8 Nisan 2012 Pazar

Edebiyat-ı Cedide (Servet-i Fünun) (1896-1901)

Edebiyat-ı Cedide (Servet-i Fünun) (1896-1901)
Servet-i Fünun, daha önce Ahmet İhsan tarafından çıkarılan bir fen dergisidir. Recaizade, 1895 sonlarında derginin başına Tevfik Fikret’i getirir.
Tanzimat’la birlikte başlayan edebiyatı Avrupa ruhu ve tekniği içinde yenileştirme hareketi, 1896-1901 yılları arasında, Servet-i Fünun dergisi etrafında, Recaizade önderliğinde toplanan yeni nesille ikinci bir hamle yapmıştır.
Bu nesli Ali Ekrem, Cenap Şahabettin, Süleyman Nazif, Mehmet Rauf, Tevfik Fikret, Hüseyin Cahit, Ahmet Hikmet, Faik Ali, Celâl Sahir, Hüseyin Suat oluşturur. Sonradan Halit Ziya da bu gruba katılmıştır.
Dönem, 2. Abdülhamit’in istibdat dönemidir. Dönemin bu özelliği sebebiyle edebiyatçılar içe dönük davranmış, kişisel konuları, içliliği, aşkı, karamsarlığı, hayal kırıklığını, tabiat güzelliklerini, melânkoliyi ve üzüntüyü işlemişler; toplumsal sorunlara değinmemişlerdir. Adeta yüksek zümre edebiyatı gibidir. Bunda Recaizade’nin büyük etkisi vardır.
Servet-i Fünuncu ve Edebiyat-ı Cedideciler denilen grup, Fransız edebiyatının özelliklerini büyük ölçüde Türk edebiyatına adapte etmeye çalışmışlardır. Fransız realizmi örnek alınmıştır.
Tanzimat döneminde başlayan ve benimsenen, dildeki yabancı unsurları ayıklayarak sade Türkçe'ye geçiş hareketi bu devirde durmuş, Arapça ve Farsça kelimelere yeniden itibar edilmeye başlanmıştır.
Tanzimatçıların birinci dönem sanatçıları, sanat toplum içindir prensibini benimserken, Servet-i Fünuncular ise Tanzimat’ın ikinci dönemindeki gibi sanat sanat içindir prensibi ile hareket etmişlerdir.
Topluluğun üslûbu süslü ve sanatlı; ruh ve ifade tarzı ise Avrupai'dir.
Şiirde aruz vezni kullanılmakla birlikte, nazım şekillerinde ve konularda büyük yenilikler yapılmıştır. nazmı nesre yaklaştırmışlar, beyit bütünlüğü yerine konu bütünlüğünü esas almışlardır. Bir cümle birkaç dizede/beyitte tamamlanabilir.
Fransız şiirinden alınan sone ve terza-rima gibi şekiller ve serbest müstezat çokça kullanılmıştır.
Kafiyede kulak kafiyesi benimsenmiştir.
Romanda ve hikâyede batılı anlamda başarılı örnekler verilmiştir.
Romanda tahlile ve teferruata yer verilmiş, modern kısa hikayenin ilk örnekleri bu dönemde şekillenmiştir.
Roman ve hikâyede olaylar ve kişiler tamamen İstanbul'a, seçkin tabakaya aittir.
Romanda realizmden, şiirde parnasizm ve sembolizmden etkilenmişlerdir.
Bu dönemde gazetenin yerini dergiler almıştır: Servet-i Fünun, Malûmat, Mektep, Mütalâa, Hazine-i Fünun, Resimli Gazete...
Şiir, roman, hikâye, tiyatro, tenkit ve hatırat türlerinde başarılı eserler veren Servet-i Fünun temsilcilerinin en tanınmışları,
Şiirde Tevfik Fikret, Cenap Şehabettin, Süleyman Nazif;
Roman ve hikâyede Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Hikmet Müftüoğlu'dur.
Servet-i Fünun edebiyatına katılmayarak gene batılı anlayışla eserler verenler arasında Ahmet Rasim hatırat türü ile, Hüseyin Rahmi Gürpınar İstanbul'u anlatan romanları ile yeni Türk edebiyatını desteklemişlerdir.
Servet-i Fünun dergisinin 1901’de kapatılmasıyla topluluk da dağılır.
Dönemin Sanatçıları
Tevfik Fikret (1867-1915)
Recaizade ve Hamit’in tesiriyle batılı şiire yönelmiştir.
Servet-i Fünun’un şiirdeki en önemli temsilcisidir.
İlk şiirlerinde ferdî konuları (aşk, acıma, hayal kırıklığı...) işler topluluktan ayrı yazdığı şiirlerde toplumsal konulara yönelir. Bu anlayışla yazdığı şiirlerinde temalar, hürriyet, medeniyet, insanlık, bilim, fen ve tekniktir. Sis, Halûk’un Vedaı, Tarih-i Kadim, Halûk’un Amentüsü adlı şiirlerinde bu konuları işler.
Sanatının bu ikinci döneminde dinlere de cephe alır, kutsal olan her şeye karşı çıkar, hatta İstanbul'a dahi küfreder (Sis).
Fikret, aruzu Türkçeye başarıyla uygulamıştır. Serbest müstezadı geliştirerek serbestçe kullanmıştır.
İlk dönemde dili oldukça ağırdır.
Şiiri düz yazıya yaklaştırmıştır. Ahenge büyük önem verir. Şiirlerinde şekil bakımından parnasizmin etkisi görülür.
“Şermin”, onun çocuklar için ve heceyle yazdığı şiirlerden oluşan bir eseridir.
Eserleri: Rübab-ı Şikeste, Halûk’un Defteri, Rübabın Cevabı, Tarih-i Kadim, Doksanbeşe Doğru
Cenap Şahabettin (1870-1934)
Servet-i Fünun’un Tevfik Fikret’ten sonra en önemli şairidir.
Asıl mesleği doktorluktur. İhtisas için gittiği Fransa’da tıptan çok şiirle ilgilenerek sembolizmi yakından takip etmiş ve bu akımdan etkilenmiştir.
Şiirde kelimeleri müzikal değerlere göre seçerek kullanır.
Dili oldukça ağırdır. Bilinmeyen Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalar kullanır. Duygu ve hayal yüklü tamlamalar kurar.
Serbest müstezadı çok kullanmıştır.
Aynı şiirde birden fazla aruz kalıbı kullanmıştır.
Aşk ve tabiat değişmez konularıdır.
Sanatı, sanat, hatta güzellik için yapmıştır.
Bolca semboller kullanmış, tabiatla iç dünyanın kompozisyonunu çizmiştir.
Düz yazıları da vardır:
Hac Yolunda, onun gezi yazısıdır.
Suriye Mektupları ve Avrupa Mektupları da gezi türündedir.
Diğer nesirleri:
Evrak-ı Eyyam, Nesr-i Harp, Nesr-i Sulh, Tiryaki Sözleri (kendi vecizeleri)
Tiyatro eserleri: yalan (dram), Körebe (komedi)
Halit Ziya Uşaklıgil (1867-1945)
Servet-i Fünun’un roman ve hikâyede en ünlü edebiyatçısıdır.
Süslü, sanatlı ve ağır bir dili ve üslûbu vardır.
Batılı anlamdaki ilk romanları yazmıştır.
Realizmden etkilenmiştir.
Romanlarında aydın kişileri anlatır. Mai ve Siyah’taki Ahmet Cemil, Servet-i Fünun sanatçısının temsilcisidir. Kahramanları yaşadıkları çevreye uygun anlatır ve ruh tahlillerine önem verir.
Hikâyelerinde Anadolu hayatına ve köy ve kasaba yaşayışına, romanlarında yalnız İstanbul'a yer verir.
Anı ve mensur şiir türünde eserleri de vardır.
Romanları: Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar, bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekası, Sefile...
Hikâyeleri: İzmir Hikâyeleri, hikâye-i Sevda, Kadın Pençesi, Onu Beklerken, Aşka Dair...
Hatıraları: Saray ve Ötesi, Kırk Yıl, Bir Acı Hikâye
Mehmet Rauf (1875-1931)
Servet-i Fünun romanının ikinci önemli ismidir.
Roman, hikâye ve tiyatro türünde eserleri vardır.
Romantik duyguları, hayalleri ve aşkları işlemiştir. Sosyal hayata pek yer vermemiştir. Arzu, ihtiras ve aşk maceraları temel konularıdır.
Romanlarında psikolojik tahlillere önem vermiştir.
Dili sadedir.
En önemli eseri Eylül’dür. Roman edebiyatımızdaki ilk psikolojik roman olarak bilinir. Konusu yasak aşktır. Şahıs sayısı azdır. Psikolojik tahliller başarılıdır.
Romanları: Eylül, Ferda-yı Garam, Genç Kız Kalbi, Define, Son Yıldız, Kan Damlası.
Hikâyeleri: Son Emel, Bir Aşkın Tarihi, Üç Hikâye, Hanımlar Arasında, Menekşe.
“Siyah İnciler” ise mensur şiirlerinden oluşur.
Dönemin Bağımsız İsimleri
Hüseyin Rahmi Gürpınar (1864-1944)
Roman ve hikâye türünde eserleri vardır.
Natüralizmin temsilcisidir.
Sade bir dil kullanmıştır.
Tipleri yetiştikleri çevreye göre konuşturur. Psikolojilerinde çok iyi bir şekilde verir. Kişileri toplumun şartlarına göre değerlendirir. Romanlarında aptal, şöhret düşkünü, aşırı ihtiraslı, batıl inançlı gibi uç tipler vardır.
İstanbul'un iç mahallelerinin günlük hayatını hikâye ve karikatürize der. Sokağı edebiyatta işleyen yazar olarak bilinir.
Gözleme ve tasvire önem verir.
Romanlarında sosyal tenkide de yer verir.bu tenkidi mizah yollu yapar.
Şık ve Şıpsevdi adlı romanlarında batı hayranlığını konu edinir.
Romanları teknik olarak zayıftır. Sık sık olayla ilgisi olmayan, gereksiz bilgiler verir. Bazen kendisi de olaylara müdahale eder.
Eserleri: Şık, İffet, Tesadüf, Şıpsevdi, Mürebbiye, Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç, Gulyabani, Cadı, Kesik Baş, Kadınlar Vaizi, Tünelden İlk Çıkış.
Ahmet Rasim (1864-1932)
Ahmet Mithat tarzını devam ettirmiştir.
Pek çok konuda ve türde eserleri vardır.
Bütün hayatını gazeteciliğe adamıştır.
Makale ve fıkra yazmış; çeviriler yapmıştır.
Türkçesi yerli ve temizdir.
Hayatın komik ve ibret verici yanlarıyla ilgilenmiştir.
Roman ve hikâyelerinde İstanbul'a, özellikle Beyoğlu’na ait konular işlemiştir. Romanlarının başlıca konuları, aile sarsıntıları ve ülke meseleleridir.
Günlük hayattan renkli ve fotoğraf zevkiyle kesitler sunmuştur.
130’dan fazla eseri vardır.
Roman ve hikâyeleri: İlk Sevgi, Güzel Eleni, Endişe-i Hayat, İki Günahsız Sevda,
İnceleme, makale, fıkra, hatıra: Gülüp Ağladıklarım, Muharrir Bu Ya, Şair-Muharrir-Edip, Şehir Mektupları
Aynı zamanda 65’e yakın şarkısı olan bir bestekârdır.

AY VE ÖZELLİKLERİ

AY VE ÖZELLİKLERİ
  • Ay dünyamızın 1/50’si kadardır. Bu sebeple Ay’da yerçekimi azdır(dünyadakinin 1/6’sı kadardır).  
  • Ayda atmosfer yoktur. Bunun sonucunda ;
·         Hava ve su yoktur.
·         Meteorolojik olay (iklim) görülmez.
  • Meteorlar doğrudan ay yüzeyine düşer.  Sonuçta büyük krater çukurlukları oluşmuştur.
·         Günlük sıcaklık farkı fazladır. Bu sebeple mekanik çözülme fazladır.
  • Canlı hayatı yoktur.
  • İç ısısını kaybetmiştir. Bundan dolayı volkanik olay görülmez.
Ay günü:   Dünyadaki herhangi bir meridyenin  ard arda  iki kez  Ay’ın karşısından  geçinceye kadar geçen süredir. Bu süre 24 saat 50 dakikadır.
Güneş günü: 24 saattir.
***Ay günü ile güneş günü arasındaki zaman farkından dolayı bir yerde Ay her gün bir önceki güne göre daha geç gözlenir ve gel-git olayı daha geç oluşur. 
Bilindiği üzere bir yıl içerisinde Ay, Dünya etrafında 12 kez dolanır. Dolayısıyla, eğer Ay’ın yörünge düzlemi Dünya’nınkiyle çakışık olsaydı, bir yılda 12 kez Güneş tutulması meydana gelebilirdi. Fakat durum böyle değildir. Ay'ın ve Dünya'nın yörüngeleri arasında 5°'lik bir açı vardır. Yörüngelerdeki bu konum nedeniyle Güneş, Ay ve Dünya'ın aynı çizgi üzerinde olmaları çok sık karşılaşılan bir durum değildir. Böylece her ay bir Güneş tutulması oluşması engellenmiş olur. Nitekim bir yılda en az iki, en çok beş Güneş tutulması meydana gelebilir.  Bu tutulmaların da az bir bölümü Tam Güneş Tutulması'dır. Ayrıca Tam Güneş Tutulması, Dünya üzerinde tam gölgenin düştüğü çok dar bir bölgeden izlenebilir. Bu da Tam Güneş Tutulması'nın belli bir bölgeden görülme sıklığını çok azaltır. Örneğin 11 Ağustos 1999'dakinden sonra ilk Tam Güneş Tutulması 21 Haziran 2001 tarihinde oldu ve Türkiye'den izlenemedi. Yurdumuzdan izlenebilecek bir sonraki Tam Güneş Tutulması, ancak 29 Mart 2006'da gerçekleşecek .
 Ay dünya etrafındaki yörüngesini tamamlarken, dünyanın güneş ve ay arasında kalmasına neden olabilir. Bu durumda ay yüzeyine düşen güneş ışınları dünya tarafından engellenmiş olur. Karanlıkta kalan ay kısa süreli de olsa dünyadan gözlenemez bu olaya ay tutulması adı verilir. Bulutsuz bir gecede çıplak gözle rahatlıkla fark edilebilen bu olay, güneş tutulmasına göre, dünya yüzeyinde daha geniş bir alandan gözlenebilir. Ay tutulmasının dünya yüzeyinden gözlenebildiği alan dünyanın yarısından 24º kadar fazladır.

ATEŞİ KİM BULDU

ATEŞİ KİM BULDU
1600'lü yılların sonuna doğru ise, bilim tarihi bir başka yanılgıya sahne oldu. Ateş ve saçtığı alevler her devirde insanların ilgisini çekmişti. O döneme kadar henüz sırrı keşfedilememiş ateşin kaynağı üzerinde düşünen insanlardan biri de Alman bilim adamı G. E. Stahl'dı. Stahl araştırmaları sonucunda, ateşe "flojiston" adı verilen gözle görülemeyen bir maddenin yol açtığını ileri sürdü. Stahl'a göre flojiston nesnelere girip çıkabilen bir maddeydi. Flojistona sahip bir nesne hızla yanarken, flojistonun olmadığı nesneler ise yanmıyordu. Yanan maddelerden duman çıkması, bu maddelerin yanarken küçülmeleri ve hafiflemeleri, flojistonun bu maddeleri terk etmesi olarak yorumlandı. Araştırmalarda, yanan maddelerin üzerlerinin kapatılmasıyla veya toz ve toprak atılıp söndürülmeleriyle flojistonun çıkışının engellendiği ve böylece ateşin söndüğü düşünülüyordu. Ancak zamanla, metallerin yanarken küçülmemeleri veya hafiflememeleri flojistonun gerçekliği hakkında bazı kuşkuların doğmasına neden oldu. 1700'lü yılların sonunda ise havanın farklı birkaç gazın karışımı olduğu keşfedildi. Bu farklı gazların farklı biçimlerde yanmaları da flojiston kuramıyla açıklanmaya çalışılırken, oksijen gazıyla ilgili yapılan araştırmaların biri kuramın sonunu getirdi. Antoine Lavoisier adlı bilim adamı oksijen gazı içinde yaktığı bir metali gözlemledi. Bu gözlemi sonucunda yanan metalin ağırlığının arttığını, oksijen miktarının da azaldığını fark etti. İşte bu deney insanlara ateşin kaynağını da gösterdi. Nesneler oksijen aldıkları için yanıyorlardı. Flojiston isimli teorik madde ise asla var olmamıştı.
Tarihteki bilimsel yanılgılara bir diğer örnek ise, elektriğin kaynağı üzerine yapılmış bir yorumdur. Doktor Luigi Galvani 1780'li yıllarda hayvanlarla ilgili araştırma yaparken, birdenbire yeni bir elektrik kaynağı bulduğunu sandı. Kurbağalar üzerinde yaptığı araştırmalarda, metal bir parçaya bağlanan kurbağa bacağındaki kasların kıpırdadığını gördü. Galvani bu canlı üzerinde yaptığı birkaç araştırma sonucunda kararını verdi: Bir metal hayvanların kaslarından ve sinirlerinden kaynaklanan elektriğin dışarı çıkmasını sağlıyordu. Galvani deneyi tek bacak üzerinde tek metal parçasıyla yapmıştı. Bu deneyin mantığından şüphelenen Alessandro Volta isimli bilim adamı konuyla ilgili çalışmalara başladı. Volta kurbağanın bacağına bir telin farklı iki ucunu bağladı ve bacaklardaki kasların seyirmediğini gördü. Bu deneyden sonra çalışmalarına devam eden Volta, kurbağadan veya başka bir hayvandan kaynaklanan elektrik iddiasının gerçek olmadığını ortaya koydu. Elektrik, elektronlardan kaynaklanan bir akımdı ve metaller elektronu daha kolay iletiyordu. Hayvansal elektrik kuramı bir dönem insanlarını şaşırtmış bir yanılgıydı.
Bu örneklerde de açıkça görüldüğü gibi, günümüzde çok iyi bilinen gerçekler hakkında geçmişte çok yanlış bazı iddialarda bulunuldu. Birçok bilim adamı gerek dönemlerinin geri kalmış bilimsel düzeyleri, gerekse sahip oldukları bazı önyargıları dolayısıyla birçok bilimsel yanılgıya kapıldı. Tarihte gerçekleşmiş bu gibi bilimsel yanılgılara verilecek en büyük örnek, yaşamın kökeni üzerine ortaya atılmış iddialardan biriydi. Çünkü bu iddianın etkileri ve mantıksızlığı yukarıda örneğini verdiğimiz yanılgılardan çok daha büyük oldu. Bu yanılgı, evrim inancıyla materyalist dünya görüşünün birleştiği 'Darwinizm'di.
Bir zamanlar Darwinizm, elde yeterince bilimsel kanıt olmadığı için bazılarınca bilimsel bir teori gibi kabul ediliyordu. Charles Darwin'in 1859 yılında yayınlanan Türlerin Kökeni adlı kitabı o dönemde bile anlaşılan tutarsızlıklarına rağmen, bazı çevrelerde yankı uyandırdı. Darwin'in genetik veya biyokimya biliminden habersiz olarak yaptığı varsayımlar, fosil kayıtlarının yetersizliğinden yararlanarak ileri sürdüğü hatalı iddialar, bu teoriyi kabul etmeye felsefi nedenlerle çok yatkın olan kişiler tarafından hararetle kabul gördü. Bu felsefi neden, Darwin'in teorisi ile materyalist felsefe arasındaki ilişkiydi. Darwin, tüm canlıların kökenini maddesel faktörlerle ve rastlantılarla açıklamaya çalışan, dolayısıyla bir Yaratıcı'nın varlığını reddeden bir teori öne sürmüştü. Akla ve mantığa tamamen aykırı olan bu teorinin yanlışlığının bilimsel olarak ortaya çıkması içinse, 20. yüzyıldaki bir dizi bulgu gerekecekti.
Bugün Darwinizm hala bazı saplantılı bilim çevrelerinde yaygın bir kabul görmektedir; ama bu, Darwinizm devrinin sona erdiğini kabul etmemize engel değildir. Çünkü teoriyi ayakta tutan sözde bilimsel varsayımlar birer birer çökmüştür. Teoriyi hala ayakta tutan tek neden, onun temeli olan materyalist felsefenin hala bir kısım bilim çevrelerinde fanatik bir tutkuyla savunulmasıdır. Darwinizm dünyası, 1980'li yılların ikinci yarısındaki Sovyetler Birliği'ne benzemektedir. O dönemlerde komünizmin bir ideoloji olarak iflas ettiği, varsayımlarının geçersiz olduğu ortaya çıkmıştı. Ancak komünist sistemin kurumları hala varlığını koruyordu. Komünist ideolojiyle beyni yıkanmış bir kuşak hala körü körüne bu ideolojiyi savunuyordu. Bu dogmatizm nedeniyle, pratikte çökmüş olan komünist sistem bir süre daha yaşatıldı. "Glasnost" ve "Perestroyka" denen formüllerle reforme edilip yaşatılmak istendi.

Mors alfabesi

Mors alfabesi

Mors alfabesi, kısa ve uzun işaretler (nokta ve çizgiler) kullanarak bilgi aktarılmasını sağlayan yöntem. 1832'de telgraf ile ilgilenmeye başlayan Samuel Morse tarafından 1835 yılında oluşturuldu. 1837'de kullanılmaya başladı. 1840 yılında patent için başvuruldu.

Harfler
Harf
Kodu
Harf
Kodu
A
•–
N
–•
B
–•••
O
–––
C
–•–•
P
•––•
D
–••
Q
––•–
E
R
•–•
F
••–•
S
•••
G
––•
T
H
••••
U
••–
I
••
V
•••–
J
•–––
W
•––
K
–•–
X
–••–
L
•–••
Y
–•––
M
––
Z
––••

İlk hat ABD'de Baltimore, Maryland ile başkent Washington arasında kuruldu. İlk mesaj incilden bir cümleyi içeriyordu, gönderim tarihi 24 Mayıs 1844 idi.
Orjinal mors kodu kısa ve uzun sinyallerin kombinasyonunun bir sayıya karşılık gelmesinden oluşmuştu. Her sayı da bir harfe karşılık geliyordu.
Ancak Morse'un bulduğu sistemin kullanımı kolay değildi. Alfred Veil ile bu konu üzerine ortaklaşa çalışmaya başlayan Morse, bir süre sonra Veil'in önerdiği sistemin daha basit olduğuna ikna oldu. Veil'in sisteminde kısa ve uzun sinyallerin yanı sıra duraklamalar da kullanılıyordu. Bu sistem daha sonra Amerikan Mors Kodu olarak isimlendirildi.
Mors kodu; sesli olarak, radyo sinyallerinin açılıp kapatılmasıyla, telegraf tellerinden geçen elektrik akımıyla, mekanik yolla ya da görsel (ışıkların yanıp sönmesi) gibi çeşitli yollarla iletilebilir.
Sistem genel olarak Mors alfabesi olarak adlandırılsa da uygulamada İngiliz alfabesi ve buna bağlı noktalama işaretlerini ifade etmek için iki farklı tür mors kodu kullanılmaktadır. Bunların birincisi olan Amerikan Mors Alfabesi, genellikle telgraf sistemlerinde kullanılırken, Uluslararası Mors Alfabesi ise araları görmezden gelerek sadece kısa ve uzun sinyallere göre çalışır.
Telgraf şirketleri mesajların uzunluğundan şikayetçiydi. Bunun üzerine 5 koddan oluşan kısaltmalar geliştirildi.
Örneğin;
AYYLU : Mesaj düzgün anlaşılamadı, tekrar gönderin LIOUY : Neden soruma cevap vermediniz?

  •  

Amerikan Mors Kodu


Sayılar
Sayı
Kodu
0
–––––
1
•–––
2
••–––
3
•••––
4
••••–
5
•••••
6
–••••
7
––•••
8
–––••
9
––––•

Amerikan Mors Alfabesi, günümüzde ticari amaçlar için kullanılmaz. Kimi kaynaklarda "Demiryolu Morsu" diye anılır. Kısa ve uzun sinyallerin yanı sıra ara sıra da boş aralar kullanılmaktadır. Bu tür Mors alfabesi karada telgraf telleri üzerinde haberleşen telgraf operatörleri için geliştirilmiştir. Günümüzde demiryolu müzelerinde görülebilir.
Birçok telgraf operatörü önce demiryollarında sonra Western Union ile haber ajanslarında çalışıyordu. Ünlü bilim adamı Thomas Edison da gençlik yıllarında telgraf operatörlüğü yapmıştı.

 

 

 

Modern Uluslararası Mors Kodu


Noktalama işaretleri
İşaret
Kodu
Adı
.
•–•–•–
,
––••––
 ?
••––••
-
–••••–
/
–••–•

Modern Uluslararası Mors Kodu, 1848 yılında Alman Friedrich Clemens Gerke tarafından geliştirildi. Bu kodu türü ilk kez Hamburg ile Cuxhaven arasında Almanya'da kullanıldı. 1865 yılına dek birtakım küçük değişiklikler yapıldı ve aynı yıl Paris'teki Uluslararası Telgraf Konferans'ında Uluslararası Mors Kodu olarak kabul edildi.
Bu mors kodu halen yürülükte olan koddur. ITU (Uluslararası Telekomünikasyon Birliği) tarafından kabul edilmiştir.

Mors kullanmanın avantajları

Mors kodu radyo cihazları ile yayınlanmak istendiği zaman diğer radyo bazlı iletişim cihazlarından daha basit bir düzenek kullanmak yeterlidir. Yüksek cızırtılı, düşük frekanslı ortamlarda bile kullanılabilmektedir. Bir diğer avantajı da daha düşük bant genişliğine ihtiyaç duymasıdır. Örneğin sesli iletişimde 100-150 Hz aralığı kullanılırken, Mors kodu için tek taraflı 4000 Hz yeterli olmaktadır.
Mors alfabesinin geliştirilerek kullanıldığı bir diğer alan ise Q kodlarıdır. Amatör radyocular, sık kullandıkları mesajları kısaltıp Q kodları haline çevirmişlerdir. Radyo frekansı üzerinden haberleşmelerinde bu Q kodlarını kullanırlar.
Bunun dışında mors alfabesi ile haberleşme yazılı mesajlaşmadan daha hızlıdır. Hatta bazı cep telefonu şirketleri mors alfabesi uyumlu cep telefonu üretmektedir.
1991 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde FCC'nin Amatör Radyocu lisansını alabilmek için dakikada 5 kelimeyi Mors alfabesi ile alıp, göndermek gerekliydi. 2000 yılına kadar amatör radyo lisanslarının en üst seviyesi olan extra class için bu rakam 20 kelimeye kadar çıkıyordu. 2000 yılından itibaren bu lisans için de 5 kelime yeterli sayıldı.
2003 yılında Dünya Radyo İletişimcileri Konferansı'nda alınan karar gereğince Uluslararası Mors Alfabesini bilmek amatör telsizci sertifikası alma koşulu olmaktan çıkarıldı.
Tecrübeli bir Mors operatörü, dakikada 40'ın üzerinde kelimeyi okuyabilir. Geleneksel telgraf cihazları yerine yarı ve tam otomatik cihazlar kullanılması sayesinde mors sinyallerinin gönderilme hızı artmıştır.
24 Mayıs 2004 tarihinde ise ilk telgrafın 160. yıl dönümünde Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU), "@" işaretini de Mors alfabesine ekledi. @ işareti (AT COMMERICAL) kelimesinin baş harfleri olan "AC" harflerinin karşılığı ile ifade ediliyor.

Mors, yardımcı bir teknolojidir

19. yüzyılda elektronik iletişimi başlatan Mors, 21. yüzyılda destek teknoloji olarak canlılığını korudu. Düşük teknoloji gerekliliği nedeniyle zorda kalınan kişiler yardım çağrısı ya da haberleşmek için mors alfabesi kullandı.

ÖĞRETMEN OLABİLMEK İÇİN NE KADAR VE NASIL EĞİTİMLER ALINMALIDIR

ÖĞRETMEN OLABİLMEK İÇİN NE KADAR VE NASIL EĞİTİMLER ALINMALIDIR

İlk okul dan sonra 3 yıl orta okul daha sonra Lise veya EMLisesi okuyup Üüversite imtihanlarında Öğretmenlik bölümünü kazanıp en az 4 yıllık olmak üzere bu bölümü bitirmek

  Daha sonra yeterlilik sınavını vererek Öğretmen olmaya hak kazanmak ve yapılan sınavlar sonucu bölümle ilgili yere yerleşerek Öğretmenlik mesleğine başlamak…
Öğretmen, bir bilim dalını, bir sanatı, bir tekniği veya belli bilgileri öğretmeyi kendisine meslek edinmiş kimse. "1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nun 43. Maddesine göre, öğretmenlik, devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleğidir." [1]
Üniversitelerdeki özel yetişme yollarının belli derecelerini kazanan kişilere doçent, profesör hepsine birden "öğretim üyesi" denir. Bu derecelere yükselmedikleri halde üniversitelerde öğretim yapan kimseler de genel olarak "öğretim görevlisi", özel olarak "uzman okutman" diye anılırlar.

Yetişmeleri

"Öğretmenlik mesleğine hazırlık genel kültür, özel alan eğitimi ve pedagojik formasyonla sağlanır."
Eskiden, öğretmen okullarında (köy enstitüleri, köy öğretmen okulları) yetişen ilkokul öğretmenleri; eğitim enstitülerinden çıkan ortaokul öğretmenleri; yükseköğretmen okullarıyla üniversitelerin edebiyat ve fen fakülteleri belirli dallarında okuyan ve öğretim lisansı almak için meslek bakımından gerekli ek dersleri (didaktik, pedagoji tarihi, pedagojik formasyon, psikoloji) gören üniversite mezunlarından Milli Eğitim Bakanlığı hizmetine geçen lise öğretmenleri, Memurluk Kanunu'nun kapsamına girerdi. Günümüzde ise öğretmen yetiştirme görevini, üniversitelerin ilgili Eğitim Fakülteleri ile Teknik Eğitim Fakülteleri üstlenmiştir.
Öğretmenler, bakanlığın hazırlattığı yönetmeliklere uygun şekilde, yetişmelerinin kendilerine sağladığı imkanlar çerçevesinde okullarda görev alırlar. Genellikle ilköğretim öğretmenleri kendilerine verilen sınıfın bütün derslerini okutmakla yükümlüdür (bazı durumlarda beden eğitimi (spor), resim, müzik, yabancı dil gibi dersler başka bir öğretmene aktarılabilir)
Öğretmen ve öğrencilerinin yer aldığı bir çalışma
Milli Eğitim Bakanlığı'nın yönetmeliklerine göre genel olarak öğretmenlerin görevleri şunlardır.
  • Kendilerine verilen ve yetkili sayıldıkları dersleri okutmak,
  • Okuttukları derslerle ilgili uygulama ve deneyleri yapmak,
  • Serbest çalışma saatlerinde öğrencileri gözetlemek,
  • Ders dışında okulun eğitim, öğretim ve yönetim işlerine katılmak,
  • Kanun, yönetmelik ve emirlerle tespit edilen ödevleri yapmak.
Ayrıca öğretmenlerin öğrencilerini yetiştirme konusunda her fırsattan yararlanmaları, hizmet ruhu beslemeleri, ödevden kaçınmamaları, öğrencilerine iyi bir yardımcı ve kılavuz olmaları, eğitim işlerinde bütün tutum ve davranışlarıyla örnek olmaları istenir.
Öğretim görevi sırasında öğretmenlerin, yıllık ders dağıtım planlarını yapmaları, derslerine hazırlıklı girmeleri, öğrencileri kişisel çalışmalara yöneltmeleri, zümre öğretmenleriyle yakın bir işbirliği sağlamaları, öğrenci ödevlerini ilgili yönetmeliğe göre inceledikten sonra geri vermeleri, sınav yönetmeliğine göre görevlendirildikleri sınavlarda bulunmaları, öğrencilerinin başarılarını ölçerek değerlendirmeleri, kanaat dönemleri sonunda verilecek karne notları için gerekli sözlü-yazılı yoklamaları yapmaları beklenir.
Eğitim çalışmaları sırasında öğretmenler, haftada bir gün okul nöbeti tutmakla, yönetimi kendisine verilen eğitsel kulüpleri kurarak çalıştırmakla, öğretmenler kurulunun kararlarıyla kendisine verilen sınıfın eğitim işlerini düzenlemekle, Tebliğler Dergisi'ni okumakla yükümlüdürler. Öğretmenler, öğretim, eğitim ve bilim ödevinden başka bir ödev alamazlar. Kendi okullarından başka okullarda ek olarak bilim, öğretim ve eğitimle ilgili bir işte çalışacak olan öğretmenlerin Milli Eğitim Bakanlığı'ndan izin almaları şarttır.
Öğretmenler, önce okul müdürlerinin, sonra Milli Eğitim Müdürlüğü'nün İller Kanunu'na göre mahalli mülkiye amirinin, Milli Eğitim Bakanlığı müfettişlerinin denetimine bağlıdır. İlköğretim öğretmenlerinin nakil ve tayini il idaresince; lise öğretmenlerininki ise bakanlıkça yapılır. Öğretmenler, okullar saymanlığından maaş alırlar ve Emekli Sandığı'na bağlıdırlar.
Ülkemizde her yıl 24 Kasım günü, Öğretmenler Günü ve o hafta Öğretmenler Haftası olarak kutlanır.

DÜNYANIN ISI VE İKLİM DEĞİŞİMİ


                                      DÜNYANIN ISI VE İKLİM DEĞİŞİMİ

Uluslararası bir enstitü tarafından yapılan araştırmada, Afrika kıtasının en yoksul ülkelerinde yaşayanların, aynı zamanda küresel ısınmadan en kötü etkilenen halklar olduğu ortaya çıktı.

Uluslararası Hayvan Araştırmaları Enstitüsü'nün raporuna göre, Afrika'da gelecek 50 yılda iklim değişikliğinden en fazla etkilenmesi beklenen bölgelerde kıtanın en yoksul halkları yaşıyor.

Kenya'nın başkenti Nairobi'de düzenlenen 12. Uluslararası İklim Değişikliği Konferansı'nda yayımlanan raporda, Burundi ve Ruanda'nın tamamı, Etiyopya ve Eritre'nin büyük bölümü, Nijer'in güneybatısı ve Çad'ın güneyi küresel ısınmaya karşı en dayanıksız ülkeler olarak gösteriliyor.

Doğal kaynaklar zarar görüyor
Raporu hazırlayan uzmanlardan Mario Herrero, durumun endişe verici olduğunu belirterek, "Bizi sadece iklim değişikliği endişelendirmiyor. Tüm Afrika'da nüfusun fazla olması ve doğal kaynakların zarar görmesi de endişe verici" dedi.

İklim değişikliğinden en çok zarar gören Afrika ülkelerinin, bu değişikliğe yol açan sera etkisi yaratan gazların salınımını en az yapan ülkeler olduğu belirtiliyor.


İklim değişikliklerini en çok üçüncü dünya ülkeleri hissedecek


İklim değişiyor, dünya ısınıyor. Bilim adamları kuraklık, seller ve olağanüstü hava koşulları konusunda sürekli olarak uyarılarda bulunuyor. Giderek artan etkilerin en büyük sebebi ise insan.
1) İklim değişikliği nedir?

Dünyanın ısısı düzenli olarak artıyor. Küresel ortalama yüzey ısısı şu anda 15 santigrat derece civarında. Jeolojik ve diğer bilimsel kanıtlar, geçmişte yüzey ısısının en yüksek 27 santigrat, en düşük de 7 santigrat derece olduğunu gösteriyor.

Fakat bilim adamları doğal dengenin, insanlardan kaynaklanan yoğun bir ısınma süreciyle bozulduğunu ve bu durumun dünyadaki hayatın büyük bölümünün tabi olduğu iklimin istikrarı için önemli çıkarımlara yol açacağını söylüyor.
 
2) Sera etkisi nedir?

Sera etkisi, atmosferde oluşan bir tabakanın yarattığı etki. Bu tabaka Güneş'ten gelen ışınların dünyadan yansıdıktan sonra tekrar atmosferin dışına çıkmasını engelliyor. Sera etkisi olmasaydı dünya son derece soğuk bir gezegen haline gelirdi.

Sera etkisini artırarak dünyanın normalden fazla ısınmasına neden olan gazlardan bazıları karbondioksit, metan ve azotoksit. Bu gazlar modern endüstride ve tarımda kullanılıyor, fosil yakıtların yanmasıyla açığa çıkıyor.

Atmosferin konsantrasyonu her geçen gün artıyor. Örneğin atmosferdeki karbondioksit konstanstrasyonu 1800'lü yıllardan beri yüzden 30'dan daha yüksek bir seviyede arttı.

Bilim adamlarının büyük bir çoğunluğu sera etkisi yaratan gazların salımındaki artışın, dünyanın ısısının yükselmesine neden olacağını düşünüyor.
 
3) Isınmanın kanıtı ne?

Sıcaklık kayıtları 19'uncu yüzyıl sonlarında tutulmaya başlandı. Ortalama küresel sıcaklık 20'nci yüzyılda yaklaşık 0.6 santigrat derece arttı. Sıcaklığın artmasıyla buzulların erimesi nedeniyle deniz seviyeleri de 10-20 santinmetre arasında yükseldi.

Arktik deniz buzları, son birkaç 10 yılın yaz ve sonbahar döneminde yaklaşık yüzde 40'a varan oranda inceldi. Buna karşılık Antarktika'nın bazı bölümleri daha da soğudu. Yüzey ısısı ve troposferdeki ısı arasında bazı çelişkiler göze çarpıyor.
 
4) Sıcaklık ne kadar yükselecek?

Sera etkisi yaratan gazların salımı engellenmezse, 2100'e kadar ortalama küresel sıcaklık 1.4-5.8 santigrat derece artacak. Olayın vehameti şöyle açıklanabilir: Medeniyetin ortaya çıkışından beri küresel ortalama sıcaklık sadece 1 santigrat derece arttı.

Sera etkisi yaratan gazların salımı hemen kesilse bile, bilim adamları etkinin uzun bir süre daha devam edeceğini söylüyor. Çünkü büyük buz ve su parçalarını da içeren iklim sisteminin normale dönmesi yüzlerce yıl alabilir.

Bazı bilim adamları, Grönland buzullarında yaşanan erimenin hemen önlem alınsa bile geri dönülmez olduğunu düşünüyor. Yüzlerce yıl sürecek bu işlem, deniz seviyelerinde yedi metrelik bir yükselmeye neden olabilir.
 
5) Hava durumu ne olacak?

Küresel anlamda çok daha sert hava olayları ortaya çıkacak. Kıyı bölgelerde yağış miktarı artarken, iç bölgelerde sıcak havanın etkisiyle kuraklık baş gösterecek.

Artan fırtınalar ve deniz seviyeleri nedeniyle daha çok sel meydana gelecek. Bununla birlikte, hava sıcaklıkları bölgelere göre çok büyük farklılıklar gösterecek. Ve bu durumun sonuçları tahmin edilmeyecek kadar güç.
 
6) Etkileri neler olacak?

Tatlı su kaynaklarının azalması, gıda üretimi koşullarındaki genel değişiklikler ve seller, fırtınlar, sıcak dalgaları ve kuraklık nedeniyle ölümlerde yaşanacak artış gibi potansiyel tehlikeler gündeme gelecek.

Bu durum en çok, hızlı iklim değişimine karşı hazırlık yapamayan yoksul ülkeleri etkileyecek.

Yaşam alanlarının hızlı değişimine ayak uyduramayan birçok bitki ve hayvan türünün nesli yok olacak. Dünya Sağlık Örgütü'nün verilerine göre, sıtma ve yetersiz beslenme gibi nedenlerden milyonlarca kişi ölümle yüz yüze gelecek.
 
7) Ne bilmiyoruz?

Isınmaya insan etkisinin ne kadar olduğunu ve ısınmanın zincirleme etkilerinin neler olabileceğini bilmiyoruz.

Küresel ısınma, sabit buzulların erimesi ile sera etkisi yaratan metan gazının yüksek miktarda salımı gibi, gelecekte ısınmayı tetikleyecek değişikliklere yol açabilir.

Daha sıcak koşullar nedeniyle büyüme hızları artan bitkilerin, büyüdükçe atmosferden daha çok karbondioksit çekmesi gibi ısınmayı hafifletici etkiler de olabilir.

Ancak bilim adamları, karmaşık dengenin, bu olumlu ve olumsuz etkilere nasıl bir tepki verebileceği konusunda emin değil.
 
8) Şüpheciler ne diyor?

Küresel ısınmaya şüpheyle yaklaşanlar bile dünyanın giderek ısındığını inkar etmiyor. Şüphelerinin dayanağını, küresel ısınma etkisinin insan aktiviteleri nedeniyle ortaya çıkmış olması.

Bazıları şu an tanık olduğumuz değişikliklerin olağandışı olmadığını söylüyor. Buna en büyük dayanakları ise insan var olmadan önce küresel iklim koşullarında yaşanmış olan değişiklikler.

Bazı şüpheci bilim adamları, ısınmayı bir süredir Güneş'te olan yüksek aktivitelere bağlıyor. Bununla beraber, iklimin doğal değişimlerinin en tepesinde bile bir şeyler olduğu ve bunda insanın suçlanması gerektiği yönünde görüş birliği artıyor.