19 Nisan 2012 Perşembe

zirai ilaçların zararları


İlaçlar yavaş yavaş öldürüyor
Zirai ilaçların kurallara uygun kullanımında bile zararlı etkileri olabileceğine dikkat çeken Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bahattin Kovancı, çiftçilerin yanlış ilaç kullanımıyla bu etkilerin arttığını ve soframızdaki zehirli sebzelerin kanser, gen mutasyonu, üreme bozuklukları gibi pek çok hastalığa neden olabileceğini anlattı.

KANSER, ÜREME BOZUKLUKLARI....

Prof. Dr. Kovancı kurallara uygun kullanılmayan zirai ilaçların insanlarda akut ve kronik zehirlenmeye yol açtığını söyledi. Kovancı'nın verdiği bilgelere göre; akut zehirlenme genelde ilaçlama sırasında maske, eldiven, gözlük ve ilaçlama elbiselerinin kullanılmaması durumunda yaşanıyor.

Kronik zehirlenme ise belirli bir sürede düşük dozların devamlı olarak alınmasıyla sinsi bir şekilde ortaya çıkıyor. Her gün soframızdaki yanlış ilaçlama yapılan sebze ve meyvelerden azar azar zehir alıyoruz.

Zehirli maddenin az miktarının vücutta olumsuz etki göstermeden parçalanabiliyor. Ancak devamlı olarak bu maddenin alınmasi zehirli bileşiğin bünyede birikimini sağlıyor.

Kurallara uygun olarak kullanılmayan ilaçlar kanser, üreme bozuklukları ve gen mutasyonuna neden oluyor. Özellikle çocuklarda gelişimi engelliyor ve fizyolojik bozukluklara yol açıyor.

Zehrin vücutta biriktiğini hastalanmadan anlamak ise nerdeyse imkansız. Çogu zaman hastalanarak doktora başvurulduğunda ise sebebin ilaç kalıntısı olduğu belirlenemiyor ve şikayetler 'sebebi bilinmeyen hastalık' olarak adlandırılıyor.

Prof. Dr. Kovancı gıdadaki ilaç kalıntıları yaşam boyu alınsalar bile insanda herhangi bir fizyolojik bozukluğa sebep olmayacak düzeyde olmaması gerektiğine dikkat çekti.

Türkiye’de kaç çeşit zirai ilaç kullanıyor?

Bugün Türkiye’de zirai mücadelede kullanılmak üzere ruhsat almış bin 250 ilaç ve bu ilaçlar içerisinde yer alan 300’ün üzerinde etkili madde mevcut. Ancak bu ilaçlar yeniden değerlendirilmeli ve etkili madde sayıları azaltılmalı.

Yurtdışında yasaklanmasına rağmen Türkiye’de kullanılan zirai ilaçlar mevcut mu?

Zirai mücadele ilaçları (Pestisitler) ABD, Almanya, İsviçre ve Fransa gibi gelişmiş ülkelerde üretildi. İlaçlar yoğun olarak kullanılınca önce ABD’de ve Avrupa’da, daha sonra da ülkemizde bazı sorunlar görülmeye başladı. İlaç kalıntılarının insana ve çevreye zararlı etkileri olduğu ortaya çıktı.

Bu ilaçlardan bazıları yurtdışında kanser yapıcı etkileri nedeniyle yasaklandıktan sonra Türkiye’de de yasaklandı. Başta ABD olmak üzere birçok Avrupa ülkesi kullanılan ilaçların sayısı azalttı. Örneğin Almanya kullanılan etkili madde sayısını 1/3 oranında azalttı, Hollanda 42 ilacın kullanımını yasakladı, Danimarka 30 etkili maddeyi tamamen yasakladı ve 78 etkili maddenin kullanımını da yeniden düzenledi.

Kalıntı miktarları nasıl belirleniyor?

Bitkilerdeki ilaç kalıntısı, kullanılan ilacın cinsine, ilacın uygulama zamanına, çevre koşullarına, ilacın ayrışma (dekompoze olma) süresine, uygulamanın yapıldığı bitki türüne, uygulama zamanı ile ürünün hasat edilişi arasındaki süreye ve diğer birçok etkene bağlı olarak farklılık gösterir.

Bu miktarlar her ülke için normal beslenme alışkanlıkları ve tüketilen besin maddesi miktarına göre saptanır. Bu yüzden de her ülkede farklıdır. Örneğin Almanya ile Türkiye'deki kalıntı miktarlı farklı. Almanya daha çok et ve süt ürünlerinde hassas biz ise sebzelerde.

Aslında Türkiye'nin tarım ürünlerinde kabul ettiği kalıntı miktarlarında sorun yok hatta bazı değerlerin Almanya'dan bile iyi olduğunu söylemek mümkün. Ama önemli olan uygulama.

Kurallara uygun kullanılsa bile zirai ilaçların sağlığa zararlı etkileri var mı?

Bütün ilaçlar az veya çok zehirlidir. Bu nedenle sebze ve meyvelerdeki hastalık ve zararlılara karşı kullanılması önerilen ilaçların tamamıyla tehlikesiz olduğunu düşünmek doğru değil.

İlaçlamalardan bir süre sonra, ilacın etkinliliğinin azalması, ilaçlamanın tekrarlanmasını gerektirir. İlacın prospektüsünde belirtilen son ilaçlama ile hasat arasındaki süreye uyulsa bile bir miktar ilaç ve ayrışma ürünleri besin maddesi üzerinde veya içinde kalmaktadır.
·  Türkiye'de kullanılan ilaçlar yeniden değerlendirilmeli ve etkili madde sayıları azaltılmalı.
·  Türkiye'nin tarım ürünlerinde kabul ettiği kalıntı miktarları norman standartlarda, sorun uygulamada.
·  Kurallara uygun kullanılsa bile bütün ilaçlar az veya çok zehirlidir.
·  Bazen ilaçlar bilinçsiz olarak karıştırılarak kullanılıyor. Bu da bitkilerde şekil bozukluğuna neden oluyor
·  Organik tarımın tamamıyla geleneksel tarımın yerini alması beklenemez.
·  Avrupa’da organik tarım için en uygun ülke Türkiye. Devlet organik tarımı desteklemeli.

Yine de bu ilaçlar için öngörülen son ilaçlama ile hasat arasındaki süreye uymak kaydıyla ilaçların zehirli etkisinden kaçınmak mümkün.

Çiftçilerin en fazla yaptıkları yanlış uygulamalar nelerdir?

Doğru ilaç seçimi yapılmıyor ve ilaçlar önerilen dozda uygulanmıyor. İlacın yüksek dozda kullanılması kalıntı miktarını artırıyor. Tarım ilaçlarının ruhsat almadıkları alanda kullanılmaları yasak, biberde yaşanan sorun da bu, ancak bu tür uygulamalar olabiliyor.

Ayrıca ilaçlama zamanı iyi belirlenemiyor ve gereksiz yere ilaç kullanılıyor. Son ilaçlama ile hasat arasında sürelere uyulmuyor. Sebze ve meyvelerde hasadın yaklaştığı dönemde kalıntı süresi kısa olan ilaçları tercih etmek gerekiyor. Örneğin kalıntı süresi 21 veya 14 gün olanların yerine 3, 5 veya 7 gün olanları kullanmak lazım. Özellikle domates, biber, patlıcan vb. gibi kısa aralıklarla hasat edilen ürünlerde bu çok daha önemlidir. Bir çok ilaç da bazen bilinçsiz olarak karıştırılarak kullanılıyor. İlaçların karıştırılması bitkilerde şekil bozukluğuna neden oluyor

İlaç kalıntılarının zararlı etkileri azaltmak içir organik tarım bir alternatif olabilir mi?

Öncelikle organik tarımın özelliklerini belirtmekte yarar var. Organik tarım aslında en yüksek verim elde etmeyi hedeflemez, ürünün kalitesi bir dereceye kadar ihmal edilebilir. Sentetik kimyasalların, doğaya yabancı maddelerin, gübre ve tarım ilacı olarak kullanılması yasaktır. Genetik olarak değiştirilmiş çeşitler (transgenik bitkiler) kullanılmaz.

Organik tarımın her üretim basamağı ve son ürün her türlü denetim ve kontrole açıktır. Bu iş devlet kurumları veya özel firmalar eliyle yürütülür. Organik yolla elde edilen tarım ürünleri daha pahalıdır. Bunda da hastalık ve zararlılar nedeniyle üründe azalma meydana gelmiş olması önemli bir rol oynar. Bir işletmenin geleneksel tarımdan organik tarıma geçmesi için 3 yıllık bir adaptasyon zorunluluğu vardır.

Ben organik tarıma sıcak bakıyorum ve teşvik edilmesini istiyorum ancak bu özellikler dikkate alındığında organik tarımın bugün uygulanan geleneksel tarımın yerini alması beklenemez. Özellikle gıda üretimi yetersizliği olan ve açlığın hüküm sürdüğü ülkelerde bu imkansızdır. Nitekim, organik tarımın geleneksel tarım içindeki payı ülkelere göre %1-2 ( en çok 5) arasında değişmektedir. Ancak yapay gübrelerle sentetik organik tarım ilaçlarının insan sağlığı ve çevreye olan olumsuz etkileri ortaya çıktıkça bu tip ürünlere olan talep artacak, organik tarım teşvik görecek ve yaygınlaşacaktır.

Organik ürünlerin kurallara uygun olarak yetiştirilen tarım ürünlerden daha sağlıklı olduğunu söylemek mümkün mü?

Bunu söylemek mümkün. Organik tarımda kullanılan maddeler zaten doğada bulunan bileşikler ve insanların uzun zamandır insanların ilişkide olduğu maddeler. Ancak sentetik organik bileşikler insan tarafindan keşfedilen yabancı maddeler ve insanlar bu bileşikleri parçalayacak enzimlere sahip olmadığı için ani veya kronik zehirlenmeler yaşanması mümkün.

Organik ürün alırken tüketici nelere dikkat etmelidir?

Sertifikasyonu yapan firmaların bitkinin tohumundan ekim-dikimine ve gelişmesinden hasadına kadar çok ciddi bir şekilde denetim yapmaları gerekmektedir. Bu çok zor bir kontroldür. Sertifika veren kuruluşların da habersiz olarak bilim adamları ya da devlet tarafından zaman zaman denetimi gerekebilir. Duyduğum kuşku, bitki koruma alanında dünyadaki bugünkü teknolojik gelişme ile Türkiye’de meyve ve sebzelerde her yıl görülen önemli hastalık ve zararlılar konusundaki bilgilerimden kaynaklanıyor. Bu açıdan sertifikasyon organik tarımın en önemli yönüdür ve sertifika veren firmaların güvenilir olmaları çok önemlidir.

Devletin organik tarımı teşvik etmesi gerektiği belirtiliyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Türkiye’de birim alana kullanılan ilaç miktarı, Avrupa ülkelerinden çok düşüktür. Örneğin İspanya’da 2.6, İngiltere’de 3.6, Almanya ve Fransa’da 4.4, Yunanistan’da 6.0, İtalya’da 7.6, Hollanda’da 17.5 kg iken Türkiye’de 0.5 kg’dır. Yani toprakları tarım ilaçları ile en az kirlenmiş ülke Türkiye’dir.

Bu da Avrupa’da organik tarım için en uygun ülkenin Türkiye olduğunu göstermektedir. Bu açıdan insan sağlığına gitgide artan bir önem veren zenginleşmiş Avrupa ülkelerine organik ürün ihraç eden bir ülke olmak ve bu konuda Avrupa birliği ülkeleri ile müşterek projeler üretmek için devlet desteğinin gerekli olduğuna inanıyorum.

Parnasizm Nedir


Parnasizm Nedir

1850 yılında Fransa’da kimi ozanlarca Romantik akımın aşırı duyarlığına bir tepki olarak başlatılan, şiirde kişisel duygulara değil, ustalığa ve ölçülü oluşa önem veren okul. Parnascılar, sanat için sanat görüşünü temel almıştır. Bunun için de toplumsal sorunlara sırt çevirmiş, biçim ustalığına yönelmişlerdir. Özellikle salt güzele ulaşmayı amaçlamışlardır. Çünkü güzellik ancak güzel biçimlerle elde edilir. Öte yandan şiirde ozanın kişiliği özellikle gizlenmiştir. Dış dünyayı, doğa görünümlerini nesnel bir tutumla yansıtım istenmiştir. Yunan-Latin kültürüne, bu kültür içinde yer alan mitolojik öğelere yeniden bir dönüş başlatmışlar, bu kültüre özgü güzelliklerin yitip gitmesi karşısında duydukları üzüntüyü dile getirmişlerdir. Şimdiki zaman, bir yana bırakılmış geçmiş dönemler, uzak ve yabanıl kültürler (Hind, Mısır, Filistin vb.), doğa görünümleri işlenerek şiir egzotik bir hava getirmişlerdir. Theodore de Banville (1823-1891), François Coppee (1842-1908), Jose Maria de Heredia (1842-1906) gibi adların yanı sıra asıl bu okulun doğmasına ve yerleşmesine öncülük eden Theophile Gautier’nin (1811-1872) adım anmak gerekir. Türk edebiyatında Tevfik Fikret ve Yahya Kemal Beyatlı üzerinde Parnas şiirinin etkileri olmuştur.
Realizmin siire yansımış biçimine Parnasizm denir. Fransa’da 1860′ta “Çağdaş Parnas” adli siir dergisinin çevresinde toplanan sanatçılara “parnasyen” adi verilmiş, bunların oluşturduğu şi­ir akimi da Pamasizm olarak nitelenmiştir. Kısa­ca, Parnasizm, “şiirde gerçekçilik” demektir.
Parnasizm, hayalci ve duygucu romantik şi­ire karşı bir tepkidir. Realizmi ve Naturalizmi ha­zırlayan koşullar Parnasizm için de geçerlidir. Fel­sefe alanında Pozitivizmin öne çıkmasıyla bilimsel çalışmalar önem kazanmış, edebiyatin siir kolunda da dis dünyayı duygusallıktan uzak bir biçim­de anlatan şiirler değer kazanmıştır.
Pamasizmin Özellikleri:
Parnasyen sairler, “şiir”i çok emek verilen bir is olarak görmüşler, bir kuyumcu titizliğiyle şiirler yazmışlardır.
Parnasizm, duygucu ve hayalci lirik şiire bir tepkidir. Parnasyen sairler içe dönük ve duygucu şiir yerine, dış dünyayı  nesnel bir bakışla anlatan şiire önem vermişlerdir.
Pamasizmde en önemli ilke “sanat için sa­nattır. Buna göre güzellik ancak güzel bi­çimlerle elde edilebilir. Şiirin görevi siyasal, toplumsal sorunları anlatmak değil, insanla­ra “güzel”in ne olduğunu göstermektir.
Parnasizm, seçkin kişilere seslenen bir ede­biyat akimidir.
Şiirde ölçü, kafiye ve ses uyumu çok önem­senmiş, şiirin biçimsel yönden kusursuz ol­masına çalışılmıştır. Pamasyenler en çok “sone” biçimini kullanmışlardır.
Eski Yunan ve Latin mitologyasına yenide dönülmüş, bu değerlerin yok olup gitmesin­den duyulan kaygılar dile getirilmistir.
Sairler, kendi kişiliklerini şiirlerine yansıtma­mışlar, gözlemlerine dayanarak dış doğa gö­rünümlerini şiirleştirmişlerdir.
Sanatçılar şimdiki zaman yerine, geçmiş za­manın kişi ve olaylarına yönelmişler, Hint, Mısır, Filistin gibi uzak ve yabancı ülkelerin efsane ve kültürlerinden yararlanmışlar, eg­zotik temaları islemişlerdir.
Bazı parnasyen sairler, şiirlerinde felsefi dü­şüncelere, bilim ve fenle ilgili düşüncelere yer vermişlerdir.
Dilin açık ve yalın olmasına, ustalıkla kulla­nılmasına çok önem verilmiştir.
Parnasizm, yalnızca bir şiir akimidir.

Pamasizmin Önemli Temsilcileri:
Theophile Gautier…………………………………… şiir
Theodore Banville………………………………….. şiir
Leconte de Lisle……………………………………… şiir
Jose Maria de Heredia……………………………. şiir
François Coppee……………………………………. şiir
Pamasizmin Türk Edebiyatindaki Temsilcileri:
Tevfik Fikret…………........ şiir
Yahya Kemal Beyatlı……. şiir
UYARI
Pamasizmi Türk edebiyatında tanıtan ve temsil eden ilk sanatçı Cenap Sehabettin’dir. Bu sa­natçı daha sonra sembolist bir çizgiye kaymış­tır.

TELEVİZYON’UN FAYDALARI VE ZARARLARI


                                                 TELEVİZYON’UN FAYDALARI VE ZARARLARI

Bazen duyuyorum, “Düğmesi nasıl olsa elimizde, istediğimiz zaman açar, istemediğimiz zaman kapatırız” sözünü. Ama gelin görün ki çoğu zaman öyle olmuyor. İnsanlar televizyonu kendilerine göre ayarlamaları gerekirken, televizyona göre hayatlarını düzenliyorlar.

Hatırladığım zamanlarda, evlere misafirliğe gidilirdi, sohbet etmek, hasbıhal etmek için. Ve dört gözle beklenirdi bu sohbetler. Şimdi yine gidiliyor , ama baş köşede televizyon. Sohbetler azalıyor, televizyon azaltıyor, belki farkındayız, belki de değil. Kendine çekiyor izleyenleri televizyon. Sohbeti, yarenlikleri öldürüyor.

Televizyonun hiç mi faydası yok ? Elbette ki her modern cihaz insanların faydası için yapılıyor. Zararlı ve boş, hiçbir şey vermeyen programlar yerine, eğitici ve öğretici konular izlenildiğinde tabii ki faydalı. Hatta görüntülü ve hareketli olması, kitaplardan daha üstün yönlerinden. Ama faydalı da olsa aşırılığa kaçmadan izlenilmeli. Çünkü, fazla televizyon izleyenlerde dikkatsizlik, stres, konsantrasyon eksikliği ve göz bozukluğu çok sık görülen rahatsızlıklar. Sürekli olarak şiddet, dayak, işkence vb. içerikli film izleyenlerde görülen rahatsızlıkların en başında ise şiddet, dayak ve zorbalığa eğilimdir. Bu yazıda daha çok televizyonun olumsuzlukları, özellikle çocuklarda sebep olduğu,okuyup anlama kabiliyetlerine olan etkisi ve şiddete neden olan programlar üzerinde duracağım.

Televizyon çocukların okuyup anlama kabiliyetlerinin gelişimini olumsuz olarak etkilemektedir. Bu konuyla ilgili olarak 17.09.1993 tarihli ABD’nde yayınlanan USA TODAY gazetesindeki araştırma sonuçlarını aktaracağım. Bu araştırma sonuçlarına baktığınızda ülkemizdeki durumunda aşağı yukarı aynı düzeyde olduğunu görebilirsiniz.

Aşırı televizyon izleyen, özellikle ilköğretim öğrencileri, bu yüzden kitap okuyamıyorlar. Okuma kabiliyetleri de son derece zayıflıyor ve düşüyor.

Bu araştırmanın sonuçlarından bazıları :

4. sınıfların yüzde 60’a yakını ve 8. sınıfların yüzde 70’e yakını, okudukları metindeki olayları ve fikirleri ancak basit bir şekilde yani seviyelerinden daha aşağı bir şekilde anlatabilmişlerdir.

4. sınıfların yüzde 25’i ve 8. sınıfların yüzde 28’i, bulundukları sınıf seviyesinde okuyabiliyorlar ve metnin ana fikrini bulabiliyorlar.

Bu öğrencilerin televizyon izleme süreleri :

4. sınıfların yüzde 61’i ve 8. sınıfların yüzde 65’i günde 3 saat veya daha fazla televizyon izlediklerini ifade ediyorlar.

Bizim tespitlerimize göre de televizyon izleme süreleri küçük sınıflarda 3 saatten daha fazla olduğu yönündedir.

TRT kurumunun 1999 yılı içerisinde ülkemizde ki 15 büyük ilde yaptığı araştırmada ise, insanlarımızın genel olarak, ortalama günde 3 saat televizyon başında vaktini geçirdiğini ortaya koymaktadır. TRT kurumunun yaptığı araştırma sonuçları, ABD’nde yapılan araştırma sonuçlarına oldukça yakındır.

Televizyon birçok bakımdan üstün olsa bile insanların okuma ihtiyacını gideremez. Televizyonda istediğiniz konuyu her zaman bulamaz, her zaman erişemezsiniz. Ama istediğiniz konuda kitap okuyabilirsiniz. Kitabı her zaman okuyabilir, önemli gördüğünüz yerlerin altını çizebilir, tekrar edebilirsiniz. Evde, sokakta, kütüphanede veya yolculuklarda kitap okuyabilirsiniz. Ama televizyonu her yerde bulamazsınız. Televizyondaki programlar kalıcı değildir ama okunacak bir çok malzeme kalıcıdır.

Çocuklar genellikle şiddet içeren, vurdulu, kırdılı televizyon filmlerinden, hoşlanmaktadırlar. Sağ olsun ki bir çok televizyonumuzda çocukların uyumadıkları saatlerde bu tür programlara, filmlere oldukça sı olarak yer veriyorlar. Amaçları toplumu eğitmek olması beklenen televizyonlar, maalesef bu amacı unutuyorlar.

Ne yazıktır ki 1000’ den fazla araştırmada, şiddet içerikli programları, filmleri izleyen çocuklarda, izlemeyenlere oranla daha fazla şiddet eğilimi görülmektedir. Bu filmlerdeki kahramanlar, inanılmaz işler yaparak, çocukları etkilemekte, bu sözde kahramanlara hayranlık duymalarına neden olmaktadır.

Amerikan Psikiyatri Derneği üyelerinden Dr. Centerwall, şöyle bir iddia da bulunuyor. “Televizyon ve filmlerdeki şiddet sahneleri, bir çok ülkedeki cinayet ve şiddet olaylarının yüzde 50’sinin sebebidir”. Yorum size ait. Yine aynı doktorun ifadesine göre, eğer şiddet içeren televizyon filmleri olmasaydı; ABD’de, 10.000 daha az adam öldürme, 70.000 daha az ırza tecavüz, 1 milyon daha az araba hırsızlığı, 2.5 milyon daha aza ev hırsızlığı ve 10 milyon daha az diğer hırsızlık vakaları olacaktı, demektedir. Bu ABD’de ki durumu yansıtmaktadır. Yine ABD’deki okul cinayetleri veya ülkemizde gördüğümüz okul saldırıları
Bazen duyuyorum, “Düğmesi nasıl olsa elimizde, istediğimiz zaman açar, istemediğimiz zaman kapatırız” sözünü. Ama gelin görün ki çoğu zaman öyle olmuyor. İnsanlar televizyonu kendilerine göre ayarlamaları gerekirken, televizyona göre hayatlarını düzenliyorlar.

Hatırladığım zamanlarda, evlere misafirliğe gidilirdi, sohbet etmek, hasbıhal etmek için. Ve dört gözle beklenirdi bu sohbetler. Şimdi yine gidiliyor , ama baş köşede televizyon. Sohbetler azalıyor, televizyon azaltıyor, belki farkındayız, belki de değil. Kendine çekiyor izleyenleri televizyon. Sohbeti, yarenlikleri öldürüyor.

Televizyonun hiç mi faydası yok ? Elbette ki her modern cihaz insanların faydası için yapılıyor. Zararlı ve boş, hiçbir şey vermeyen programlar yerine, eğitici ve öğretici konular izlenildiğinde tabii ki faydalı. Hatta görüntülü ve hareketli olması, kitaplardan daha üstün yönlerinden. Ama faydalı da olsa aşırılığa kaçmadan izlenilmeli. Çünkü, fazla televizyon izleyenlerde dikkatsizlik, stres, konsantrasyon eksikliği ve göz bozukluğu çok sık görülen rahatsızlıklar. Sürekli olarak şiddet, dayak, işkence vb. içerikli film izleyenlerde görülen rahatsızlıkların en başında ise şiddet, dayak ve zorbalığa eğilimdir. Bu yazıda daha çok televizyonun olumsuzlukları, özellikle çocuklarda sebep olduğu,okuyup anlama kabiliyetlerine olan etkisi ve şiddete neden olan programlar üzerinde duracağım.

Televizyon çocukların okuyup anlama kabiliyetlerinin gelişimini olumsuz olarak etkilemektedir. Bu konuyla ilgili olarak 17.09.1993 tarihli ABD’nde yayınlanan USA TODAY gazetesindeki araştırma sonuçlarını aktaracağım. Bu araştırma sonuçlarına baktığınızda ülkemizdeki durumunda aşağı yukarı aynı düzeyde olduğunu görebilirsiniz.

Aşırı televizyon izleyen, özellikle ilköğretim öğrencileri, bu yüzden kitap okuyamıyorlar. Okuma kabiliyetleri de son derece zayıflıyor ve düşüyor.

Bu araştırmanın sonuçlarından bazıları :

4. sınıfların yüzde 60’a yakını ve 8. sınıfların yüzde 70’e yakını, okudukları metindeki olayları ve fikirleri ancak basit bir şekilde yani seviyelerinden daha aşağı bir şekilde anlatabilmişlerdir.

4. sınıfların yüzde 25’i ve 8. sınıfların yüzde 28’i, bulundukları sınıf seviyesinde okuyabiliyorlar ve metnin ana fikrini bulabiliyorlar.

Bu öğrencilerin televizyon izleme süreleri :

4. sınıfların yüzde 61’i ve 8. sınıfların yüzde 65’i günde 3 saat veya daha fazla televizyon izlediklerini ifade ediyorlar.

Bizim tespitlerimize göre de televizyon izleme süreleri küçük sınıflarda 3 saatten daha fazla olduğu yönündedir.

TRT kurumunun 1999 yılı içerisinde ülkemizde ki 15 büyük ilde yaptığı araştırmada ise, insanlarımızın genel olarak, ortalama günde 3 saat televizyon başında vaktini geçirdiğini ortaya koymaktadır. TRT kurumunun yaptığı araştırma sonuçları, ABD’nde yapılan araştırma sonuçlarına oldukça yakındır.

Televizyon birçok bakımdan üstün olsa bile insanların okuma ihtiyacını gideremez. Televizyonda istediğiniz konuyu her zaman bulamaz, her zaman erişemezsiniz. Ama istediğiniz konuda kitap okuyabilirsiniz. Kitabı her zaman okuyabilir, önemli gördüğünüz yerlerin altını çizebilir, tekrar edebilirsiniz. Evde, sokakta, kütüphanede veya yolculuklarda kitap okuyabilirsiniz. Ama televizyonu her yerde bulamazsınız. Televizyondaki programlar kalıcı değildir ama okunacak bir çok malzeme kalıcıdır.

Çocuklar genellikle şiddet içeren, vurdulu, kırdılı televizyon filmlerinden, hoşlanmaktadırlar. Sağ olsun ki bir çok televizyonumuzda çocukların uyumadıkları saatlerde bu tür programlara, filmlere oldukça sı olarak yer veriyorlar. Amaçları toplumu eğitmek olması beklenen televizyonlar, maalesef bu amacı unutuyorlar.

Ne yazıktır ki 1000’ den fazla araştırmada, şiddet içerikli programları, filmleri izleyen çocuklarda, izlemeyenlere oranla daha fazla şiddet eğilimi görülmektedir. Bu filmlerdeki kahramanlar, inanılmaz işler yaparak, çocukları etkilemekte, bu sözde kahramanlara hayranlık duymalarına neden olmaktadır.

Amerikan Psikiyatri Derneği üyelerinden Dr. Centerwall, şöyle bir iddia da bulunuyor. “Televizyon ve filmlerdeki şiddet sahneleri, bir çok ülkedeki cinayet ve şiddet olaylarının yüzde 50’sinin sebebidir”. Yorum size ait. Yine aynı doktorun ifadesine göre, eğer şiddet içeren televizyon filmleri olmasaydı; ABD’de, 10.000 daha az adam öldürme, 70.000 daha az ırza tecavüz, 1 milyon daha az araba hırsızlığı, 2.5 milyon daha aza ev hırsızlığı ve 10 milyon daha az diğer hırsızlık vakaları olacaktı, demektedir. Bu ABD’de ki durumu yansıtmaktadır. Yine ABD’deki okul cinayetleri veya ülkemizde gördüğümüz okul saldırıları, televizyonlardaki şiddet olaylarının üzerine hem de hiç gecikmeden gitmemiz gerektiğini göstermiyor mu ? Bu konuda önlem almaktan geciktik bile. Çünkü televizyon, hayatımıza o kadar girdi ki. Televizyonlar bugün, çocuklarımız için oldukça olumsuz bir örnekler içermektedirler. Yazımızda yer veremediğimiz bir kaç örnek daha : Müstehcen yayınlarla, kadın ve kızların hepsinin aynı olduğu düşüncesini uyandırmak, kadın ve kızları meta olarak göstermek, toplum ahlakını bozmak. Türkçeyi doğru kullanmayarak, dilimizin bozulmasını sağlamak, çocuklarımızın da aynı tarzda konuşmalarına neden olmak. Yarışma programlarında dağıtılan pahalı hediyelerle, insanların çalışma azim ve emeğe olan saygılarının yok olmasını sağlamak, izleyenleri müptela etmek. Kolay yoldan kazanmaya teşvik etmek. Gösterilen sözde kahramanlar ve lüks hayatları ile gençlere kötü örnek olmak. Gençlerin ailelerini beğenmemelerine, isyan etmelerine neden olmak. Bu örnekleri arttırmak elbette ki mümkündür. Her televizyon izleyen de yukarıda sıraladığımız örnekleri göstermeyecektir. Amacımız, sizlere televizyonunun olabileceğini düşündüğümüz olumsuz özelliklerinden arındırılmasıdır.

Daha önceki yazılarımda, eğer çocuğunuzu disipline edemezseniz, o sizi disipline edecektir demiştim. Bu söz aynı şekilde televizyon içinde kullanılabilir. Eğer televizyonunuzu kontrol edemezseniz,, o sizin hayatınızı kontrol edecektir. Belki de siz farkında olmadan, çocuğunuzu kendisine benzetecek, dilediği gibi yetiştirecektir. Televizyon izleyin ama yararlı olduğunu düşündüğünüz programları izleyin, çocuklarınızın izlemesine izin verin. Çocuğunuz ders çalışırken, sizde televizyon izlemeyin. Geç saatlere kadar televizyon izlediğinizde çocuğunuzun da sizinle birlikte televizyon izlemesi kaçınılmazdır, kabahati kendinizde arayın. Televizyonların amacı, insanı değerli kılan, insanlara yol gösteren, eğitici ve öğretici olan yayın içeriklerini sunmak olmalıdır. İnsanlar bir yandan faydalı icatlar yaparken, diğer yandan bu faydalı icatları yine kendileri zararlı hale getirmiyorlar mı ? Ne dersiniz.., televizyonlardaki şiddet olaylarının üzerine hem de hiç gecikmeden gitmemiz gerektiğini göstermiyor mu ? Bu konuda önlem almaktan geciktik bile. Çünkü televizyon, hayatımıza o kadar girdi ki. Televizyonlar bugün, çocuklarımız için oldukça olumsuz bir örnekler içermektedirler. Yazımızda yer veremediğimiz bir kaç örnek daha : Müstehcen yayınlarla, kadın ve kızların hepsinin aynı olduğu düşüncesini uyandırmak, kadın ve kızları meta olarak göstermek, toplum ahlakını bozmak. Türkçeyi doğru kullanmayarak, dilimizin bozulmasını sağlamak, çocuklarımızın da aynı tarzda konuşmalarına neden olmak. Yarışma programlarında dağıtılan pahalı hediyelerle, insanların çalışma azim ve emeğe olan saygılarının yok olmasını sağlamak, izleyenleri müptela etmek. Kolay yoldan kazanmaya teşvik etmek. Gösterilen sözde kahramanlar ve lüks hayatları ile gençlere kötü örnek olmak. Gençlerin ailelerini beğenmemelerine, isyan etmelerine neden olmak. Bu örnekleri arttırmak elbette ki mümkündür. Her televizyon izleyen de yukarıda sıraladığımız örnekleri göstermeyecektir. Amacımız, sizlere televizyonunun olabileceğini düşündüğümüz olumsuz özelliklerinden arındırılmasıdır.

Daha önceki yazılarımda, eğer çocuğunuzu disipline edemezseniz, o sizi disipline edecektir demiştim. Bu söz aynı şekilde televizyon içinde kullanılabilir. Eğer televizyonunuzu kontrol edemezseniz,, o sizin hayatınızı kontrol edecektir. Belki de siz farkında olmadan, çocuğunuzu kendisine benzetecek, dilediği gibi yetiştirecektir. Televizyon izleyin ama yararlı olduğunu düşündüğünüz programları izleyin, çocuklarınızın izlemesine izin verin. Çocuğunuz ders çalışırken, sizde televizyon izlemeyin. Geç saatlere kadar televizyon izlediğinizde çocuğunuzun da sizinle birlikte televizyon izlemesi kaçınılmazdır, kabahati kendinizde arayın. Televizyonların amacı, insanı değerli kılan, insanlara yol gösteren, eğitici ve öğretici olan yayın içeriklerini sunmak olmalıdır. İnsanlar bir yandan faydalı icatlar yaparken, diğer yandan bu faydalı icatları yine kendileri zararlı hale getirmiyorlar mı ? Ne dersiniz..

Solunum Sistemi Organları Nelerdir?


Solunum Sistemi Organları Nelerdir?

Solunum sisteminin canlılar üzerinde öneminden kısaca bahsetmek gerekirse; canlıların yaşamsal faailetlerini sürdürmelerine yarar.Solunum olayı yaşamsal faaliyetlerin devamı açısından çok önemlidir.Solunum sistemi organları ise bu yaşamsal olay olan solunumu gerçekleştiren sistemdir.solunum sistemindeki organlar solunum olayını gerçekleştirir ve bu organlar sırası ile insanlarda şu şekildedir; burun, yutak, gırtlak, soluk borusu ve akciğerler solunum sistemi organlarıdır.


Burun ve Görevi
Dışarıdan alınan havanın solunum sistemine (vücuda) ilk girdiği yer olup hem solunum sisteminin başlangıç organı hem de koku alma duyu organıdır. Burunda, burun kılları, burun kanalları (sinüsler), ve sümük (mukus) salgısını (sıvısını) üreten salgı bezleri (sümük = mukus bezleri) bulunur.
Burun, dışarıdan alınan havanın ısıtılmasını, nemlendirilmesini, havadaki toz ve mikropların tutulmasını sağlar. Havanın ısıtılıp nemlendirilmesini burun kanalları, havadaki toz ve mikropların tutulmasını ise burun kılları ve sümük salgısı sağlar.
Yutak ve Görevleri
Yutak, ağızdan sonra gelen boşluktur. Üst taraftan ağız ve burun boşluğuna, alt taraftan gırtlak ve yemek borusuna açılır. Yutak kas dokudan yapılmış olu 10 – 15 cm uzunluğundadır. Küçük dil ve bademcikler yutakta bulunur.
Yutak, burundan alınan havayı soluk borusuna, ağızdan alınan besinleri yemek borusuna iletir.
Gırtlak ve Görevleri
Soluk borusu ile yutak arasında bulunan, kıkırdaktan yapılan, ses kutusu da denilen organdır. Gırtlak, solunum olayı için alınan havanın soluk borusuna, besin maddeleri ile suyun da yemek borusuna iletilmesini sağlar.
Soluk verme olayı sırasında dışarı atılan hava ile gırtlak ta bulunan ses telleri titreştirilerek sesin oluşması sağlanır. Ses ise dil, dudaklar ve yanakların hareketi ve dişler sayesinde şekillenir ve kelimelere dönüşür.
Soluk (Nefes) Borusu ve Görevleri
Gırtlak ile akciğerler arasında bulunan ve kıkırdaktan yapılan 10 – 12 cm uzunluğundaki borudur. (Yemek borusunun önünde bulunur). Soluk borusu, at nalı şeklinde olan ve üst üste dizilen kıkırdak halkalardan oluşur. (Soluk borusunun yemek borusu ile komşu olan arka yüzü düz kaslardan yapılmıştır). Soluk borusunun iç yüzeyinde tek yönde hareket eden titrek tüylü hücreler (bu hücrelerin arasında salgı üreten hücreler yani gobletler) ile nemli bir zar bulunur.
Soluk borusu, gırtlaktan gelen havanın akciğerlere taşınmasını, (akciğerlerden gelen havanın gırtlak ile yutak ve burna) havanın ısıtılıp nemlendirilmesini ve havadaki toz ve mikropların tutulmasını sağlar.
Hava ile gelen toz ve mikroplar titrek tüylü hücreler ile tutulur, nemli zarın salgıladığı yapışkan ve kaygan salgı ile yapıştırılır ve balgam sayesinde dışarı atılır.
Soluk borusunu yapısındaki kıkırdak halkalar, soluk alıp verme sırasında soluk borusunun duvarlarının (birbirine) yapışmasını önler.
Bronşlar ve Görevleri
Soluk borusu akciğerler girmeden iki kola ayrılır. Bu kollardan her birine bronş denir. Bronşlardan her biri bir akciğere gider. Bronşların yapısı soluk borusuna benzer. Bronşlar da kıkırdak halkalardan oluşur, iç yüzeyi nemli zarla kaplıdır ve titrek tüylü hücreler bulunur. Bronşlar, soluk borusundan gelen havanın bronşçuklara iletilmesini sağlar.
Bronşçuklar ve Görevleri
Bronşlar akciğerlere girince daha küçük birçok kola ayrılır. Bu kollardan her birine bronşçuk denir. Bronşçukların yapısında kıkırdak halkalar ve titrek tüylü hücreler bulunmaz. Bronşçuklar, bronşlardan gelen havanın alveollere iletilmesini sağlar.
Akciğerler ve Görevleri
Kalp ile birlikte göğüs boşluğunda bulunan, açık pembe renkli, esnek, büyüyüp küçülebilen, sağda ve solda birer tane olmak üzere toplam iki tane olan solunum sisteminin temel organıdır. Sağ akciğer üç bölümlü (loblu), sol akciğer iki bölümlü (loblu) olup, sağ akciğer sol akciğerden daha büyüktür. (Sol akciğerde üçüncü lob yerine kalp yerleşir).
Akciğerlerin üzeri plevra (plöra) zarı ile örtülüdür. Bu zar, akciğerleri dış etkilere karşı korur.
Akciğerlerdeki bronşçukların uç kısmında üzüm salkımına benzeyen hava kesecikleri (alveoller) bulunur. (Alveoller, tek sıralı epitel hücrelerden oluşmuştur). Alveollerin etrafında da çok sayıda kılcal kan damarı bulunur.
Görevleri:Akciğerler, dışarıdan alınan havadaki oksijen gazını kana veren, kandaki karbondioksit gazını alan yani gaz alışverişini gerçekleştiren organlardır. Akciğerlerde gaz alışverişini gerçekleştiren yapılar ise alveollerdir. Dışarıdan alınan hava akciğerlerdeki alveollere dolar, alveollerden de etrafındaki kılcal kan damarlarına geçer. Kılcal kan damarlarındaki karbondioksit gazı da alveollere geçer.
Solunuma Yardımcı Yapılar
Diyafram kası, göğüs (kaburga) kasları ve kaburgalar solunuma yardımcı yapılardır. Diyafram kası, göğüs boşluğunun alt kısmını kapatan yassı (çizgili) kastır. Göğüs (kaburga) kasları, kaburgaların arasında bulunan ve kaburgaların açılıp kapanmasını sağlayan kaslardır.
Dışarıdan havanın alınması ya da dışarıya havanın verilmesi akciğerlerin hacminin artması ya da azalması sayesinde gerçekleşir. Akciğerlerin hacminin artması ya da azalması için de göğüs boşluğunun genişlemesi ya da daralması gerekir. Göğüs boşluğunun genişleyip daralmasını da diyafram kası ile göğüs (kaburga) kasları sağlar.

KURAN VE PEYGAMBER EFENDİMİZDEN DUA ÖRNEKLER


KURAN VE PEYGAMBER EFENDİMİZDEN DUA ÖRNEKLER

Allah peygamberlerinin dualarını da Kur'an-ı Kerim'de bizlere aktarmıştır. Peygamberler ne isterler ise Allah'tan istemişler, ama bir usul-üslup dairesinde niyazda bulunmuşlardır. Peygamber dualarından örneklere Yüce Kitabımızda çok sık rastlamaktayız. Bunları "genel" yani Peygamberlerin ortak duaları ile "özel" dualan diye iki grupta toplayabiliriz. Fide yayıncılığın geçtiğimiz ay neşrettiği, Kur’an ve Hadiste dualar kitabından sizlere bu özel duaları aktarıyoruz...

Peygamberlerin ortak (genel) duaları:

Onların sözleri ancak:

"Rabbimiz!

Bizim günahlarımızı ve işlerimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı diret,

Kâfirler güruhuna karşı da bize yardım et!" demekten ibaretti. (3: Al-i İmran Suresi:147)

Eğer yüz çevirirlerse de ki: "Allah bana yeter; O'ndan başka tanrı yoktur, yalnız O'na güveniyorum; O büyük arşın Rabbidir.” (9: Tevbe Suresi: İ29)

Peygamber: "Rabbim! Aramızda gerçekle hükmet, anlattıklarınıza karşı ancak Rahman olan Rabbimizden yardım istenir” dedi. (21: Enbiya Suresi:112)

Peygamberlerin özel duaları:

Hz. ibrahim (as)'in duası

İbrahim (as)'in putperest kavmine karşı konuşması ve onların şahitliğinde Rabbine yalvarması:

ibrahim:

"Eski atalarınızın ve sizin nelere taptıklarınızı görüyor musunuz? Doğrusu onlar benim düşmanımdır. Dostum ancak Alemlerin Rabbidir. Beni yaratan da, doğru yola eriştiren de O'dur. Beni yediren de, içiren de O'dur. Hasta olduğumda bana O şifa verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek O'dur.

Ahiret gününde yanılmalarımı bana bağışlamasını umduğum O'dur. Rabbim!

Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.

Sonrakilerin beni güzel şekilde anmalarını sağla. Beni nimet cennetine varis olanlardan kıl. Babamı da bağışla, o şüphesiz sapıklardandır, insanların diriltileceği gün, Allah'a temiz bir kalble gelenden başka kimseye malın ve oğulların fayda vermeyeceği gün, beni rezil etme" demişti. (26: Şuara Suresi: 75-89)

Hz. İbrahim'in Mekke şehri ile ilgili duası ve Beytullah'ın duvarla­rını yükseltirken oğlu İsmail ile birlikte Rabbine yakarışı:

Ve o vakit ibrahim;

"Ey Rabbim, burasını güvenli bir belde kıl, halkından Allah'a ve ahiret gününe iman edenleri çeşitli meyvelerle rızıklandır” diye yalvardı.

Allah buyurdu ki:

"Küfredeni dahi rızıklandırır da hayattan biraz nasip aldırırım, sonra da onu ateş azabına uğratırım ki, orası ne yaman bir duraktır!"

Ve ne vakit ki İbrahim, Beyt'in temellerini yükseltmeye başladı,

İsmail ile birlikte şöyle dua ettiler:

Ey Rabbimiz,

bizden kabul buyur, hiç şüphesiz işiten sensin, bilen sensin.

Ey bizim Rabbimiz, hem bizim ikimizi yalnız senin için boyun eğen

müslümanlar kıl, hem de soyumuzdan yalnız senin için boyun eğen

müslüman bir ümmet meydana getir ve bize ibadetimizin yollarını

göster, tevbemize rahmetle bakıver.

Hiç şüphesiz Tevvâb sensin, Rahîm sensin.

Ey bizim Rabbimiz,

Bir de onlara içlerinden öyle bir peygamber gönder ki, onlara senin

âyetlerini tilavet eylesin,

Kendilerine kitabı ve hikmeti öğretsin, içlerini ve dışlarını tertemiz yapıp onları pâk eylesin. Hiç şüphesiz Azîz sensin, Hikmet sahibi (2: Bakara Suresi: 126-129)

Hz. Zekeriyya (as)'ın duası

Orada Zekeriyya, Rabbine dua etti:

"Rabbim!

Bana katından hayırlı bir nesil ver.

Şüphesiz sen, duayı hakkıyle işitensin" dedi

(3: Al-i Imran Suresi: 38)

Zekeriyya da: "Rabbim!

Beni tek Başıma bırakma, Sen varislerin en hayırlısısın" diye nida etmişti. (21: Enbiya Suresi: 89)

Hz. Şuayb (as)'ın duası

Milletinin büyüklük taslayan ileri gelenleri, "Ey Şuayb! Ya dinimize dönersiniz ya da, and olsun ki seni ve inananları senin­le beraber kentimizden çıkarırız" dediler. Şuayb, onlara: "istemezsek de mi?

Allah bizi dininizden kurtardıktan sonra ona dönecek olursak, doğrusu Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz.

Rabbimizin dilemesi bir yana, dininize dönmek bize yakışmaz. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz yalnız Allah'a güvendik Rabbimiz!

Bizimle milletimiz arasında hak ile Sen hüküm ver, Sen hükmedenlerin en hayırlısısın" dedi. (7: Araf Suresi: 88-89)

Hz. Musa (as)'ın duası

Hz. Musa haksız yere bir adamı öldürdüğünde rabbine şöyle dua etti: Musa:

"Rabbim! Doğrusu kendime yazık ettim, beni bağışla" dedi. (28: Kasas Suresi: 16)


Musa, korku içinde çevresini gözetleyerek oradan çıktı. "Rabbim! Beni zalim milletten kurtar" dedi. Medyen'e doğru yöneldiğinde:

"Rabbimin bana doğru yolu göstereceğini umarım" dedi. (28: Kasas Suresi: 21-22)

Musa onların davarlarını suladı.

Sonra gölgeye çekildi: