınmaktadır. Somut bir örnek vermek gerekirse, Türkiye Türkçesi bir şivenin, Konya ağzı ise, bu Türkçe içinde, bir bölgede görülen söyleyiş farklarının adıdır. Söyleyiş farkları da salt bölgeler ya da kentler arasında görülmez. Köyler arasında bile bu tür ayrılıklara rastlanabilir. Söz konusu olan, biçimsel bir başkalık değil, bir ses değişimidir. Söz gelimi, Karadeniz ağzında (g) sesinin (c) gibi çıkarıldığı görülür: "Celdum, cittum". Aynı ağızda, ekteki düz seslinin (ı), yuvarlak sesli (u) olması da bir ağız özelliğidir. Ağız dediğimiz bu söyleyiş farklarının oluşumunda, kişilerin konuşma ve işitme organlarından coğrafî özelliklere, toplumsal yaşayışa dek çeşitli etkenler söz konusudur. Belli ve ortak bir eğitimden geçen kişilerin, konuşmalarındaki bölgesel söyleyiş ayrımlarını düzeltmeseler bile, aynı yazı dilini kullandıkları görülür. Türk edebiyatında da, genellikle tiyatro, roman ve öyküde, kişileri konuştururken ağıza başvurulmaktadır. Bu, konularını toplumsal olaylardan alan ve belli bir bölgede geçen yapıtlarda yaygın bir biçimsel özelliktir.