3 Nisan 2012 Salı

Türkçenin Yozlaşması

Türkçenin Yozlaşması “Web, trend, dejenerasyon, dijital, şov, printer…” Bu kelimeler bizlerin farkında olmadan günlük konuşmalarımıza sıkıştırdığımız yabancı kelimelerden sadece birkaçı. Kulağımız o kadar alışmış ki bu sözcüklere nerdeyse yakında bu kelimelerin Türkçe olduğunu düşünmeye başlayacağız. Hepsinin Türkçe karşılıkları olmasına rağmen bunlardan hiç biri tam olarak dilimize yerleşmemiş. Yabancı sözcüklerin Türkçenin içinde kullanılması ve giderek bu sözcüklerin kalıplaşması dilimizin yozlaşmasındaki önemli etkenlerden biri. Ayrıca dile yeteri kadar özen gösterilmemesi, yabancı dile olan merak ve yabancı dilde yapılan eğitim de Türkçenin yozlaşmasına ve kirlenmesine sebep olan diğer faktörler. Tüm bu etkilerin altında aslında bizlerin toplum olarak anadilimize yeteri kadar sahip çıkmadığımız gerçeği yatıyor. Toplumun en önemli iletişim öğesi olan medyanın Türkçeye gereken özeni göstermemesi dilimizdeki yozlaşmanın en önemli sebeplerinden biridir. Medyanın dil konusunda yeterli özeni göstermemesi sadece dilimizi yozlaştırmakla kalmaz, toplumu da geri çeker. Gerek haber spikerleri olsun gerek köşe yazarları olsun ne kadar geniş bir kitleye hitap ettiklerini unutup kendilerine has özensiz bir dil kullanarak seyircilere yada okuyuculara ulaşıyorlar. “Kimi zamanda bazı köşe yazarları, okura sempatik görünmek uğruna günlük dildeki yozlaşmaları köşelerine taşımakta ve böylece bu bozulmayı pekiştirmekte. “oha falan oldum.” deyişinin son günlerde gazete ve dergi köşelerinde sık sık kullanılması bu konudaki en somut örnek.”(Kongar,2) Bu tip örnekler sadece yazılı basında değil görsel basında da kendini göstermektedir; “ Bunun son örneklerinden birini yeni Turkcell reklamındaki Özgür Kız’ın ağzından duyuyoruz: kızımız, habersiz anlamındaki uzun ‘i’ ile okunması gereken ‘bihaber’ sözcüğünü, kısa ‘i’ ile telaffuz ediyor.” ( Kongar,1) Tüm bu özensizlik ve dikkatsizlikler aslında bu tip hataların yapılmasını sanki normalmiş gibi gösterip, toplumu yanlış yönlendiriyor. Medyanın dil üzerindeki etkisinin yanı sıra Türkçenin bir bilim dili olup olmaması faktörü de topluma yabancı dilleri daha çekici bir hale getirir. Okullarda verilen yabancı dillerdeki eğitim, Türkçenin bir bilim olarak yetersiz kalmasından kaynaklanmaktadır. Oysa geçmişte Türkçenin yeterli bir bilim dili olduğunu gösteren uygulamalar yapılmıştır. “1933 reformunu yaşayan İstanbul Üniversitesine gelen yabancı bilim adamlarından 3 yıl içinde Türkçe öğrenmeleri ve bu sürenin sonunda derslerini Türkçe vermeleri istenmişti. Amaç ne? Amaç Türkçenin bilim dili olarak kullanılması ve geliştirilmesidir. Çünkü cumhuriyeti kuranlar dilin bir ulusun kimliği ve o ulusu yarınlara taşıyan öğe olduğunu çok iyi biliyorlardı. Düşünülmesi gereken soru şudur; Sanki Türkçe 1933’te bilim diliydi ve şimdi mi yetersiz duruma düştü?” (Kavcar,4) Sonuç olarak Türkçenin bir bilim dili olarak yeterli olması yada olmaması bizlerin elindedir. Toplum olarak dilimize ne kadar sahip çıkarsak Türkçenin kullanım alanını o kadar genişletebiliriz.

Kimyasal Değişme ile Fiziksel Değişme Arasındaki Farklar

Kimyasal Değişme ile Fiziksel Değişme Arasındaki Farklar

Kimyasal değişme'de
·  Maddenin molekül yapısı değişir,
·  Madde nin görünür yapısı değişir,
·  Hem moleküler yapısı hemde görünür yapısı itibariyle yeni bir madde meydana gelir, (Ör.Kağıdın yanması)
·  Ortaya çıkan yeni madde eski haline kesinlikle geri dönemez. (Yanan kağıttan arta kalan küllerle yeni bir kağıt meydana getiremezsin)

Örnekler:
·  Yanıcı madde olan hidrojen ve oksijen molekülleri tepkimeye girerek; yanıcı olmayan Suyun ortaya çıkması.
·  Kağıdın yakılması
·  Un helvası yapımı
·  Mumun yanması
·  Demirin paslanması
·  Sütün yoğurda dönüşmesi
·  Odunun yanması
·  Peynirin küflenmesi
·  Sebzelerin çürümesi
Fiziksel değişme'de ise
·  Maddenin molekül yapısında değişme meydana gelmez,
·  Maddenin sadece şekli, görüntüsü değişir.
·  Sadece görünür yapısı değişen, moleküler yapısı değişim göstermemiş yeni bir madde ortaya çıkar (Ör.Suyun buharkaşması),
·  Ortaya çıkan bu madde eski haline dönebilir. (Buharlaşan suyun, tekrar suya dönüşebilmesi;Bulut ve yağmur)

Örnek:
·  Eriyen mumun tekrar donarak tekrar kullanılması
·  Kağıdın yırtılması
·  Çaydanlıkta bulunan suyun kaynaması ve ortaya çıkan buharın tekrar yoğunlaşarak suya dönüşmesi

MADDELERİN SINIFLANDIRILMASI

MADDELERİN SINIFLANDIRILMASI

SAF MADDELER :
Aynı cins atom veya moleküllerden oluşmuş maddelerdir.Saf maddelerin; sabit basınç ve sıcaklıkta kendisine özgü; yoğunluğu, erime-kaynama noktası ve çözünürlüğü vardır.
Elementler ve bileşikler saf maddelerdir.

2ELEMENT:
Aynı cins atomlardan oluşan saf maddelere "element" denir. Elementler tabiatta atomik yada moleküler halinde bulunurlar.
Günümüzde 113 çeşit element bilinmektedir. Bütün maddeler bu elementlerin değişik şekillerde birleşmesinden meydana gelmiştir.Örneğin hayatımızı devam ettirebilmemiz için gerekli olan su; yanıcı bir gaz olan hidrojen elementi ile yakıcı olan oksijen elementlerinden meydana gelmiştir. Bilinen 113 element, karbon, demir ve gümüş gibi çok tanınan maddelerden, lutesyum ve talyum gibi fazla tanıdık olmayan maddelere kadar uzanır. Elementlerden 90 kadarı doğal olarak tabiatta bulunur. Diğerleri ise laboratuarlarda yapay olarak elde edilmiştir. Elementler tabiatta katı, sıvı ve gaz hâlinde bulunabilirler.
Her elementin bir adı vardır. Elementlerin adları farklı dillerde farklı olmasına rağmen uluslararası anlaşma gereği bir veya iki harfli sembollerle gösterilir. Bu semboller dünyanın her yerinde aynı olarak kullanılır. Meselâ, Azot elementine İtalyanca’da azoto, Almanca’da stickstoff dendiği hâlde bütün dillerde azotun simgesi N’ dir. Bazı elementlerin simgeleri Latince adlarından türetilmiştir. Elementler sembollerle gösterilirken tek harfle yazılacaksa, Latince
2 Bu metnin bazıkısımları PETRUCCİ Üniversite Genel Kimya Kitabı’ndan alınmıştır.
isminin baş harfi büyük harfle yazılır. Karbonun sembolü C, azotun sembolü N gibi. Latince İsminin ilk harfi başka bir element için kullanılmışsa ikinci harf veya ortadaki bir harf yazılır. Birinci harften sonraki harf küçük yazılır. Sodyumun sembolü Na, kromun sembolü Cr gibi.
Elementler, tabiatta atomik (tekli) ya da moleküler (birden fazla atomlu) yapıda bulunabilirler.
O: Oksijen (Atomik) 02: Oksijen gazı (Moleküler) 03: Ozon gazı (Moleküler)
CI2: Klor gazı (Moleküler) S8: Kükürt molekülü vb.

BİLEŞİK:
Bileşik; iki yada daha fazla maddenin kimyasal özelliklerini kaybederek sabit kütle oranlarında bir araya gelmesiyle oluşturulan yeni saf maddeye denir. Bileşikler formüllerle gösterilirler.
½ Cl2(g) + Na(k) NaCl (k)
Zehirli Suyla Patlar Yararlı
Açık sarı renkli Metalik gri Beyaz
35.5 g 23g 58.5g

Bilinen kimyasal bileşiklerin sayısı milyonlara ulaşır. Bazı durumlarda bir bileşiğin bir molekülünü ayırabiliriz. Bileşiğin en küçük birimi; farklı atomlardan oluşan moleküller3 veya iyonlardır. CO2, NH3, H2O… , molekül yapılı bileşiklere; NaCI, AI2(SO4)3 ... İse iyonik bağlıbileşiklere örnektir.
Bazı bileşikler aşağıda verilmiştir.
NaCl : Sodyum klorür ( Yemek tuzu )
NaOH : Sodyum hidroksit ( Kostik )
HNO3 : Nitrik asit ( Kezzap )

CH3COOH : Asetik asit ( Limon asidi )
3 Molekül, bileşiği oluşturan atomları, bileşikteki ile aynı oranda içeren en küçük birimdir.

PETRUCCİ Üniversite Genel Kimya Kitabı
• Su molekülü, iki hidrojen atomunun bir oksijen atomuna bağlı olduğu üç atomlu bir

• Buna karşılık, kan proteini gama globulin 19996 atomdan oluşur. Ancak bunlar
karbon, hidrojen, oksijen ve azot olmak üzere dört çeşittir. Bir element yada bileşiğin bileşimi ve özellikleri verilen bir örneğin her tarafında aynıdır ve bir örnekten diğerine değişmez.

SAF OLMAYAN MADDE ( KARIŞIM ):
Birden fazla maddenin, kimyasal özelliklerini kaybetmeden, rasgele kütle oranlarında, bir araya gelmesiyle oluşan maddelerdir. Karışımlar :

Homojen Karışımlar,


Heterojen Karışımlar olarak ikiye ayrılır.
HOMOJEN KARIŞIMLAR:
Homojen karışımların bileşimi ve özellikleri; verilen bir örneğin her tarafında aynıdır, ancak bir örnekten diğerine bileşim ve özellikler değişebilir. Örneğin; kamış şekerinin sudaki çözeltisi çözeltinin her tarafında "tatlı"dır, fakat bir başka şeker çözeltisinin "tatlılığı" oldukça farklı olabilir. Normal hava çeşitli gazların, başlıca azot ve oksijen elementlerinin homojen bir karışımıdır. Deniz suyu; su, sodyum klorür (tuz) ve diğer bileşiklerden oluşan bir çözeltidir. Etil alkol-su, alaşımlar, gaz karışımları da homojen karışımlara örnek verilebilir.

Not:
Tüm saf maddeler homojendir. Ancak tüm homojen maddeler saf madde değildir. Homojen bir madde, saf madde {element veya bileşik } olabildiği gibi homojen bir karışım da (çözelti) olabilir.
HETEROJEN KARIŞIMLAR:
Özellikleri her yerinde aynı olmayan karışımlardır. Zeytinyağı - su, süt - ayran, su - kum gibi... Pek çok heterojen karışım vardır. Fakat heterojen karışımların en çok bilineni süspansiyon ve emülsiyondur.

Süspansiyon: Bir sıvı içerisinde bir katının tam olarak çözülmeyip küçük zerrecikler halinde dağılmasıyla oluşan heterojen karışımlara süspansiyon karışım adı verilir.
Emülsiyon: Bir sıvının başka bir sıvı içinde oluşturduğu heterojen karışımlara emülsiyon karışım adı verilir.

Kum ve su örneğinde olduğu gibi heterojen karışımlarda bileşenler farklı bölgelere ayrılırlar. Buna göre, karışımın bir yerinden diğerine bileşim ve fiziksel özellikler değişebilir. Mayonez, bir beton parçası ve bir bitki yaprağı heterojendirler. Genellikle heterojen karışımlar homojen olanlardan kolaylıkla ayırt edilebilir, fakat bu bazen oldukça zordur.

Kolloidal Karışımlar :
Bazı heterojen karışımlarda; Süspansiyonlarda, çözeltilerin bileşenlerinin özkütleleri

Bununla beraber bekletildiğinde iki faz olarak ayrılmayan süspansiyonlar da vardır. Madde, başka bir maddenin içinde ince taneli olarak dağılmıştır. Bunlara da kolloidal karışım denir. Bunlar homojen karışım gibi ya homojen ya da yarı homojen ve saydamdır. Bunlarda çözünen maddenin çapı 10-5 cm ile 10-7cm kadardır. Kan serumu buna örnek verilebilir. Sağdaki resimde sırasıyla süspansiyon , koloidal ve homojen çözeltilerin ışıkta görünümleri verilmiştir.

SULU ÇÖZELTİDEKİ PARTİKÜLLERİN ÖZELLİKLERİ

SÜSPANSİYONLAR 10.000 mµ KOLLOİDLER1000 mµ ÇÖZELTİLER 1 mµ
1. Bulanıktırlar. 1. Yarıgeçirgen zardan,(Hayvan 1. Berrak,Şeffaf olabilirler.
2. Renkli olabilirler. bağırsağı,sekfon,parşöment gibiküçük gözenekli yapılardan2. Renkli olabilirler
3. Partiküller sıvıda askıda geçmez.) 3. Çökme gözlenmez.

kalır,zamanla süzgeç kağıdına 2. Adi süzgeç kağıdından geçebilir.
takılır. 4. Süzgeç kağıdından

3. Brown Hareketi* yapar, geçerler.
4.
Mikroskopla veya çıplak
gözle görülebilir. 4. Çökme olmaz. 5. Parçacıklar görünmez
5.
Brown Hareketi* yapmazlar.
* Brown Hareketi; bir sıvı içerisinde asılı kalan mikroskobik parçacıkların rasgele hareketlerine verilen addır.

Sınıflandırma en temel bilimsel yöntemlerden biri. Çevremizde olup bitenlerden birbirlerine benzeyenleri aynı gruba koymak, sonra da her grubun ortak özelliklerini incelemek, bilimsel bilginin üretilmesinin ilk aşaması. Böylece, sonsuz sayıda olayı betimleyen sonlu sayıda bilgiye erişebiliyoruz. (Zaten bilimsel bilginin özelliği de bu: Tek bir olayı değil, birbirine benzeyen çok sayıda olayı açıklıyor.)
Maddelerin katı, sıvı ve gaz şeklinde sınıflandırılmasına da bu gözle bakmak gerekiyor: Yani, maddenin özelliklerini bulmak isteyen bilim adamı için bir kılavuz olarak. Fakat, doğa hakkında bilgimiz arttıkça ve buna bağlı olarak yeni maddeler bulundukça, bu sınıflandırmaya tam olarak uymayan şeyler ortaya çıkabiliyor. Katı, sıvı ve gaz sınıflandırması da, çok doğal görünmesine karşın, bir takım belirsizlikler içeriyor. Örneğin, öğrenciliğimde beni en çok şaşırtan şey, bir maddenin sıvı mı yoksa gaz mı olduğunu anlamanın bazı durumlarda mümkün olmadığını öğrenmek olmuştu. Normalde sıvı su ile gaz halindeki su buharını ayırt etmek çocuk oyuncağıdır.
Buna yardımcı olan en temel kural, suyun her iki fazının kaynama denilen olayla birbirinden ayrılması. Yani “kaynama noktasının altında madde sıvıdır, üstünde de gazdır” gibi bir kural, sıvı ile gaz fazlarını ayırt etmemizi kolaylaştırıyor. Fakat, ne yazık ki, çok yüksek basınçlarda bu kural geçerliliğini yitiriyor, çünkü kaynama diye bir olay olmuyor. Örneğin, 218 atmosferlik ya da daha yüksek bir basınç altındaki suyu herhangi bir kaynama olayı gözlemeden istediğiniz kadar ısıtabilirsiniz. Hatta, suyun kesinlikle buhar olduğunu söyleyebileceğiniz sıcaklıklara kadar çıkabilirsiniz. Ama, ortada bir kaynama olayı olmadığı için, suyun ne zaman sıvı ne zaman da gaz fazında olduğunu söylemeniz mümkün değil.
Daha önce, camın katı mı sıvı mı olduğu tartışmasını incelemiştik. Buna bir de dijital saatlerdeki elektronik göstergelerde kullanılan sıvı kristalleri ekleyebiliriz. Sıvı kristaller, bazı doğrultularda “kristalleşme” olarak adlandırdığımız ve katıların temel özelliği olan düzenli yapılara sahip. Ama diğer doğrultularda da normal bir sıvı gibi davranıyorlar. Gerçi bunları bir bardağa koyarsanız, normal bir sıvı gibi kabın şeklini alırlar; ama birçok bakımdan da katılarla aynı özelliğe sahipler.
Sözü fazla uzatmadan ateşe gelelim. Günlük hayatımızda gördüğümüz çoğu ateş, sadece sıcak bir gaz. Ateşin yaydığı ışık kısmen sıcak olmasından (köz halindeki kömürün de ışık yaydığını hatırlayın), kısmen de bu gaz içindeki yanma olayı, yani moleküllerin oksijenle birleşmesi olayı sonucunda açığa çıkan enerjinin ışık şeklinde yayılmasından kaynaklanıyor. Dolayısıyla böyle bir ateşin bildiğimiz gazlardan hiç bir farkı yok. Fakat, eğer bir gazın sıcaklığı çok daha yüksekse, bu durumda moleküller bazı elektronlarını kaybederek iyonize olurlar. Yani, pozitif yüklü atom ve moleküller ve buna ek olarak negatif yüklü elektronlar aynı ortamda hareket etmeye başlarlar. Böyle bir karışımın gazlardan çok farklı özellikleri var. Örneğin manyetik alandan çok kolay etkilenebiliyorlar. Bu nedenle, bazı bilim adamları böyle bir “iyonlaşmiş gazı” plazma olarak tanımlıyor ve katı, sıvı, gaz sınıflandırmasına bu yeni fazın eklenmesi gerektiğini düşünüyorlar.
Güneş’teki sıcak “gaz” bu anlamda plazma fazında. Ama daha soğuk plazmalar da var. Dünya atmosferinin 80 km yükseklikten başlayan iyonosfer tabakası da bir plazma. Buradaki atomlar Güneş’ten gelen radyasyonun etkisiyle iyonlaşıyorlar. Benzer şekilde, floresan lambalar ve reklamcıların kullandığı neon tüplerinin içindeki gazlar da plazma halinde.
Yukarıda anlattığımız sıvı-gaz tartışmasına benzer bir olay da burada yaşanıyor. Bir gazı çok ısıtırsanız plazma haline geçecektir. Ama gazdan plazmaya dönüşüm kesin bir noktada olmayıp yavaş yavaş gerçekleşir. Bu nedenle maddenin hangi durumda gaz, hangi durumda da plazma sayılabileceği, bir miktar belirsizlik içeriyor. Mum alevi de iyonlaşmiş moleküller içeriyor ama bu iyonlaşma tipik bir plazmadakinden çok daha az. Örneğin, bir mıknatısı mum alevine yaklaştırdığınızda alev herhangi bir tepki göstermez. Bu nedenle mum alevini normal bir gaz gibi düşünmek daha doğru.
Son olarak, genişletilmiş katı-sıvı-gazplazma sınıflandırmasına bile uymayan durumlar var. Lazer ışığını ya da normal ışığı hangi sınıflandırmaya dahil edeceğiz? Gerçi ışığı, birbirleriyle etkileşmeyen çok sayıda fotondan oluştuğu için bir “gaz” olarak düşünmek mümkün. Hatta birçok bilimsel yapıtta ışık bir “foton gazı” olarak adlandırılır. Ama, herhalde en doğru yaklaşım ışığı bu sınıflandırmanın dışında tutmak olacaktır.
Sınıflandırma dışında kalması gereken, sadece ışık değil. Var olduğunu bildiğimiz, ama laboratuvarda inceleyemediğimiz daha değişik madde türleri de var. Galaksiler arasındaki boşlukta bulunan, “karanlık madde” olarak adlandırdığımız, ama tam olarak neden oluştuğunu bilemediğimiz madde; atarcaların temel yapıtaşı olan ve çok sayıda nötronun birleşmesiyle oluşan madde; hatta karadeliklerin içindeki madde. Bu maddeler tanıdık olduklarımızdan çok daha farklı özelliklere sahipler. Bu nedenle, bunları kendi dünyamızda gördüğümüz maddelere bakarak oluşturduğumuz sınıflandırmaya sokmak pek anlamlı değil. Üstelik bu, sınıflandırmanın amacına da aykırı olur.

BESİN İÇERİKLERİ VE GÖREVLERİ

BESİN İÇERİKLERİ VE GÖREVLERİ


    Besinler canlılar için çok önemlidir.Yiyecekler birden fazla besin maddesi içerebilir.Ancak içeriğinde en çok hangi besin maddesi bulunuyorsa o grupta yer alır.Besinleri içeriklerine göre karbonhidratlar,proteinler,yağlar,vitaminler,su ve mineraller olarak gruplandırırız.
KARBONHİDRATLAR
    Makarna,pilav,ekmek gibi besinler enerji sağlar ve bol miktarda karbonhidrat içerir.Karbonhidratlar temel besin maddelerimizdendir.Bunlar vücudumuzda kısa sürede enerjiye dönüşür.
PROTEİNLER
    Proteinler vücudumuzda yapıcı-onarıcı olarak görev yaparlar.Büyüme,gelişme,yaraların iyileşmesi,vücudün mikroplara karşı iyileşmesi,vücudun mikroplara karşı direnci için proteinlere gerek vardır.
YAĞLAR
    Fazla enerji gerektiren işler yaptığımızda karbonhidratlardan aldığımız enerji yetersiz kalır.Bu gibi durumlarda gereksinim duyduğumuz enerjiyi diğer bir enerji kaynağı olan yağlardan sağlarız.Yağlar, bitki ve hayvanlardan elde edilir.
VİTAMİNLER
    Vitaminler , vücudumuzda düzenleyici olarak görev yaparlar.Vücudumuzu hastalıklardan korurlar.Sağlıklı yaşamın vazgeçilmez bir parçasıdır.
SU
    Canlıların yaşamsal faaliyetlerini sürdürmesinde suyun büyük bir önemi vardır.Vücudumuzun yaklaşık %70’i sudur.Su vücudumuzda düzenleyici olarak görev yapar.
MİNERALLER
    Vücudumuzda düzenleyici olarak görev yaparlar.Mineralleri yediğimiz yiyicek ve içeceklerle alırız.
Besin içerikleri :karbonhidratlar, proteinler ,su ,minareller ,yağlar ve vitaminlerden oluşur.
YAPICI VE ONARICI
Proteinler
Yağlar
Karbonhidratlar
Su
Mineraller
ENERJİ VERİCİ
Yağlar
Proteinler
Karbonhidratlar
DÜZENEYİCİ
Vitaminler
Su
Mineraller
Proteinler



ÖRNEK:Arkadaşlar mesela makarnanın ve ekmeğin içinde karbohhidratlar bulunmaktadır.
ÖRNEK:Arkadaşlar mesela etin , yumurtanın , yoğurdun içinde proteinler bulunmaktadır.
ÖRNEK:Arkadaşlar mesela meyve suyunun içinde su bulmaktadır,sindirilmez.
VİTAMİN NEDİR ?
Vitaminler, sağlıklı yaşamın vazgeçilmez bir parçası olan organik bileşiklerdir. Vitamin Latince yaşam anlamına gelen “vita” sözcüğünden kaynaklanır. Vitaminler yağda ve suda eriyenler olarak iki gruba ayrılır .



YAĞDA ERİYEN VİTAMİNLER : A, D, E ve K vitaminleridir .
SUDA ERİYEN VİTAMİNLER : B grubu vitaminler ile C vitaminidir .
ÖNEMİ
A vitamini Enfeksiyonlara karşı direnci arttırır normal büyüme, üreme, kemik ve diş gelişimi, görme için gereklidir. Cildin tırnakların ve saçların sağlıklı kalmasını sağlar. Diş ve dişetleri için büyük önem taşır .
 Kayısı,kuşkonmaz,maydanoz,ıspanak, havuç,kereviz, marul, portakal, erik, domates 
D vitamini İnce bağırsaklardan kalsiyumun emilmesine yardımcı olur, kalsiyumun kemiklerde ve dişlerde tutulmasını sağlar .
 Balık yağı, balık, yumurta, tereyağı, karaciğer, et, sebzeler, güneş 
E vitamini Antioksidan etkilidir. Alzheimer hastalığının ilerlemesini yavaşlatıyor Yaşlı kişilerde bağışıklık sistemini güçlendirir. Hücrelerin daha uzun yaşamasını ve yenilenmesini sağlar .
 Buğday, tohumlu besinler, soya fasülyesi yağı, arı sütü, ceviz, marul, tere, kereviz, maydanoz, ıspanak, lahana, mısır yağı, mısır, yulafta 
K vitamini Karaciğere gelen Kvitamini burada üretilen bazı pıhtılaşma faktörlerinin yapımında rol alır. Kvitamini takviyesi yanlızca kanamalı hastalarda verilir.
 Ispanak,kabak, marul, yeşil domates, yeşil biber, inek sütü, peynir, tereyağı, yumurta, kırmızı et, pirinç, karaciğer, mısır, muz, şeftali, çilek 
B1 vitamini Kasların ve sinir sisteminin faliyeti için gereklidir.Yetersizliğinde iştahsızlık, huzursuzluk, bellek zayıflığı ve dikkat azalması görülür.
 Buğday, kepek, bira mayası, taze sebze meyve, koyun eti, sığır eti, balık eti, yumurta, süt
  C vitamini Vücudumuz C vitaminini üretemez bitkiler ve bazı hayvanlar bu vitamini üretebilmektedir. Besinlerle alınan vitamin 2 saat içersinde kullanılır 4 saat sonunda kandan uzaklaşır. Yaraların iyileşmesini, damarların sağlıklı olamalarını sağlar.Vücudun savunma sistemini artırıcı etkisi vardır. Histamin yapımını azaltarak allerjik olayların şiddetini düşürür. Eksikliğinde diş eti kanamaları ve çekilmeleri olur.
 Siyah üzüm, narenciye, çilek, kavun, karpuz, yeşil biber, maydanoz, brokoli, havuç, soğan, bezelye 
MİNERALLER:Arkadaşlarlar mineraller emzinlerin ve canlıların yapısında bulunurlar.Kalsiyum ve fosfor kemikleri ve dişleri sertleştirir.Demir akyuvarların yapısındaki HEMOGLOBİN e katılır.Magnezyum krolofilin yapısına katılır.İyot ise hormonların yapısına katılır


Temel Cimnastik Duruşları


1- Bacaklar kapalı ayakta duruş: Bacaklar bitişik, kollar yanlarda gövde­ye paralel, baş ve gövde dik olarak yapılan duruştur.
2-  Bacaklar açık ayakta duruş: Ayaklar omuz genişliğinde açık, kollar gövdeye paralel, baş ve gövde diktir.
3- Çömelik duruş: Baş ve gövde dik, vücut ağırlığı ayak uçlarında çömelme hareketidir. Kalça ve topuklar bitişik kollar gövdeye paraleldir.
4- Dört ayak duruşu: Çömelik duruşta eller omuz hizasında yere dayalı­dır. Dizler kolların arasında yer alır (Şekil 1).
5- Diz üstü duruş: Bacaklar dizlerden bükülü, ayak bilekleri gergin olarak yere dayalıdır. Üst bacak ve gövde dik, kollar yanlarda vücuda paraleldir (di-züstü duruştayken, bir bacağın öne alınarak dizden dik olarak bükülü yere ba­sış ise "tek dizüstü duruş "tur) (Şekil 2).


6- Diz üstü oturuş: Diz üstü duruştayken, topuklar üzerine oturuştur.
7- Bank duruşu: Diz üstü duruştan kollar önde yere dayanır. Üst bacak vekollar yere dik birbirine paraleldir (Şekil 3).
    Ters bank duruşu: Bank duruşunun tersidir. Sırt; yere, göğüs; yukarı dönüktür. Kollar ve alt bacaklar birbirine paralel yere dik, ayak ve avuç içleri yere dayalı, baş arkada serbesttir (Şekil 4).


8- Cephe duruşu: Bank duruşunda bacaklar arkaya gergin uzatılarak ayak uçları yere dayanır. Kollar yere dik, vücut gergindir (Şekil 5).
    Ters cephe duruşu: Cephe duruşunun vücudun önü yukarıya, arkasının yere dönük olma durumudur. Ayak bilekleri gergin, topuklar yerde, eller ayak­ların doğrultusunda yere dayalıdır (Şekil 6).


Yan cephe duruşu: Cephe durumunun yan olarak tek kol ve tek ayağın dış yüzüne dayanılarak yapılmasıdır.
9-  Uzun oturuş: Gövde dik, kalça yerde, bacaklar ise öne gergin olarak uzatılır. Kollar yanlarda gövdeye paraleldir (Şekil 7).
Açık bacak uzun oturuş: Bacaklar yanlara "V" şeklinde açılır.Engel oturuşu: Uzun oturuşta, bir bacağın bükülüp arkaya alınmasıdır.
10- Bacaklar bükülü oturuş: Uzun oturuşta, her iki bacağın dizlerden bükülerek tabanların yere dayanmasıdır.
11- Çakı duruşu: Uzun veya bacaklar bükülü oturuşta, bacakların gergin olarak 45 derece yukarıya kaldırılmasıdır. Kollar dirseklerden hafif bükülü, eller kalça yanında yere dayalı veya yanlarda omuz hizasında açıktır. (Şekil 8)
12- Bağdaş oturuş: Açık bacak uzun oturuşta, bacakların dizlerden bükü­lerek önde çaprazlanmasıdır. Gövde dik, kollar yanlarda serbesttir.

13-  Sırtüstü yatış: Bacaklar bitişik ve gergin, gövde sırtüstü yatar durum­dadır. Avuçlar yerde, kollar vücudun iki yanında gergindir.
14- Yüzüsütü yatış: Dayanak yüzeyi vücudun ön kısmıdır. Kollar dirsek­lerden bükülü, eller üstüste konularak çene altına yerleştirilir.
15- Yan yatış: Sağa ve sola olup, dayanak yüzeyi vücudun yanı ve gergin bulunan bacaklardır. Yatış yönünün kolu yan-yukarı uzatılmış ve baş altına des­tek olarak konmuştur. Diğer kol gövdenin yanında gergindir.
16- Mum duruşu: Sırtüstü yatışta, ellerle vücut yanlardan kavranır, bacak­lar gergin olarak yukarı kaldırılırken dirseklere dayanarak ağırlık omuzlara ak­tarılır. Dayanak yüzeyi omuzlar ve üst kol olup, vücut ayak uçlarına kadar ger­gin ve yere diktir (Şekil 24).
17- Hamle duruşu: Küçük adımla yapılan hamle hareketine küçük hamle, büyük adımla yapılan harekete derin hamle denir. Hamle duruşları:
  a- Öne hamle duruşu: Öne bir adım alınırken bacak dizden bükülür. Göv­de arkadaki gergin bacağın doğrultusunda olup, ağırlık öndeki bükülü bacak üzerindedir. Kollar yanlarda serbesttir (Şekil 9).
  b- Yana hamle: Öne hamlenin sağa veya sola uygulanışıdır. Ayak uçları ve diz adım alınan yönü gösterir, gövde karşıya dönüktür.
  c- Geriye hamle: Geriye adım alınır, vücut ağırlığı arka bacak üzerinde olup öne uzatılan bacak gergindir.
  d- İleri hamle: Adımların 45 derece ileri sağ ve sol yönlere alınması ile yapılan hamledir. Ayak ucu ve diz adım yönünü gösterir (hamle duruşlarında topuklar yerden kaldırılmaz.) (Şekil 10).


18-  Planör duruşu: Ağırlık tek bacak  üzerinde diğer bacak gergin olup yukarıya kaldırılır, kollar yanlarda açık ve gövde ile yere paraleldir (Şekil 12).
19- Kartal duruşu: Bacaklar açık ayakta duruşta gövde öne bükülerek ye­re paralel durumuna getirilmesidir. Kollar omuz hizasında açık ve gergin yere paraleldir (Şekil 11).


20-  Küçük köprü: Dizler yerde olmak suretiyle, ellerle arkaya uzanıp dayanmadır (Şekil 13)
21-  Büyük köprü: Dayanak noktaları ayaklar ve arkaya uzanan ellerdir (Şekil 14).

Balıklar Suda Nasıl Yaşarlar

Balıklar Suda Nasıl Yaşarlar

Şu an yaşayan ve bundan yüzlerce yıl önce yaşamış olan tüm balık türleri, Allah’ın onlar için yaratmış olduğu mükemmel sistemler sayesinde su altında rahatlıkla yaşayabilirler.

Balıkların suda ne kadar kıvrak ve hızlı hareket ettiklerini herkes bilir. Balığın yüzebilmesi için ekstra bir hareket yapmasına gerek yoktur, bunun için kuyruğunu sağa sola sallaması yeterlidir. İşte balıkların suyun içindeki bu rahat hareketleri, kıvrak omurgaları ve vücutlarındaki bazı sistemler sayesinde gerçekleşir.

Balıklar, durgun halde yüzerken aniden yüksek hızlara ulaşabilmek için çok fazla enerjiye ihtiyaç duyarlar. Ani hızlanabilmek onlar için çok önemlidir; çünkü avcılardan kaçabilmek için buna ihtiyaçları vardır. Üstelik balıklar suyun içinde çoğu zaman akıntıya karşı hareket etmektedirler.

Balıkta böyle bir gücün ortaya çıkmasını sağlayan, omurgasının ve kaslarının özel yapısıdır. Omurga, balığın vücudunun dik durmasını, ayrıca yüzgeçlerin ve kasların kendisine bağlanmasını sağlayacak bir yapıya sahiptir. Eğer böyle olmasaydı, balıkların suda hareket etmeleri imkansız hale gelirdi. Ancak yalnızca omurgasının özel biçiminin olması, bir balığın yüzebilmesi için yeterli değildir. Çünkü, balığın su içindeki tek hareketi ileri geri değildir; eğer bir balık su içinde aşağı yukarı hareket edemezse yaşayamaz. Balık, bu hareketi de başka bir vücut sistemi ile yapabilir. Balıkların vücutlarında hava keseleri vardır. Bu keseleri hava ile doldurarak derinlere inebilir veya havayı boşaltarak su yüzeyine doğru çıkışa geçebilirler.

Peki şu sorunun cevabını hiç düşündünüz mü? Balıklar sürekli su içinde olmalarına rağmen nasıl olup da zarar görmemektedirler? Biz suyun içinde belli bir süre kaldıktan sonra derimiz bu durumdan etkilenmeye başlar, bu süre uzarsa cildimiz zarar görür. Oysa balıklarda böyle bir şey olmaz. Çünkü balıkların üst derisinde sert parlak bir tabaka vardır. Bu tabaka suyun vücuda girmesini engeller. Eğer bu tabaka olmasaydı, balığın vücudu zarar görecek, hatta içeri su girmesi nedeniyle vücut dengesi bozulacak ve balık da ölecekti. Ancak bunların hiçbiri olmaz ve balıklar suyun içindeki yaşamlarını rahatlıkla sürdürürler.

Yeryüzündeki bütün balık türleri bu özelliklerin tamamına eksiksiz olarak sahiptir. Günümüzden çok daha önce yaşamış balıklarda da bunların hepsi vardır. Balıklar milyonlarca yıldır hiç değişmemişler, hep aynı mükemmel yapıya sahip olmuşlardır. Bunu, milyonlarca yıl öncesinde yaşamış balıklardan günümüze gelen kalıntılarda görmek mümkündür. Fosil adı verilen bu kalıntılarda, balıkların geçmişte de yine bugünkü ile aynı oldukları, hiç değişmedikleri açıkça belli olmaktadır. Bu durum bize balıkların bir anda ortaya çıktıklarını gösteren delillerden biridir.

Asurlular

Asurlular
Asur İmparatorluğu, aslen Kuzey Irak'ta, Dicle kıyısında bulunan Asur (Aššur) Şarkat Kalesi kenti ve çevresinde yaşayan bir Sami toplulukken özellikle M.Ö. 2000 sonrası doğu-batı arası küresel ticaretten faydalanarak gelişmiş ve topraklarını genişleterek ülkelerini bir imparatorluğa dönüştürmüş eskiçağ halkı. Başkentleri Ninova'dır.

Asur (Aššur) İmparatorluğu'nun en geniş devrindeki hudutları.
İlkçağda, Ortadoğu'nun en büyük imparatorluklarından biri olmuştur. M.Ö. 2. binyıl'ın başından itibaren özellikle Anadolu'da koloniler kurmuş, Anadolu'ya yazıyı taşımışlardır. Asur ülkesi, önceleri Babil'e, M.Ö. 2. binyılın büyük bölümü boyunca Mitannilere bağımlı kalsalar da M.Ö. 14. yüzyılda bağımsızlıklarını kazanmış ve Fırat'a kadar topraklarını genişleterek buralara yerleşmişlerdir. Daha sonra Mezopotamya'da, Anadolu'nun güneydoğusunda, zaman zaman da Suriye'nin kuzeyinde büyük güç kazanmışlardır .

                                              Asur kanatlı boğa rölyefi.
Fakat I. Tukulti-Ninurta'nın ölümünden (M.Ö. 1208) sonra gerileme dönemine girdi. M.Ö. 11. yüzyılda I. Tiglat-Pileser zamanında kısa süre yeniden eski gücüne kavuştuysa da, bunu izleyen dönemde hem Asur Krallığı, hem de düşmanları, yarı göçebe Aramilerin akınlarıyla yıprandı. M.Ö. 9. yüzyılda Asur kralları sınırlarını yeniden genişletmeye başladılar; M.Ö. 8. yüzyılın ortasından M.Ö. 7. yüzyılın sonuna değin III. Tukultī-Apil-Ešarra (III. Tiglath-Pileser), II. Šarru-Kinu (II. Şarrum-Ken, II. Sargon) ve Sin-Ahhe-Eriba (Sinahherib) gibi güçlü kralların önderliğinde Basra Körfezinden Mısır'a kadar uzanan toprakları egemenlikleri altında birleştirerek günümüzde Yeni Asur İmparatorluğu olarak adlandırılan bir imparatorluk kurdular.
Son büyük Asur kralı, Aššur-Bāni-Apli (Aššurbanipal)'di. Aššur-Bāni-Apli (Aššurbanipal) (Aššurbanapal, Ailein Halefi - Son Büyük Asur Kralı), Elam'ı ele geçerek buranın halkını yok etmiştir.
Bu dönemde sanatta büyük bir gelişme olduğu bilinmekteyse de, hükümdarlığın son yılları ve M.Ö. 627'deki ölümünü izleyen dönemin olayları karanlıkta kalmıştır. Asur Krallığı M.Ö. 612-609'da Keldaniler'in saldırılarıyla yıkıldı.
İmparatorluğun çökmesiyle birlikte Asur halkı da tarihi kayıtlardan silinir. Son olarak Harran ve çevresinde yaşadıkları bilinmmekle birlikte kayıtlarda yeralmasa da eski imparatorluk topraklarında daha sonraki yüzyıllarda da yaşamlarını sürdürdükleri ve zamanla bölgenin diğer halkları içinde eriyip gittikleri aşikardır.
Zalimlikleri ve savaştaki atılganlıklarıyla tanınan Asurlular, anıtsal yapılar da bıraktılar. Ninova, Asur, Kalah (Nimrud), Dur Şarrukin (Horsâbad) ve başka yerlerde bulunan kalıntılar, Asurların mimarîdeki ustalığını göstermektedir. M.Ö. 612'de Babil kuvvetleri tarafından Asur Devleti'ne son verilmiştir.
Eski Asur Çağı
Bu çağ M.Ö. 2100-1800 yılları arasındadır.Kral İllusuma (M.Ö. 2000) Asurluları müstakil bir devlete kavuşturdu. Kendinden sonra da İrisum ve İkunum bağımsızlığı sağlamlaştırarak memleketi imar ettiler. Bunlardan sonra Asurlu Birinci Sargon, devletin sınırlarını doğuya doğru iyice genişletti ve Anadolu ile olan ticareti geliştirdi. Bu çağa ait tarihi bilgiler ancak kazılarda bulunan eserlerden öğrenilmektedir.





KUŞLAR NASIL UÇAR?

KUŞLAR NASIL UÇAR?

- Kuşlar kuşkusuz uçma eylemini en başarılı olarak gerçekleştiren canlılardır. Kuşlar mükemmel uçuşlarını iki yöntemin birleşimiyle ortaya çıkarırlar.

- Birincisi; Kuşlar her kanat çırptıklarında kanatları altındaki havayı hızla aşağı doğru iterler. Bu hareket onların etki tepki prensibi sayesinde havada yükselmelerini sağlar.

- İkincisi; Kuşların kanadı aerofoil denilen özel aerodinamik yapıya sahiptir. Bu sayede kanatları havada hareket ederken aynı zamanda taşıma kuvveti oluşturur. Bu taşıma kuvveti ise onların havada tutunabilmelerini sağlar.

- Önce kanat çırparak yükselirler sonra irtifalarını hıza donusturerek kanatlarında taşıma kuvvetinin oluşmasını sağlarlar. Daha sonra yeniden kanat çırparlar yeniden hız kazanırlar ve hızın artışıyla artan taşıma kuvveti sayesinde havalanıp uzaklara giderler. Buradaki kanat çıprma işlemi tabii sadece iki kez değil onlarca defa olur. Coğu zaman görürüz ama sayamayız.

- İnsanoğlu ilk kez uçmayı düşlediğinde kuşları inceledi. Kuşların kanatlarını kopyaladı ve günümüz uçaklarının kanatları halen kuşların kanadı ile aynı aerofoil yapıya sahip. Artık süpersonik uçaklar yapıyoruz. Uzaya çıkıyoruz. Geçmişimize baktığımızda atalarımız kuşlar...

- Eğer bir kuş görürseniz ve sizde bir uçucuysanız lütfen ona hayranlıkla bakın. Çünkü havada ne kadar profesyonel olduklarını sadece havada anlayabiliyorsunuz. Yerden her şer çok basit görünebilir ama havada herşey çok farklı...

BALON NASIL UÇAR?

BALON NASIL UÇAR?

- Tüm sıvılar ve gazlar içlerine batırılan cisimlere kaldırma kuvveti uygularlar. Bu kaldırma kuvveti, cisimlerin sıvı veya gaz içerisinde kalan hacmine karşılık gelen içinde bulunduğu sıvı veya gaz ortamın kütlesel büyüklüğüne eşittir. Yani sıvı veya gaz ortama bir birim hacimlik cisim batırıldıysa bu cisme etkiyen kaldırma kuvveti o ortamın bir birim hacimlik ağırlığına eşittir. Balon üzerine etkiyen kaldırma kuvveti herzaman için arzın merkezinden yukarıya doğrudur.

- Bu durum bize şunu anlatır. Eğer cisim içinde bulunduğu ortamın yoğunluğundan daha az bir yoğunluğa sahipse bu cisim içinde bulunduğu ortamda yüzebilir.




- Balon için düşünecek olursak; Balon hava akışkanı içerisine batırılmış bir cisimdir. Yani balonun hava içerisinde yüzmesini istiyorsak bir şekilde balonun toplam yoğunluğunu azaltmamız gerekmektedir. Bunu yapmanın çeşitli yöntemleri vardır. Örneğin balon içerisindeki havayı ısıtarak içindeki havanın yoğunluğunu azaltabiliriz. Bir süre sonra balon yavaş yavaş havalanmaya başlayacaktır. Diğer bir yöntemde balon içerisine havadan daha hafif olan bir başka gaz doldurulabilir. Bu yöntemlerin ikisi de günümüzde kullanılmaktadır.

- Balon için söylememiz gereken bir başka durum ise balonun sadece irtifası kontrol edilebilir. Bu kontrol işlemi balon içindeki gazın yoğunluğunun azaltılması veya artırılması ile yapılır. Yani balon içerisindeki gazın yoğunluğu azaltılırsa balon irtifa kazanır, tersi işlem yapıldığında ise balon irtifa kaybeder.

- Yönünü kontrol etme imkanı yoktur. Bu nedenle balonlar rüzgara bağlı olarak yön değiştirir. Eğer bir gün balona binerseniz lütfen rüzgarla iyi anlaşın yoksa sizi hiç ummayacağınız yerlere indirebilir. Rüzgarla iyi anlaşmanın ise tek bir yöntemi vardır onu iyi tanımak.

AŞ EVLERİ

                                                                                                AŞ EVLERİ
 Kuruluş amacı bulunduğu bölgede yardıma muhtaç olan fakir insanlara iaşe yardımında bulunmaktadır. Halen aşevimizden 200 aile, birey olarak 950 kişilik günlük yemek çıkartılmaktadır. Yemekler iki çeşit olup, yanında ilaveten meyve, salata ve tatlı çeşitleri verilmektedir.

  Aşevimizde 1 kişinin maliyeti 1.200.000 TL' ye tekabül etmektedir. Aşevimizin ihtiyaçlarının büyük bir çoğunluğu Muhasebe Müdürlüğümüzce karşılanmaktadır.

  Her yıl Ramazan ayında üç çeşit yemek ve ilaveten meyve, tatlı çeşitleri eksiksiz olarak verilmektedir. Bir hizmetin sürüp gidebilmesi için, kişilerin kendi istekleriyle bağışladıkları para ve mülklere “ Vakıf” denir. Bağışlanan mülklerin, eserlerin geleceğe sağlıklı kalabilmeleri korunmalarına bağlıdır. Geçmişin geleceğe taşınması ve yaşatılması vakıfların görevi arasındadır.

İnsanlar arasında sosyal dayanışmanın sağlanması, yardımlaşmak, birbirine destek olmak, acı ve mutlu günleri paylaşmak, sevgi ve saygı tohumlarını atabilmek için fertler arasındaki ilişkilerin iyi olması gerekir.
. Vakıflar eğitime, öğretime, belediyelere, sağlık işlerine, yoksullara hizmet ederler. Vakıf tarafından yardım alan kişilerin adları, kurum tarafından açıklanmaz.
Ülkemizin sosyal, ekonomik, kültürel ve yurt savunmasında vakıfların yardımlar büyüktür. Bu kadar güzel bir hizmetin sürekliliğini sağlamak hepimizin görevidir. Vakıflara yardım ederek gelirlerini çoğaltmak ve çalışmalarını desteklememiz gerekir.
Bir hizmetin gelecekte de hizmet olarak devamını sağlamak amacıyla kendi istekleri ile resmi yollarla bağışlanan mülk ve paralara vakıf denir. Türk toplumunda vakıfların çok eski bir geçmişi vardır. Eskiden bağışlanan hanlar, hamamlar, yapılan köprüler, çeşmeler, okullar ve camiler buna örnek olarak verilebilir. Bağışlanan bu eserlerin geleceğe sağlıklı kalabilmeleri korunmalarına bağlıdır. Geçmişin gelecekte yaşatılması da vakıfların görevleri arasındadır.
Bu eserlerin korunması ve verilen hizmetin devamını sağlamak için Vakıflar Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Bütün bu eserler, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılır, kiraya verilir, gelirleri toplanır. Toplanan bu gelirler eserlerin korunması, kimsesizlere yardım ve çalışanların maaş alacakları olarak harcanır. Türkiye’de Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün malı olan bir çok dükkan ve iş yeri bulunmaktadır.
Vakıflar Genel Müdürlüğüne bağlı vakıf eserleri sayısı 7500 civarındadır. Vakıflar Genel Müdürlüğü bu gelirler dışında devlet tarafından da desteklenmektedir. Bunun için her yıl bütçeden belirli bir miktarda ödenek ayrılmaktadır.
Vakıflara bağlı öğrenci yurtlarında öğrencilerin barınma, yiyecek ve giyecek ihtiyaçları karşılık beklemeden sağlanır. Düşkümler ve yoksullar için aş evleri açıp onların daha sağlıklı yaşamalarına katkıda bulunulur. Sağlık hizmetleri veren vakıflar da aynı hizmetleri insanlara sunarlar. Vakıflar Genel Müdürlüğü ve vakıfların hizmetlerini anlatmak amacıyla her yıl 3 – 9 Aralık tarihleri arasında Vakıflar Haftası kutlanır. Hafta boyunca vakıfların çalışmaları hakkında bilgi verilir. Radyo ve televizyonlarda, okullarda konu ile ilgili konuşmalar yapılır. Okullarda vakıf eserlerini tanıtıcı duvar gazeteleri düzenlenir. Gidilebilecek vakıflar ve vakıf eserlerine geziler düzenlenir.
Tarihin izlerinin yaşandığı bu eserlere sahip çıkalım. Yaşamaları için yardım edelim. Vakıf eserlerini korumak için yardımcı olalım. Hayırlı iş yapmanın en emin yolu vakıflara yapılan bağışlardır.