5 Nisan 2012 Perşembe

ASİTLER VE BAZLAR

ASİTLER VE BAZLAR

ASİTLER

Asitler, çözeltiye hidrojen iyonu bırakan bileşiklerdir. Bütün asitler hidrojen (H+) içerir. Genelde;

1- Ekşi bir tada sahiptirler.
2- İndikatörlerin rengini değiştirirler. (Asitler litmus kağıdını kırmızıya çevirirler).
3- Bazlarla reaksiyona girdiklerinde tuz ve su oluştururlar. Bundan başka çok çeşitlilik gösteren başka özellikleri de bulunur. Bu spesifik özellikler, anyon muhtevası ve ayrılmamış molekülerden dolayı olur. Çeşitli asitlerin molekülleri, çözeltiye farklı miktarda serbest Hidrojen bırakma eğilimindedirler.

Hidroklorik asit (güçlü asit)
HCI H + CI –

Asetik asit (zayıf asit)
C2 H4 O2 (CH3COOH)
Asetik asit; (sirke) zayıf iyonize olur ve serbest oksijenden az miktarda çözeltiye bırakır. Güçlü asit ve bazlar iyonlarına ayrılır ve ayrılmış halde bulunur. Bu asit olarak tek yönlü ok ile ifade edilir. Zayıf asit ve bazlar sürekli olarak iyonizasyon prosesi altındadırlar. Serbest iyonlar sürekli olarak tekrar kombine olurlar. Bu durum çift yönlü ok ile belirtilir.

Asidik olan bir su asit nötralizerleri ile arıtılır. Su asidik ise geçtiği yerlerde zamanla mavi-yeşil lekeler ortaya çıkar. pH testleri ile suyun asidik olup olmadığı anlaşılabilir.
Asit nötralizer olarak kalsit kullanıldığı zaman suya karışan çözünmüş kireç taşları su sertliğinin artmasına neden olur.
Soda veya sodyumhidroksit ile de pHyükseltilebilir.

BAZLAR

Bazlar, hidroksit iyonu bırakan maddelerdir. Örnek olarak Sodyum hidroksit (NaOH) ve amonyum hidroksit (NH4OH) verilebilir.

Sodyum hidroksit,
Na OH Na + + OH –

Amonyum hidroksit,
NH4OH NH4+ + OH –

Genelde;
1- Acı tada sahiptirler.
2- Kaygan hissiyatı verirler.
3- İndikatörlerin rengini değiştirirler. (Litmus kağıdını mavi yaparlar).
Amonyum hidroksit, zayıf bir bazdır ve çökeltiye az miktarda hidroksit iyonu bırakırlar. Güçlü baz ve zayıf baz durumu da asitlerde olduğu gibidir.
pH

pH suyun asitlik veya bazlık durumunun bir ölçüsüdür ve logaritmik bir ölçüdür. Saf su H ve OH iyonları açısından dengelidir ve PH değeri 7’dir.

PH<7 ise asidik , PH>7 ise baziktir.

PH H+ iyonlarının elektrik potansiyellerine bağlı olarak veya renk indikatörleri ile ölçülebilir.Düşük PH’lı sular çoğunlukla, hız kısıtlayıcı reaksiyon olan katot reaksiyonunu kolaylaştırıp, korozyonu artırır. Bu parametre içme suyunun güvenliği hakkında direk bilgi vermez. Düşük pH ve aynı zamanda düşük TDS ‘li sular korozif olduğu için borulardaki birtakım zehirli metalleri çözebilir. Yüksek pH ‘a sahip sularda da pH’ı yükselten kimyasalların zararlı olup olmadığı belirlenmelidir.
pH: hidrojen
iyon konsantrasyonu veya sudaki hidrojen potansiyeli.

pH’ın asitlik ve alkalilikle ilişkisi

Asidite,alkalinite ve pH derecesi ayrı ayrı şeylerdir. Mesela hidroklorik asidin, sülfirik asidin ve hidroklorik asidin 0.1 normal eriyiklerinin (1 litre suda 1 litre eşdeğer gram ağırlıkta asit bulunan eriyik normal eriyiktir.) asiditesi birbirinin aynıdır. Halbuki bu eriyiklerin pH değerleri farklı ve sırasıyla 1.08, 1.20,2.889’dur. Asitlik bir yetenek faktörü olup bazları nötürleştirmek kapasitesi olarak belirlenir; aynı şekilde alkalilikte bir yetenek faktörüdür ve asitleri nötrleştirme kapasitesidir. Halboki pH değeri aksine bir şiddet, yoğunluk faktörü olup hidrojen iyonlarının konsantrasyonunu gösterir. PH değeri asitlik ve alkalilik aktivitesinin (faaliyet derecesinin) bir ölçüsüdür.
Alkalilik bir sudaki HCO3, CO3 ve OH köklerinin toplamının me/lt veya mg/lt cinsinden eşdeğeri kalsiyum karbonat olarak verilmektedir. Asitlik de aynı şekilde sudaki SO4,CI,NO3 ve diğer asit köklerinin toplamına karşı gelen eşdeğer CaCO3 miktarını me/lt veya mg/lt cinsinden göstermektedir.
Yani alkalilik ve asitlik terimleri eriyikte mevcut HCO3 ve SO4 gibi birçok köklerin ağırlığını göstermekte fakat bunların hiçbiri eriyiğin kimyasal aktivitesi hakkında fikir vermemektedir. Halbuki pH , eriyiğin kimyasal aktivitesinin bir ifadesidir; zira eriyik ne kadar aktif ise o kadar çok iyonize olacak ve içindeki H+ iyonu miktarıda ona göre artacaktır.
Önemli asit ve bazların özellikleri ve kullanıldığı alanları aşağıda bulabilirsiniz.

FORMİK ASİT(HCOOH):

Bakterilere küf ve mayalara etki eder...
Mikrobik bozunmayı önlemek için gıdalarda koruyucu olarak kulanılır... ( Karınca salgısında bol miktarda bulunur)

ASETİK ASİT(CH3COOH):

Sirke asidi olarak bilinir. Asetik asitin %5-8 likçözeltisİ sirke olarak kullanılır. Asetik asit birçok ilaç endüstri maddesinin kullanılmasında kullanılır.Tahriş edici bir kokouya sahip bir sıvıdır. Alüminyum asetat tuzu,taze kesilmiş yaralarda kan dindirici olarak kullanılır.

SORBİK ASİT(HC6H7O2):

Küf ve mayaların gelişmesine engel olur.Bu özelliğinden dolayı yiyeceklerde antimikrobik koruyucu olarak kullanılır. Kokusu lezzeti yoktur.

SÜLFÜRİK ASİT(H2SO4):

Endüstüride kullanılan en önemli asit ve dünyada en çok üretilen kimyasallardan biridir. SO2 gazı kullanılarak Kontakt metodu denilen bir metotla üretilir. Endüstride birçok alanda kullanılan bu asit,özellikle gübre üretiminde,amonyum sülfat üretiminde,patlayıcı yapımında,boya sanayinde,petrokimya sanayinde kullanılmaktadır.

BENZOİK ASİT(C6H5COOOH):

Beyaz renkli iğne ve yaprakçık görünümünde bir maddedir.Gıdalarda mikrobik bozunmayı önlemek için kullanılır. En çok kullanıldığı alanlar,meyva suyu,marmelat,reçel,gazlı ,içecekler,turşular ,ketçap ve benzeri ürünlerdir. Benzoik asit, bir çok bitkinin yaprak ,kabuk ve meyvelerinde bulunur.Benzoik asit genellikle sodyum tuzu olarak (Sodyum benzoat) kullanılır. İlave edildiği bitkinin tadını etkiler.
FOLİK ASİT :

Folik asit dokularında az da olsa bulunur.Folik asit en çok koyu yeşil yapraklı sebzeler ve gıda olarak kullanılan hayvanların böbrek ve karaciğerlerinde bulunur. Biftek, huhubat, sebzeler,domates,peynir ve sütte az miktarda bulunur.Folik asit eksikliğinde vücutta anemi (kansızlık )ortaya çıkar.

HİDROJEN SÜLFÜR(H2S):

Renksiz bir gazdır. Kokmuş yumurtayı andıran bir kokusu vardır. Çok zehirlidir. Uzun zaman solunduğunda insanı öldürebilir. Havada seyreltik olarak bulunduğunda yorgunluk ve baş ağrısı yapar.

NİTRİK ASIT(HNO3):

Nitrik asit,dinamit yapımında kullanılır. Nitrik asitin gliserin ile reaksiyonundan nitrogliserin meydana gelir. Ayrıca nitrik asit NH4NO3 içeren gübrelerin üretiminde kullanılır.

FOSFORİK ASİT(H3PO4):

Saf fosforik asit,renksiz kristaller halinde bir katıdır. Fosforik asit,en çok fosfatlı gübrelerin yapımında ve ilaç endüstrisinde kullanılır.

HİDROFLORİK ASİT(HF):

Hidroflorik asit yüksek oktanlı benzin yapımında ,sentetik kriyolit (Na3AlF6) imalatında kullanılır. Ayrıca hidroflorik asit camların üzerine şekiller yapmak için kullanılır. Bu iş için,önce cam eşya yüzeyi bir parafin tabakası ile kaplanır.

Sonra parafinin üzerine bir çelik kalem ile istenen şekil çizilir. Bu çizgilere hidrojen florür gazı veya çözeltisi tatbik edilir. Camdaki parafin temizlendikten sonra camda yalnız sabit şekiller kalır.

SODYUM HİDROKSİT(NaOH):

Beyaz renkte nem çekici bir maddedir. Suda kolaylıkla çözünür ve yumuşak kaygan ve sabun hissi veren bir çözelti oluşturur. Sodyum hidroksit,laboratuvarlarda CO2 gibi asidik gazları yakalamak için kullanılır. Endüstride bir çok kimyasal maddenin yapımında ,yapay ipek,sabun,kağıt,tekstil,boya,deterjan endüstrisinde ve petrol rafinerilerinde kullanılır.

POTASYUM HİDROKSİT(KOH):

Endüstride arap sabunu üretiminde,pillerde elektrolit olarak ve gübre yapımında kullanılır.

KALSİYUM HİDROKSİT(Ca(OH)2):

Beyaz bir toz olup,suda hamurumsu bir görünüş alır. Sönmemiş kirece su ilave edilmesi ile elde edilir. Kalsiyum hidroksit asidik gazların uzaklaştırılması (Hava gazından hidrojen sülfürün uzaklaştırılması gibi),kireç ve çimento yapımı alanlarında kullanılır.

AMONYAK(NH3):

Renksiz,kendine özgü keskin kokusu olan bir gazdır. Sıvı amonyak özellikleri bakımından suya benzer, polar yapıdadır,hidrojen bağı yapar ve su gibi iyonlarına ayrışır. Amonyak endüstride en çok azotlu gübrelerin ve nitrik asitin üretiminde başlangıç maddesi olarak kullanılır. Zayıf baz olarak ve birçok Laboratuvarlarda ise amonyak ,zayıf baz olarak ve birçok kimyasal maddenin elde edilmesinde kullanılır. Amonyak bilhassa nitrik asit ve amonyum tuzları imalatında,üre,boya,ilaç ve plastik gibi organik madde imalatında kullanılır. Amonyak gazı normal sıcaklıkta basınç uygulandığında kolaylıkla sıvılaşır oluşan bu sıvının buharlaşma ısısı yüksektir (327 kcal/g ) bundan dolayı amonyak endüstride soğutucu olarak kullanılır.

HİDROSİYANİK ASİT(HCN):

Tabiatta bulunan zehirlerin en kuvvetlisidir. HCN’nin kokusu şeftali çekirdeği içi kokusuna benzer. Metreküpte 34 miligram HCN varlığında kokusu hissedilir. Öldürücü dozu konsantrasyonuna bağlıdır. Mesala,200 mg/m3 konsantrasyonda öldürücü doz 2000 mg dk/m3’tür.

Enerji Yönetimi ve Tasarruf Yöntemleri

Enerji Yönetimi ve Tasarruf Yöntemleri

Enerjinin ekonomik kullanımı her geçen gün biraz daha önem kazanıyor. Enerjinin ekonomik kullanımı ayrıca çevre açısından da kritik bir öneme sahip.
Kalkınmakta olan ve nüfusu artan bir ülke olması nedeniyle Türkiye'nin enerji tüketimi hızla artmakta. Bu da doğal kaynakların bilinçsizce ve büyük bir hızla tüketilmeye başlanmasına sebep olmakta. Bu bilinçsizce tüketim, enerji kaynaklarının verimli kullanımını gündeme getirdiği gibi, tüketim sonucunda oluşan her türlü katı, sıvı ve gaz atıkların da arıtılmadan doğaya atılmasının meydana getirdiği önemli çevre kirliliğinin önlenmesi arayışını da beraberinde getiriyor.
Bursa Ticaret ve Sanayi Odası (BTSO) ile Bursa Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği tarafından Alman Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Bakanlığı tarafından finanse edilen bir proje kapsamında kurulan Bursa Çevre Merkezi (BÇM) verilerine göre; üretilen enerjinin yaklaşık üçte biri sanayi alanında tüketiliyor. Bu enerjinin önemli bir miktarı, ileri teknoloji ürünlerinin kullanıldığı enerji tasarruf önlemleriyle geri kazanılabilir. Enerji tasarrufu sayesinde hem ülkemiz enerji darboğazından kurtulacak, hem de sanayici aynı ürünü daha düşük bir maliyetle elde ederek rekabet gücünü artırmış olacak. Enerji tasarrufu, kullanılan enerji miktarının değil, ürün başına tüketilen enerjinin azaltılmasıdır. Enerji maliyetlerini düşüren üretici, aynı miktardaki mal veya hizmetleri daha az enerji veya aynı miktar enerji ile daha çok mal ve hizmet üreterek, ulusal ve uluslararası alanda rekabet gücünü artıracaktır.
İşletmeler, enerji verimliliğini yakalama konusunda şu çalışmaları yapabilirler:
  • Mevcut lambaları enerji verimli lambalarla değiştirin.
  • Proses aydınlatmasında flüoresan ve cıva buharlı lambaları, yüksek basınçlı sodyum lambalarla değiştirin.
  • Gece de çalışan işletmelerde daha az insanın girip çıktığı bölümlerdeki iklimlendirme ünitelerini ayarlayın.
  • Gerekmediği zamanlarda egzost fanlarını, fırınları, motorları vb. kapatın.
  • Kompresör hava girişlerinin sıcak ekipman odaları yerine daha soğuk yerlerden olmasını sağlayın.
  • Buhar ve basınçlı hava kaçaklarının işletmeye maliyeti çok pahalıdır. Düzenli denetlemelerle bu kaçaklar ortaya çıkarılmalıdır.
  • Yanma havasının kalbi olan hava fazlalık katsayısının dikkatli kontrolü, önemli enerji tasarrufu sağlar.
  • İşletme tarife yapısına ve güç faktörüne göre güç faktörü iyileştirmesi ile büyük tasarruflara ulaşılabilir.
  • Proses hatları ve tankların yalıtımı ile önemli tasarruflar elde edilebilir.
  • Özellikle yeni uygulamalar söz konusu olduğu zaman enerji verimli motorların kullanılması, kendini kısa sürede amorti eder.
  • Reküperatörlerin kullanılmasıyla büyük miktarlarda enerji tasarrufu sağlanır.
  • Şayet basınçlar fazla tasarlanmışsa, basıncın azaltılması prosesi ısıtmayacaktır ve büyük tasarruflar söz konusudur.
  • Endüstriyel tesisler genellikle yetersiz olarak yalıtılır. Uygun yalıtım büyük kazanç demektir.
  • Büyük kompresörlerde hava veya su soğutmasıyla atılan ısıyı uygun tasarımla özellikle kışın mahal ısıtmalarında kullanmak mümkündür.
  • Plastik şeritler, kapı tamponları ve hava perdeleri büyük giriş kapılarından enfiltrasyonun bloke edilmesine yardımcı olur.
  • Ekonomizerler, dış havanın optimum kullanımını sağlarlar.
  • Tüm alanları ısıtmak yerine kısmi ısıtma yapmak için kullanılan radyant ısıtıcıların geri ödemesi ilgi çekicidir.
  • Sıcak kondensin geri dönüşü, enerji ve suda önemli tasarruf sağlar.
  • Isıtılan açık tankların kapatılması sık sık büyük enerji tasarruflarına yol açar.
  • Ürünün tekrar tasarımı, ısıl işlemde, kaplama, boya ve benzer işlemlerde enerji ihtiyacını sık sık düşürebilir.
  • Isıtılan veya iklimlendirilen yapılarda büyük miktarda egzost, atık ısı geri kazanımı için potansiyeldir.
  • Ekipmanların zamanlamasında yapılabilecek küçük değişimler talep yüklerini önemli miktarda azaltır.
  • Spot havalandırma, gerekli iklimlendirilmiş hava miktarını azaltır.

ERGENLİK VE KİMLİK BUNALIMI

ERGENLİK VE KİMLİK BUNALIMI
Latince “Adolescere” den türetilen ve batı dilinde "Adolescent" diye bilinen bu dönemin kelime anlamı "büyüme" olup, ruhsal alanda önemli değişikliklerin belirdiği, çocuklukla erişkinlik arasında yer alan hızlı büyümenin ve olgunlaşmanın olduğu bir çağdır.
            Ergenlikte Ortaya Çıkan Fiziksel Değişiklikler
            Ergenlik gerek fiziksel gerek duygusal değişimlerin çok hızlı yaşandığı bir dönemdir. Püberte (erinlik) dönemi ergenlik döneminin başlangıcıdır. İnsanın cinsiyet özelliklerini kazandığı gelişim dönemidir. Vücutta ve hormonlarda değişikliğin ortaya çıkışıyla bu dönem başlamış olur. Ergenlik belirtilerinin görülmesinden iki yıl önce her iki cinsin de hormonları yoğun bir hazırlığa başlamıştır. Kızlarda ve erkeklerde püberte ve adolesan döneminde androjen ve östrojen hormonları birlikte etkili olurlar. Çocukluk döneminde hem östrojen hem de androjenler böbrek üstü bezleri tarafından küçük miktarlarda üretilirler. Pubertede her iki cinste de görülen ilk endokrin olay gonadotropinlerin salgısının artışıdır. Bunun sonucunda, kızların overlerinde folikül gelişimi, erkeklerin testislerinde tübül gelişimi görülür ve östrojen ile androjen hormonlarının üretimi gerçekleşir. Her iki hormon her iki cinste de gelişir.
            Bireyin erinlik döneminde olduğuna karar verebilmek için en önemli 3 temel ölçüt;
1. Ay hali, gece boşalmaları,
2. İdrarın kimyasal analizinde, erkeklerde meni, kreatin ve androjen, kızlarda ise  östrojenin ortaya çıkması,
3. Kemik gelişiminin röntgenle saptanmasıdır.
            Erinlik yaşı genellikle kızlar da 8-13, erkeklerde 9-14 yaşları arasındadır. Bu dönemde görülen fiziksel değişimleri her iki cinste ayrı ayrı verecek olursak,
              ERKEKLER
·        Testis büyümesi
·        Genital bölgede pubis kıllarının görülmesi
·        İlk ejekulasyon (Penisten mayi ve spermin atılımı, boşalması)
·        Jinekomasti (bir miktar göğüs büyümesi olup  genellikle geçicidir.)
·         Puberteden yaklaşık 2 yıl sonra koltuk altı ve yüzde kıllanma
·        Ter bezleri gelişimi ve yüzdeki kıl deliklerinin büyümesi erkeklerde daha belirgindir.
·        Boy ve kiloda artış ile larenks (gırtlak) gelişimi sonucu sesin  çatallaşması. (Bu değişimlerin en hızlı olduğu dönem 14 yaş olup, ortalama 12-17 yaşları arasındadır. Boy değişiminin büyük kısmı erkeklerde kızlardan daha sonra görülür.)
·         Pubik kıllanma dikey olarak karına ve yanlamasına baldıra yayılır. Omuz genişliği artar.
             KIZLAR
·        Meme tomurcukları ve areola genişler.
·        Koltuk altı kıllanma erkeklerden daha önce başlar. Ter bezi ve por (delik) gelişimi erkeklerden daha az belirgindir.
·         Kilo ve boy artışı erkeklerden iki yıl önce görülür. Kızlarda püberte sonrası boy artışı erkeklerden daha azdır.
·         Pubik kıllanma yatay olarak alt abdomene (karın) ve uyluğun medial (iç) yüzlerine yayılır. Meme başı koyulaşmış ve areoladan dışarıya doğru projekte olmuştur.
            Ergenlik belirtilerinin başlaması ile birlikte hormonların etkisiyle de boy uzamasında belirgin bir hızlanma görülür. Ergenlik başlangıcında erişkin boy uzunluğunun yaklaşık %80’i, 2- 4 yıl içinde erişkin boyun % 99 una erişir. Boy büyümesi ergenliğin son evrelerinde giderek yavaşlayarak kızlarda 16-18, erkeklerde 18-20 yaşlarında durur. Erkekte omuzlar genişler, kalça dar kalır; kızlarda ise tersi olur. Kalça ilerdeki doğum olayına hazırlık olmak üzere genişler.
            Fiziksel Değişikliklerin Duygu ve Davranış Üzerindeki Etkileri
            Ergenlikteki fizyolojik değişikliklere karşı duygusal tepkiler çok çeşitli yönlerden incelenmiştir. Genellikle kabul edilen bu değişiklikler sırasında gencin dikkatinin ve enerjisinin kendine dönük olmasıdır. Genç bedeninde meydana gelen hızlı değişiklikleri çoğu kez bedenine karşı “bir yabancılaşma” olarak algılamaktadır. Yüzünü, bedenini merak eder, nasıl bir yüzü oldu, nasıl bir bedeni oldu, nasıl bir kol adalesi oldu, bütün bunları ve kendisini çok inceler. Dikkati daha çok bedenine yöneliktir. Enerjisi giyimine, güzel bir kız mı, yakışıklı bir erkek mi olduğu üzerinde yoğunlaşmıştır.     
            Hızlı büyüme ve bedendeki değişiklikler, yorgunluk ve huzursuzluk gibi belirtilerle kendini gösterir. Bu dönemde toplumsal sorumluluk ve görevlerin eklenmesi yorgunluk ve sinirlilik halinin daha yoğun şekilde ortaya çıkmasına neden olur. Genç bu yükleri çekecek kadar güçlü  değildir.
            Fiziksel değişikliklerin davranış ve duygular üzerindeki genel etkilerini şöyle sıralayabiliriz:
            Çalışma isteksizliği; Büyüme bütün enerjiyi çekmekte, başka yerlerde enerji kullanımı düşmekte ve bu da gencin çabuk yorulmasına neden olmaktadır. Bu yüzden de gencin eski çalışma isteği eskisine oranla azalır.
            Ahenksizlik; Erinlik başlayıp da bedende hızlı bir büyüme ortaya çıkınca hareketlerde ve dengede ahenksizlik belirir. Ergende bir ağırlaşma ve sakarlık görülmeye başlar. Fiziksel büyüme yavaşladıkça, ergen beden oranlarının yeni hızına gittikçe daha fazla uyum gösterir hale gelir.
            Huzursuzluk; Bedeni ve ilgileri farklılaştıkça, genç yeni ilgiler ve uğraşlar arayacak ve durmadan değişik işlere girişecektir. Büyüyen bedende fiziksel huzursuzluk da vardır. Uzun süre bir yerde oturamaz. Bu fiziksel gerginlik onu dolaşmaya iter.
            Cinsiyetle Fazla Uğraşma; Cinsiyet organlarındaki büyüme ve bu büyümenin yarattığı duygular çocuğun ilgisini bu bölgelere çeker. Mastürbasyon erkeklerde 13-14, kızlarda 10-12 yaşlarında üst noktadadır. Ayrıca aşırı çekingenlik ve çok sık hayal kurmalara da bu dönemde rastlanır. Kızlar bu dönemi erkeklerden daha zor geçirirler. Bunun nedeni ise bu evreye erkeklerden daha önce girmeleri ve toplumsal kısıtlamalara erkeklerden daha fazla boyun eğmeleri nedeniyledir.
            Ergenlik Döneminde Ortaya Çıkan Duygusal Değişiklikler
            Ergenlik döneminin başlaması ile beraber, ailenin denetiminde olan çocuk gitmiş, onun yerine sorumluluğunu kendisi almaya, aile denetiminin dışına çıkmaya çalışan bir genç olmuştur. Yeni arayışlar içerisinde olan genç, “ben kimim, neyim, ne olacağım, toplumdaki yerim ne?” gibi soruları bilinçsiz olarak kendine sormaya başlamıştır. Anne babanın etkisinden kurtulmaya, sıyrılmaya çalışır. Onun gözünde artık, anne ve babası hiç yanılmaz, hiç haklı kişiler değildir. Onları eleştirici bir gözle yeniden değerlendirmeye başlar. Beğenileriyle alay eder, düşüncelerini eskimiş bulur, inançlarını kuşkuyla karşılar, sanki artık anne ve babasından öğrenecek bir şeyi kalmamıştır. Anne ve babanın öğütleri batar, uyarıları onu kızdırır, tabii ki bunları yaparken dengeli ve kontrollü değildir, aşırıya da kaçabilir. Gencin bu davranışlarının nedeni, bağımsız olduğunu vurgulama savaşı, kimlik sorunu mücadelesidir. Maziden kopma yani bağımlı, uyumlu, ailesinin denetiminde olan birisi değil de, özgür bir birey olarak istikbale adım atma, varolduğunu, bağımsız bir birey olduğunu hissetmesidir.
            Gençlik döneminde ortaya çıkan ve her genç için normal kabul edilen duygusal değişiklikleri şöyle sıralayabiliriz:
            1. Yalnızlık isteği; 12-13 yaşlarına rastlayan bu dönemde evin etkinliklerine de karışmak istemez ve de bir süre kendini yalnızlığın içinde bulmak ister.
            2. Can Sıkıntısı; Erinlik döneminde ergen, çocuklukta daha önce zevkle oynadığı oyunlardan, isteklerden, yaptığı görevlerden bıkmış ve toplumsal eylemlerden kendini çekmiştir. Bu etkinlikleri aptalca karşılayan ergen kendini can sıkıntısı içinde bulur.
            3. Toplumsal Zıtlık; Ergen çevredekilerin etkinliklerine katılmakla kalmaz, her an kavga ve saldırıya hazır bir durumda, onların neşe ve huzurlarını engellemeye çalışır. Evle çatışma halindedir. Ailesindekileri beğenmez, kızar, alay eder. Huzursuzluk merkezi gibidir. Zıt gider, tartışmaya hazırdır.
            4. Otoriteye Karşı Direniş; Kız ve erkek çocukların ana babalarıyla olan çatışmaları 13 yaşlarında en üst noktaya ulaşır. Anneler çocuklarla daha uzun süre beraber olduğundan ve daha çok işlerine karıştığından onlara karşı direniş daha çoktur.
            5. Karşı Cinse Yönelmiş Zıtlık; Kızlar karşı cinsle olan zıtlığı, erkeklerden daha çok yaşarlar. Kızlarda erkeklere karşı küçük düşürücü davranışlar ve nefret daha sık görülür.
            6. Duygululuğun Artması; Karamsarlık, asık suratlılık, ufacık bir nedenle ağlamalar bu dönemin duygululuğu sonucu olmaktadır. Hiç bir şeyden hoşnut olmamak, her söyleneni kendine yönelik bir eleştiri gibi almak ve alınmak bu dönemin davranış özellikleridir.
            7. Kendine Güvensizlik; Genç, yaşamının akışındaki duygusal dalgalanmalar içerisinde, bir an kendini kısa bir süre için güvensiz olarak hisseder. Bu kendine güven eksikliği, kısmen bedensel dünyasında meydana gelen değişiklikler sonucu oluşan fiziksel direncinin azalmasından, kısmen de üzerindeki toplumsal baskıdan ve eleştiriden ileri gelir.
                  Ergenlik Döneminde Düşünce ve Zekanın Gelişmesi
            Bireylerin bilgi edinme ve bu bilgiyi kullanma biçiminin gelişimine “bilişsel gelişme”, yeni bilgiyi alıp daha önce öğrendiklerini kullanarak karşısına çıkan yeni problemleri çözebilme yeteneğini ise “zeka” olarak tanımlayabiliriz. Gençlik, bireyin yetişkin düşüncesine özgü bilişsel yetenekleri kazandığı ve geliştirdiği bir dönemdir. Bu süreç, soyut (formal-operasyonel) düşünceye geçişle başlar.
Zekanın ergenlik dönemine kadar dik bir eğri boyunca hızla geliştiği, 15-16 yaşlarında doruğa ulaştığı, ondan sonra yatık bir eğri izleyerek 20 yaşına kadar yavaş bir gelişme gösterdiği kabul edilmektedir. Erkekler kızlara göre görsel-uzaysal, matematiksel konularda daha avantajlı iken, kızlarda dil gelişimi daha erken başlar.
Ergenlikte Kimlik Kavramı ve Gelişimi
            Sosyal olgunluğa erişmenin üç önemli boyutu olan bağımsızlık, kimlik ve cinsel kimliğe uygun olan davranışları kazanmak gençlik döneminde farkına varılan ve çocuklukta çözümlenmemiş sorunların çözümü için son şans olduğundan bu dönem insan yaşamında önem kazanmaktadır.
             Gençlik döneminin en önemli bir sorunu kendi “benliğine” ilişkin KİMLİĞİNİ kazanmasıdır. Çağdaş bir toplumda yaşayan her insan üç ayrı kimlik kavramı geliştirir. Bunlar kişisel, ulusal ve evrensel kimlik kavramlarıdır. Bu kimlik kavramları birbirini karşılıklı etkileyerek ve tamamlayarak insan yaşamına anlam verir. Diğer önemli bir husus da gencin cinsel kimliğini kazanmasıdır. Cinsel kimliğin kazanılması, gençlik döneminde ortaya çıkan cinsiyete özgü fiziksel ve hormonal değişiklikleri, iki cins arasındaki belirgin farkları psikolojik olarak kabul etmek, kendi cinsine ilişkin davranış biçimlerini, cinsiyet rollerini benimsemek, karşı cinsle yakın ve sağlıklı ilişkiler kurabilmektir.
           ERGENLİK VE KİMLİK BOCALAMASI
Ergenlik başkalaşım (metamorphose) ve dönüşüm (mutation) demektir. Ergenlik döneminde birey hem bedensel, hem ruhsal, hem de toplumsal alanda değişime ve dönüşüme uğrar.
Ergenlik dönemi bireyin, farklı yaşam alanlarında “ben kimim?” sorusuna yanıt aradığı, yaşam içinde yürüyeceği yolu çizmeye başladığı bir evredir. Bu süreç “kimlik şekillenme” (identity formation) sürecidir ve ergen bu temel görevini yerine getirirken birçok sorun ve karmaşayla yüzyüze kalacaktır. Bu öyle bir evredir ki literatürde ve kuramlarda ergenlik stres ve karmaşa dönemi olarak betimlenmektedir.
            Ergenlik terimi ile eşdeğer kullanılan terimler adolesan, puberte ( latincede puberscere: yani kıllarla kaplanmak), gençlik ve juvenil dir.
            Ergenlik psikolojisi konusunda bugünkü anlamıyla, bilimsel diyecebileceğimiz ilk çalışmayı yapan ve Adolesence adlı kitabı yazan G. Stanley Hall’a göre ergenlik yeniden doğuş dönemdir. Hall, filogenetik (türün evrim içinde gelişimi) ile ontogenetik (bireyin yaşam süreci içinde gelişimi) gelişimi simetrik kabul eder. Hall, ergenlik dönemini insan yavrusunun, toplumun bir bireyi olacak şekilde uygarlaşma dönemi olarak görür. Fransız psikanalist Françoise Dolto da ergenliği ikinci doğum olarak tanımlar ve dönemde bireyin kırılgan olduğunu belirtir.
            S. Freud’a göre ergenlik Ödipal çatışmanın yeniden yaşanmasıdır. Çocuğun 3-5 yaşları arasında yaşadığı Ödipal çatışma, dürtülerin bastırılması, cinsel kimliğe ulaşılması ve toplumsallaşmaya yönelik ilk adımların atılmasıyla çözümlenir. Ergenlik döneminde bu çatışma, biyolojik dürtülerin güçlenmesiyle yeniden ortaya çıkar ve yeniden bir toplumsallaşma süreci yaşanır.
            Anna Freud ergenliği “fırtına ve stres dönemi” olarak tanımlarken ergenliği çelişkiler dönemi olarak görür. Peter Blos’a göre de ergenlik “ikinci ayrılma-bireyselleşme” dönemidir. Nesne ilişkileri kuramcılarından Jacobson’a göre ise bu evre “yas dönemi”dir. Anne-babadan ayrılma sürecinin ergende yas benzeri bir durum ortaya çıkardığı ve yasın çözümlenmesinin ego ideali gelişiminde önemini vurgular.
            Kişiler-arası (interpersonal) ilişkiler kuramının öncüsü olan Sullivan, ergenliği cehenneme benzetir. Fakat son dönemlerde yazarlar ergenlik döneminin yaşamın diğer dönemlerinden daha stresli ve sorunlu olmadığını görüşünü savunmaktadırlar (Offer ve ark. 1990).
            Ergenlik dönemi bilişsel-gelişimsel kuramda (Jean Piaget) “Soyut İşlem Evresi” içinde yer alır. David Elkind (1979) bilişsel gelişim içinde, ergenlerin soyut düşünme yeteneğiyle çocuklardan farklı biçimlendikleri benmerkezciliğe dikkat çekmektedir.
            Ergen gelişiminin çok boyutlu olması (biyolojik, psikolojik ve toplumsal) ergenliğin sınırlarının net bir şekilde belirlenmesini engellemektedir. Yaş olarak bu süre genelde 12-21 yaş arası kabul edilmektedir (Marcia 1980).
            Ergenlik kimlik şekillenmesi (identity formation) için temel evredir.
KİMLİK KAVRAMI VE KURAMLARI
Marcia kimliği, duyu (sense), tutum (attitude) ve çözülme (resolution) kavramlarıyla açıklar ama yazar bu kavramla ilgili olarak en iyi terimin “içsel bir kendilik yapılanması” (internal self-constructed) olduğunu belirtir. Kimlik bireyin dürtülerinin, yeteneklerinin, inançlarının ve bireysel tarihinin dinamik bir organizasyonudur (Marcia 1980).
            Erikson ise (1968) kimlik oluşum sürecini bilinç ve bilinç-dışı mekanizmaların bileşimi olarak açıklamaktadır. Yazara göre ego-kimliği kavramı bireyin kendine bakışının yapılanmasıdır.
KİMLİK DUYGUSU
“Self” kelimesinin Türkçe olarak “kendi, kendilik, öz, bazen de benlik” anlamına gelir. “Öz “ karşılığı yani “kendim” anlamında uygun kaçmaktadır. Mesela self-respect: öz saygı, self-confidence: öz güven uygun olmaktadır.
Kimlik çok çeşitli bağlamlarda kullanılan bir kavram-ego kimliği, öz kimliği, kişisel kimlik, grup kimliği, ulusal kimlik, cinsel kimlik, kültürel kimlik, mesleki kimlik ve başkaları. Bunların hepsi bireyin kimlik duygusunun değişik yanlarını oluştursa da bu duygunun kaynağına inmek açısından anahtar kavram ego kimliğidir (ego identity).
Dereboy (1993) kimlik duygusu ve bileşenlerini şöyle açıklar: “kimlik duygusu, bireyin kendini birey olarak benzersiz ve kendine özgü bir tarz içinde varolduğunu ve bu tarzın süreklilik gösterdiğini duyumsayışıdır” Kimlik duygusu belirli yaşantıların bileşimidir:
1.Özün (self) zaman içindeki aynılık ve sürekliliği: çocukluktan bu yana dış görünüşümüz, düşünce ve davranışlarımız değişmekte olsa bile biz hep aynı insan olarak kaldığımızı duyumsarız. Bocalama içindeki hastalar, çocukluklarını kendi geçmişleri olarak algılamakta zorlandıklarını belirtirler. Öyle ki, kimi hastalar çocukluk resimlerine baktıklarında resimdeki çocuğun kendileri olduğunu bildiklerini ama öyle hissedemediklerini, ya da kendilerini o çocuğun büyümüş hali gibi düşünmekte güçlük çektiklerini dile getirmektedirler. Yani kendi geçmişine yabancılık hissetmektedirler.
2.Özün roller içindeki aynılık ve süreklilik yaşantısı: günlük yaşantımızda sürekli olarak değişik ortamlar ve insan ilişkileri içinde farklı rollerde oluruz. İçine girdiğimiz değişik roller arasında derinden derine bir tutarlılık ve özümüze uygunluk olduğunu duyumsarız. Bocalama içindeki gençlerin başta gelen yakınmaları arasında, her ilişkide bir başkası olmak ve hangi ilişkide gerçekten kendisi olduğunu bilememek gelir. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak bu gençler, davranışlarının sahte olduğunu, sürekli rol yaptıklarını ve kendileri olamadıklarını düşünürler.
3.Özün başkaları önündeki  aynılık ve süreklilik yaşantısı: insanlarla farklı ilişkiler kurarız. İlişkilerimizde inişler-çıkışlar olur. Yine de ilişki kurduğumuz insanların hepsinin biz de aynı insanı tanıdıklarını düşünürüz.
4.Kendi yolunda yürüyor olma yaşantısı: bireyin seçtiği ve yürüdüğü yolun kendi yolu olduğunu algılaması, yöneldiği geleceğin özüne uygun olduğunu duyumsaması.
Kimliğin bu temel bileşeni birbirinden kesin sınırlarla ayrılamaz ve birbirleriyle ilişkilidir.
Öz İmgesi (self-image) ve Nesne İmgesi (object-image) ile Tasarımları (representation)
Bilinçdışımızda tüm etkileşimlerimizin kaydının tutulduğunu ve yaşamımızdaki önemli insanlar için de özel dosyalar açıldığını söyleyebiliriz. Örneğin annemizle ilgili bir anne imgesi yani daha genel deyişle “nesne imgesi” oluşmaktadır. Tabi ki bu nesneler sadece görüntü değil nitelikleriyle anlam ifade eden imgelerdir. Eğer annemiz bizi olumlu bir davranış nedeniyle kutluyorsa “seven beğenen anne imgesi” olarak kaydedilecektir. O andaki kendi görüntümüz de “sevilen, beğenilen, kıvanç duyan, iyi ben” olarak kaydedilecektir. Buna da öz imgesi (self-image) diyebiliriz. Yani öz imgesi bir yönüyle ilişkiler sırasında belirlenmektedir. Durmadan yenilenen öz imgeleri eskisiyle karşılaştırılır. Bütün görüntüleri üst üste getirip, hepsinden bir iz taşıyan tek ve genel bir görüntü yaratmaya çalışır. Çevremizdeki insanlarla etkileşimden kaynaklanan öz imgelerimizin bilinç dışı harmanlanması ile oluşan genel görüntüye öz tasarımı (self-representation) denir. Aynı şekilde, çevremizdeki insanların herbirinin beynimizde oluşan harmanlanmış görüntüsü de nesne tasarımı (object-representation) olarak adlandırılır. Tabi ki sadece bunları ilişkiler belirlemez.
Öz imgelerinin genel olarak bilinçöncesi olması, bunların harmanlama sürecinin bir de bilinçli yanı olduğunu düşündürür. Kişinin, kendisine ilişkin bu bilinçli algısını öz kavramı (self-concept) olarak anabiliriz. Bilinçdışında kullanılan harç birincil süreç  düşünce (primary process thinking) iken, bilinçte kullanılan harç ikincil süreç düşünce (secondary process thinking) dir. Öz kavramı daha çok bilişsel psikoloji alanında kullanılır. Yani insanın bilinçli olarak kendisini algılaması ve kendi üzerinde düşünmesidir. Erikson (1968) kişinin kendisi üzerine bilinçli algısı ve düşüncesini “Ben” olarak adlandırılır. Aynı sekilde bilinçli düzeyde algılanan nesne imgeleri ise nesne kavramı olarak adlandırılır. Kişinin beynindeki nesne tasarımları ve nesne kavramları topluca o kişinin iç nesnelerini (internal objects) ya da nesne dünyasını (object world ) oluşturur.
Kişinin kendisinin biyolojik, ruhsal ve toplumsal özellikleriyle kendi beyninde oluşmuş görüntüsü öz (self) olarak adlandırılır. Bize kendini nasıl gördüğünden söz eden bir insan öz kavramını ortaya koymaktadır. Kendini kötü ve değersiz gördüğünü ifade eden bir hasta öz kavramını aktarmaktadır. Biz özü derin olarak hisseder ve dolayısıyla “ben” diyebiliriz ki buna öz duygusu (sense of self) denir. Öz duygusu; kendi bedenimiz içinde kendimiz olarak varolduğumuzu duyumsayışımızdır.
Öz imgelerin ve nesne imgelerinin bilinçdışında biribirinden ayrıştırılması gerekir. Öz duygusu kimlik duygusuna göre daha temel bir yaşantıdır. Öz duygusunu olmadığı yerde kimlik duygusundan bahsedilemez.
Beynin bilinçdışı etkinliği psikanalitik alanda “ego” dur. Egonun temel işlevi yaşantıları gözlemek ve sentezlemektir.
Ergenliğe girişle birlikte öz imgeleri arasındaki çelişki daha keskin biçimde algılanmaya başlanır. Buda gencin kendisini tutarlı bir kişi olarak algılamakta zorlanmasıdır. Olumlu ve olumsuz öz imgelerinin kaynaştırılması ile öz kimliği oluşturulur. Yani kişinin kendisini olduğu gibi kabul edebilmesidir. Kimlik duygusu egonun yaşantılarını gözleyici ve örgütleyici işlevlerinin ürünü olarak görülmelidir (Erikson 1968). Ego kimliği terimiyle anlatılmak istenen, egonun kimliği değil; egonun işlevselliği sonucu yaratılan ve sürdürülen kimlik duygusudur.
Nesne İlişkilerinin İçselleştirilmesi (internalization)
Burada özdeşim (identification), içe-atım (introjection), yansıtma (projection) ve içe-alım (incorporation) kavramları da ele alınmalıdır. Mahler’e göre 5.nci ya kadar bebek , annesini kendisinin dışında bir varlık olarak değil; kendisinin bir parçası olarak algılar. Bu evre sembiyotik dönem olarak adlandırılır. Bu dönemde öz ve anne imgeleri ayrıştırılamaz. Daha sonra ayrışma-bireyselleşme süreci başlar. 3 yaşına kadar büyük kısmı tamamlansa da yaşam boyu sürer. Ayrılma ve bireyselleşme yönündeki ikinci büyük atılımın gençlik çağında kimlik oluşumuyla birlikte gerçekleştiği söylenebilir.
Nesne ilişkilerinin içselleştirilmesi ile özdeşim oluşur. Çocukta sevdiği insanlara benzemek, onlar gibi olmak arzusu varlığını sürdürmektedir. Bunun etkisiyle, o insanların benimsediği özelliklerinin kendisinde bulunduğunu düşler. Bu düşlemler, çocukta gerçekçi öz imgelerine ek olarak arzulanan öz imgelerinin (wishful self-images) doğmasına neden olur.
Kimlik Kuramları
Erikson-Psikososyal Gelişim Kuramında Kimlik Kavramı: Erikson’un ego gelişimini beşinci evresi kimlik duygusuna karşı rol karmaşasıdır. Ego kimliği, bireyin geçmiş deneyimlerinin, daha sonraki evrelerde zorlayıcı biçimde artan ve çeşitli sosyal rollerin içinde egonun uyumsal işlevleriyle yeniden harmanlanmasıdır. Ego kimliği duygusu ego kimliğinden alınan süreklilik (continuity) ve aynılık (sameness) algısıdır.
Bu aynılık ve sürekliliğe olan güven başkalarının gözünde de doğrulanmalıdır. Bireyin kimlik duygusunun, cinsel, mesleki, toplumsal, etnik, ideolojik açıdan tanımlanmaya ve kabul görmeye gereksinimi vardır. Bu sosyal kimlik duygusunu oluşturur. Bireyin içinde bulunduğu toplumda bir yer edinmesi, rollerini ve değerini tanıması sosyal kimliğin özünü oluşturur. Birey yaşamındaki önemli alanlarda anlamlı bağlar (commitment) kurmalıdır ve sosyal kimliği bu bağlar oluşturur. Sosyal kimlik, bireyin günlük yaşamda değişen rollerinde (evlat, eş, baba) aynılığı kavramasıdır (Marcia 1993).
Bireyin geçmiş deneyimleri ve özdeşimleri ile şimdiki deneyim ve özdeşimlerinin bileşimine Erikson kişisel kimlik demektedir. Yazara göre sosyal kimlik ve kişisel kimlik ego kimliğinin bileşenleridir. Erikson ergenliği yeniden yapılanma (reconstruction) olarak görür, bu nedenle de kimlik duygusunun kazanılmasında en kritik evreyi ergenlik kabul eder. Erikson kimlik oluşumunu nesne ilişkileri açısından içe atımlar-özdeşimler-kimlik oluşumu olarak üç aşamayla açıklar. Yazar içe atımı kısaca, bir başkasının imgesinin ilkel içe alımı olarak tanımlar ve içe atım düzeneğini yaşamın erken dönemlerinde yer alan bir nesne ilişkisi biçimi olarak görür. Özdeşim kavramı, toplumsal roller ve bunların tanınmasıyla ilişkilidir. Yani çocuk çevresindeki bireylerin üstlendikleri rollerin farkına vardıktan sonra, bu rollerle özdeşim yapar. Yaş ilerledikçe üstlenilecek olan toplumsal rollerin üst-üste dizilişini, yani hiyerarşisini öğrenir ve bu rollere hazırlanır. Kimlik oluşumu, yalnızca öz imgelerinin değil, egoda saklanan rol imgelerinden oluşan özdeşimlerin de kaynaştırılmasıdır. Kimlik oluşumunda özdeşimlerin seçici olarak özümlenmesi ve bazılarının atılması gereklidir. Bu özümleme ile aynı zamanda ego ideali netlik kazanacaktır. Kuramcı kimlik oluşumunun aşamalı-oluşum (epigenesis) gösterdiğini vurgulamaktadır.
Psikososyal Gelişim Kuramı’nda ergenlik döneminde yaşanan psikososyal kriz kimlik krizi adını almıştır.   Erikson’a göre ego kimliği dış uyaranlarla bağlantısı önemlidir ve ergenlik döneminde birey yaşadığı fiziksel ve psikolojik gelişim nedeniyle yoğun bilgi uyaranına maruz kalmaktadır. Bu durumda, bu bilgilerin organizasyonu güçleşir ve kimlik duygusunda sorunlar ortaya çıkar.
Kimlik Krizi yaşantısı Erikson’a göre 4 şekilde sonuçlanabilir:
1.Kimlik duygusunun kazanılması (identity achievement): bireyin yaşam alanlarındaki bağlantılarını (commitment) yapmış, yolunu belirlemiş olması.
2. Askıya alma (moratorium): Birey bağlantı yapmayı erteler, kesin bağlantılar yapmadan önce bazı kimlik örüntülerini deneyerek araştırma yapar. Ergen, yetişkinlik sorumluluklarını almaya geçişte bir tür hazırlanma ve zaman kazanma dönemi seçer.
3. Kimlik karmaşası (identity confusion): ergen güçlü travmalarla karşılaşıp, toplumsal hoşgörüyü bulamazsa karmaşa yaşar. Bu klinik belirtiler gösteren psikolojik bir durumdur (Erikson 1984).
4. Kimlik Dağınıklığı (identity diffusion): kimlik karmaşasının daha da ağırlaşmış ciddi psikiyatrik hastalık olarak görülen halidir.
5.Ters kimlik (negative identity): kimlik karmaşası yogun olan ergen bu rahatsızlık duygusundan kurtulmak için, toplumsal beklentilerin tam karşıtı olan rolleri ve idealleri benimser.
            James Marcia-Kimlik Durumları (Statüleri) Kuramı (identity status)
            Kimliği ölçülebilir ve gözlenebilir özelliklerini ön plana çıkararak ele alan kuramcı J. Marcia’dır. Kuramcı kimlik duygusunun işevuruk (operational) tanımını ortaya koymuştur. Kimlik yapılanmasını dinamik bir süreç olarak değerlendirmekte; öz-nesne ayrışması ile başladığı ve ileri yaşta son bulduğunu vurgulamaktadır.
            O’na göre temel olarak iki yaşam alanı-ideoloji ve kişiler arası ilişkiler- vardır. İdeoloji alanında; dini inançlar, politik seçimler, meslek seçimi, felsefi yaşam biçimi, kişiler arası ilişkiler arasında; arkadaşlık, flört, cinsiyet rolü, boş zaman uğraşısı gibi yaşamsal alanlar tanımlanmıştır. Bireyin bu yaşam alanlarında kimlik tanımlamalarını yaptığı ve kimlik duygusunun bu alanlardaki davranışlarla görülebileceği sayıltısı Marcia’nın görüşlerinin temelini oluşturur.
Marcia’nın kuramında, kimlik şekillenmesinin, iki boyutu mevcuttur. Birincisi, yaşam alanlarında, çeşitli alternatifler arasında seçim yapabilmek için yaşanan yoğun sorgulama süreci- seçeneklerin araştırılması (exploration of alternatives)- dır. Bu yaşamsal alanlarda, alternatifler arasında bir karara varma ve bu kararın gerektirdiklerini yerine getirme ise ikinci boyut-bağlanma (commitment)-dir. (Marcia 1993).
Marcia yaşam alanları ve kimlik şekillenmesinin iki boyutunu göz önünde bulundurarak dört ayrı kimlik statüsü tamamlanmıştır (Marcia 1993):
1. Başarılmış Kimlik Statüsü (Achievement): yoğun bir araştırmadan sonra yukarıda tanımlanan yaşam alanlarında kalıcı bağlanmalar yapılmıştır.
2. Askıya Alınmış Kimlik Statüsü (Moratorium): Yoğun bir araştırma yapılmıştır ama herhangi bir bağlanma yapılmamıştır.
3. İpotekli Kimlik Statüsü (Foreclosure) hiçbir araştırma yapılmadan yakın çevredeki otorite figürlerinin (ana-baba, geleneksel beklentiler) birey için önerdiği ya da planladığı beklentileri karşılayan bağlanmalar yapılmıştır.
4.Dağınık Kimlik Statüsü (Identity Diffusion): Ergen yoğun bir araştırma yapmış fakat hiçbir bağlantı gerçekleştirememiştir veya bağlantı yapmak için hiçbir araştırma yapmamıştır.
BAŞARILMIŞ
ASKIYA ALINMIŞ
İPOTEKLİ
DAĞINIK
Seçeneklerin Araştırılması
Var
Var
Yok
Var ya da yok
Bağlanma
Var
Yok
Var
Yok
Marcia (1993) başarılmış ve askıya alınmış kimlik durumlarına üst kimlik durumları, ipotekli ve dağınık kimlik statülerine alt kimlik durumları olarak tanımlar.
Kimlik Bunalımından Kimlik Bocalamasına
Genç bir hastanın sorununun  depresyon mu yoksa kimlik bocalaması mı olduğunu sormak bir yanılgı olur. Çünkü, biri klinik-betimleyici (deskriptif) bir durumu diğeri ise dinamik-çözümleyici (analitik) durumu tanımlamak için kullanılır. Kuşkusuz, klinik ve dinamik tanılar birbirlerini tamamlar.  Erikson kimlik bocalamasını bir klinik tanı olarak düşünmemiş ve önermemiştir. Kendi ifadesiyle; “kimlik bocalaması elbette bir olgu değildir. Gelişimsel bir bunalım olarak değerlendirilebilir. “ Erikson için kimlik bocalaması kavramı betimleyici (descriptive) değil, çözümleyici (analytic) bir kavramdır.
Kimlik bunalımı (identity crisis) Erikson’un kuramında aynı anda iki şeyi birden anlatır: Gelişim çizgisinde yer alan bütünlük bunalımı (crisis of wholeness) ve ruhsal-toplumsal bunalımı (psycho-social crisis) içerir. Erikson ruhsal-toplumsal gelişimi 8 evrede düşünür. Bu aşamalı-oluşum evrelerinin herbirinde birbirine karşıt duygular yaşanır. Bu duygulardan hangisinin başat duruma geçeceği o evrenin ruhsal toplumsal bunalımının konusunu oluşturur. Gençlik çağının ruhsal toplumsal bunalımına, yani kimlik bunalımına özgü karşıt yaşantılar, kimlik duygusu ve kimlik bocalaması olarak belirlenir. Kimlik bunalımının normal akışı içerisinde kimlik duygusunun genel olarak ön planda olması beklenirse de, zaman zaman kimlik bocalaması yaşantısının bireye egemen olması kaçınılmazdır. Bu anlamda, kimlik bocalaması her gençte en azından dönem dönem söz konusu olur (Erikson 1982). Öte yandan, bir gençte kimlik bocalaması yaşantısının genel olarak kimlik duygusunun önüne geçmeye başlaması durumunda gizil kimlik bocalamasından (latent identity confusion) söz edilir. Gencin yaşadığı ruhsal sorunlar uyumunu belirgin biçimde bozmadığı ve klinik belirtilere yol açmadığı sürece bu terimi kullanmak uygun olur. Gençte uyumu tümüyle bozarsa akut kimlik bocalaması (acute identity confusion) olarak tanımlanır. Dereboy kimlik kargaşası veya karmaşası terimi yerine kimlik bocalaması terimini tercih ediyor. Çünkü kargaşa terimi daha çok bozukluk ifade ederken, bocalama gelişimsel bir sorunu ifade etmektedir. Akhtar (1984) ve Kernberg (1986) kimlik bocalamasını anlatmak için daha vurgulu olan “identity diffusion” terimin kullanmayı yeğlerler.
Gönül verme ya da bağlanma (commitment) kavramı; kişinin en genel anlamında bir uğraşı ya da ilişkiye kendini tam anlamıyla vermesidir.
Jacobson (1964) ve Kernberg (1967), kimlik bocalamasını sınır kişilik örgütlenmesinin bir klinik belirtisi, yani sonucu olarak düşünürler.
Kimlik bocalamasına neden olan etmenler kabaca iki kümede ele alınabilir: Toplumsal ve Bireysel. Bu bağlamda, ailenin ya da toplumun yaşam tarzında belirgin bir değişikliğin olduğu, bir anlamda kültürel bir kopuşun yaşandığı durumlarda, gençlerin kimlik oluşumunun görece zora girdiği söylenebilir. Çünkü böylesi dönemlerde, sadece gencin önündeki rol örnekleri aşırı bir çeşitlilik ve karşıtlık kazanmakla kalmaz; toplumun egemen ideolojisi de geçerliliğini yitirmeye yüz tutar. Bir anlamada, toplumun kendisinin kimlik bunalımı yaşadığı ve çeşitli toplumsal kesimler arasındaki yabancılaşmanın üst düzeye çıktığı yerde, gençlerin bireysel düzeydeki kimlik bunalımlarının da daha belirgin bir nitelik alması ve yere yer bocalamaya dönüşmesi kaçınılmazdır.
Kimlik bocalamasının bireyin gelişiminde yatan etmenleriyse; çocukluk dönemlerinden gelen güvensizlik, utanç, kuşku, suçluluk ve aşağılık duygularının eşliğindeki olumsuz öz imgelerdir. Gençlikte girilen uğraşlar, çocukluktan gelen olumsuz öğeleri zayıflatmak yerine pekiştirirse, kimlik bocalaması kaçınılmaz olur.
Akut Kimlik Bocalaması
Dinamik açıdan bakıldığında;
1.                         Egonun olumlu bir kimlik duygusu yaratmak konusunda açığa çıkmış yetmezliği ve pes edişi
2.                         Öz tasarımda dağınıklık
3.                         Nesne tasarımlarında dağınıklık
4.                         Ego ülküsünde dağınıklık
5.                         Süperego işlevlerinde bozukluk
Klinik-betimsel düzeyde; çeşitli nevrotik belirtilerden psikoza kadar uzanan bir tablo söz konusu olabilir. DSM-III’de kimlik bozukluğu tanısı birinci eksende yer almaktadır. DSM-III-R’da  köklü bir düzeltme ile kimlik bozukluğu birinci eksen tanısı olmaktan çıkarılmış ve “kimlik bocalaması” adıyla ikinci eksene yerleştirilmiştir. DSM-IV’de “Klinik ilgi odağı olabilecek diğer durumlar”başlığı altında “kimlik sorunu” olarak yer almaktadır. Ancak bu sınıflandırmalarda açıklayıcı bilgi yer almamaktadır.
Akhtar (1984), kimlik bocalamasının tanı koyucu belirtilerini şöyle sıralamaktadır: çatışan karakter örüntüleri, özdeki zamansal süreksizlik, içtenliğin yitirilmesi, boşluk duyguları, cinsel bocalama, etnik kökenden kopmuşluk ve tutarlı değerler sistemine sahip olmama.
Kimlik Bocalamasının Öğeleri
I.                    Ruhsal Yapılardaki Sorunlar
·        Öz tasarımda ve öz kavramda dağınıklık
·        Nesne tasarımlarında ve nesne kavramlarında dağınıklık
·        Ego ülküsü ve öz ülküsünde dağınıklık
·        Süperego işlevlerinde bozukluk
II.                 Kimlik Duygusunda Sorunlar
·        Özün zaman içindeki aynılık ve sürekliliği yaşantısının yitirilmesi
·        Özün roller içindeki aynılık ve süreklilik yaşantısının yitirilmesi
·        Özün  başkalarının gözünde aynılık ve sürekliliği yaşantısının yitirilmesi
·        Kendi yolunda yürüyor olma yaşantısının yitirilmesi
·        Gerçekçi bir yaşam çizgisi belirleyip bu çizgiye yönelememe
·        Tuttuğu yolu ya da varoluş tarzını tam olarak benimseyememe
·        Toplumsal çevrede kendine tanınma sağlayamama
III.               Aşamalı – Oluşum Evreleriyle İlişkili Sorunlar
·        Zaman kargaşası
·        Kendiyle uğraşma ve kendinden kuşku duyma
·        Rol ketlenmesi ve kendini çelmeleyici bir role saplanma
·        İşeyaramazlık duygusu ve çalışma felci
·        Cinsel bocalama
·        Otorite kargaşası
·        Değerler kargaşası
IV.               Ters Kimlik Seçimi
·        Topluca aranan ters kimlik seçenekleri
·        Hasta kimliği
Bocalayan gençler çok zaman sorunlarının çözümünün bir önderle bütünleşmekten geçtiğine inanır ve onu ararlar. Bu yönelişin altında, önderin kılavuzluğunda herşeyi sil baştan yeniden öğrenme ve bu yolla kendini yeniden yaratma isteği yatar.
            Çocukluk ve gençlik yılları boyunca görülen, tanınan ve özdeşim yapılan rol örnekleri arasında olumluların yanında olumsuzlar da yer alır. Herşeyden önce özdeşim bilinçli bir süreç değildir ve olumsuz rol örnekleriyle yapılan özdeşimlerden kaynaklanan bilinçdışı bir arzu-yasak ve ürkütücü yola sapma arzusu-çoğu kimsede bilinç düzeyine hiçbir zaman gelmeyecek olsa da derinde hep vardır. Başka deyişle “ters kimlik” (negative identity)  her zaman vardır (Erikson 1982). Öç alıcı tarzda ters kimlik seçimi, hastalıklı ölçüde hırslı ebeveynlerin gencin önüne koydukları hedeflerin, onun gözünde ulaşılmaz olması durumunda  da gündeme gelebilir.
Hasta kimliği (patient identity), psikiyatri kliniklerinde tedavi gören bocalama içindeki gençler için el altındaki bir ters kimlik seçeneğidir. Çünkü, tedavi gerektiren ruhsal sorunları olduğu doktorlar tarafından onaylanmış ve çevreleri de kendilerine bu yüzle bakmaya başlamıştır. Bir anlamda, kendilerini bir ruh hastası olarak görmeleri ve toplum tarafından da öyle tanınmaları için her şey hazırdır. Tehlike, gencin bu rolü benimsenmesinde ve ruh hastası olarak kalmaya yönelmesinde yatmaktadır. Bir yönüyle ruh hastası olma nedeniyle her türlü yükümlülükten kurtulma amaçlanmaktadır. Bu tür ergenler tedavi sırasında da sorumluluktan kaçma ve tedavide oyalanma eğiliminde olabilirler.

Robin COOK - İstila

                                                         KİTAP ÖZETİ


KİTABIN ADI
İstila
KİTABIN YAZARI
Robin COOK
YAYINEVİ VE ADRESİ
Cumhuriyet Kitab Kulübü Çağaloğlu/ İSTANBUL
BASIM YILI
1999


1. KİTABIN KONUSU      :
Hızla gelişen bu evrende dünya ondan başka da dünyalar olduğunu fark etmeli ve buna yönelerek bu konuda kendine göre bir takım işlere başlamalıdır. Yoksa bir gün bu alanda bulunan (dış çevredeki) varlıklar onu fethedebilir. Bunu göze alarak bilime ve teknolojiye önem vermenin bilincinde olmalıdır.   

2. KİTABIN ÖZETİ  :
 Her şey bir gece aniden olan bir meteor yağmuru ile başlar, şehirdeki tüm elektronik eşyalar yanmıştır. Bu olaydan sonra çevrede siyah çakıl taşlarına benzeyen cisimler fark edilir. İnsanlar bu çakıl taşlarına dokunduklarında bu çakıl taşları insanlara bir protein aşılayarak, insan ve tüm canlı genlerinde 2.5 milyar senedir pasif bir şekilde bulunan, fakat bu aşı ile beraber aktifleşecek bir virüs canlanır ve değişim başlar. Artık insanlık nezleden daha hızlı yayılan bir belayı bir avuç bilim adamı ile atlatmak zorundadır.

3. KİTABIN ANA FİKRİ :
Sürrealist bir görüşle; uzaydaki diğer toplumların da var olduğu, bizleri izlediği ve uygun ortam oluştuğu takdirde dünyadan insanlığın çıkarılıp yeni bir ırkın dünyayı istila edebileceği.

4. KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Kitapta gösterilecek bir şahıs  veya eser kahramanı yoktur; çünkü yazar aniden insanlar tarafından bilinmeyen bir varlığın çıktığını ve hızlıca yayıldığını anlatan bir olayı yazıyor. Varlık, insanoğlunun gördüğü ve bildiği hiç bir şeye benzemiyor: yeni bir terminatör klasiği...

5. KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Kitapta olay çok heyecan verici bir şekilde gelişerek devam ediyor. Her insanı şaşırtabilecek bir yetkiye sahip diyebiliriz.Kitabın getirdiği yeniliği şöyle ifade edebiliriz; 2.5 milyar gibi çok uzun bir zaman periyoduna bağlı bir senaryoya internet kavramının ve hüzünlü bir aşk hikayesinin sığdırılabilmesi. Kitapta bilim ve yeni çağımız hakkındaki kavramların bulunması kitabı daha da zevkli hale getirmiştir, bunu okuyan herkesin bu kitabı seveceğine inanıyorum.

6. KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:
Robin Cook romanlarıyla çok büyük üne kavuşmuş bir yazardır, çok  sıradışı bir hayat yaşamıştır ki, genelde tüm yazarların hayatı böyle olur. Bilime çok önem veren ve bunu eserlerinin çoğunda kullanan bir yazardır. Onun eserleri hakkında hatta şöyle derler; ”Bizi ölümüne korkutmayı, bir zamanlar doktor olan Robin Cook’a bırakın”. Robin Cook, en bastırılmış çekincelerimizi bile şaşırtıcı bir yetenekle gün ışığına çıkarıp bizi kendimizle yüzleştiren bir yazar. En kışkırtıcı yapıtı olarak nitelenen bu kitapta, Robin Cook; kaynağı bilinmeyen, bu nedenle daha da dehşet verici olan yeni bir varlığın ortaya çıkıp aniden yayılmasını anlatıyor.